2 Ocak 2015 Cuma

DR MÜNİR DERMANDAN GİZLİ SIRLAR....HİÇ BİR YERDE BULAMAZSINIZ...

MÜNİR DERMAN (KS) SOHBETLERİ

İNDEKİLER

SOHBETLER : I
İlk mektebi bitirirler.
Orta, mektebi, lise, üniversite bilirler…
Bunlar doğrudan doğruya bu yola girerlerse Salihin Mertebesine kadar yükselirler.
Onlara aşağıda sual yoktur.
Pasoları vardır….
”Buyurun!” derler.
Bu buyurun paso da burada alınır oğlum, burada!.
Namaz kılmaklanda değil haa….
Namaz kılmak oruç tutmak Allah’a inandığını ispat için şükr için…
İş bundan sana ne geliyor…
Şeftaliyi şeyden aldın odanın köşesinden aldın ektin mi?
işte bu namazda ekilir…..
Şimdi de var yok değil haaa!..
Boş değilsinizzz!...

Eskiden ihtiyarlar vardı.
Yaşlandıkça nurlaşırlardı…
İhtiyar kadınlar, ihtiyar dedeler hepisi….
Ben o kadar Avrupa memleketlerinde gezdim, ihtiyarlaşıp da güzelleşen bir gavur karısı görmedim….
Hepsi böööyle bişeye benziyorlar...
Bizde en pis kadın bile….
En pis dediğimiz İslam karısı bir defa secdeye başını koymuşsa….
yaşlandıkça güzelleşir…..
yaşlandıkça güzelleşir…..
yaşlandıkça güzelleşir…..
Sonunda da temiz giderse aşağıda da melekleşir oğlum! .
Onun için İslam deyip de böyle geçmemek lazımdır.
”Ve bunlar diyor, aşağıda Allah’ın büyük nimetleriyle karşılaşırlar’’
Bunlar masal değil!
Bunlar Allah’ın kelâmında Hazreti Resûlu Ekrem’in bize Allah tarafından kendisine Cebrail’le getiren Kur’an-ı Kerîm’in içinde ki âyetler…
Saçma maçma… falan Hasan Efendinin , Mehmet beyin romanı değil!....
Onun içün Cenâb-ı Peygamber Efendimizin bir Hadisi vardır:
”Salihler sözü anıldığı yerde”
Salihler kim?
İşte deminden beri anlatıyoruz….
“Bunların sözleri, menkabeleri anıldığı yere rahmet iner… Feyz-i mağfiret yağar!” diyor, Cenâb-ı Peygamber…
Sizler evinizde oturun …
Hacı amcanın gelmiş Ömer Efendi evine, akşam aile efradıyla birlikte çocuklar mocukları…
Soba yanıyor falan….
Hanımı fındık çıkarmış, çay koymuş bilmemle etmişler…
Onlarda oturuyorlar böyle…
Açmışlar mesela bir Velîyullah’ın sözlerinden bahsediyorlar…..
Diyor ki…
“Sahabeler şöyleydi…
Beyazıd-ı Bestami böyleydi….
Hazreti Mevlânâ böyleydi…
Abdülkadiri Geylanî böyleydi…
Hacı Bayramı velî böyleydi….
Ak şemseddin-i Hazretleri böyleydi….
Beyazid-ı Velî şöyleydi……
Fuzuî şöyleydi!…”
Bu Hadis-i Resûlullah’a göre: “O yere mağfiret ve rahmet dökülmeye başlar…..’’
Görünmez bu!….
Görünmez bu!….
”Efendim ben bu rahmeti görmek istiyorum?…”
Görürsen ayarını yapmak lazım…
Başından gaflet şemsiyeni açtaaaa!…..
Yağmur dökülsün kafana!…
Böyleeee duyarsınız!…..

Bazen azıcık bişeyler anlatırız……
Gözlerin niye yaşlanır oğlum!…
Kim dürttü seni!…..
İşte o rahmet girer!…..
İçini senin böyleee… kurcalamaya başlar…..
Onun için Resûlü sav kat’tiyyennn ömründe yalan söylememiştir….
Hâşâ sümme haşa Hadisi Resûlullahtır : “Salihler sözü anıldığı yere rahmet iner, feyz-i mağfiret yağar.’’
Onun için hakiki insanlar Velîlerin sözlerinden koku almaya başlarlar….
Velîlerin sözleri derunî, ilmi ve ledünidir….
İnsana te’sir isabet eder…
Bazıları : “Efendim ben namaz kılacağım, oruç tutacağım ama….”
Hııııı…
“Allah’ı bir türlü kavrayamıyorum?”
Allah Allah’ı insan idrakı kavrayamaz…
Efendim bu kâinat durup duruyorken nasıl oldu?
Allah yarattı.
Şimdi o adamda, duyan pekiiii…
Bu durup duruyorken oldu O!
Ama o nereden oldu?
İnsanın aklı sorar bunu….
Hepiniz sorarsınız….
Allah ebedîdir oooo bitti. Üzerine lakırdı
Anladık efendim Allah ebedî.
Bütün kâinatı Allah yarattı.
”Ama benim aklıma bişey sokuyor birisi..
Bu nerden oldu?”
Gelir akla ya…
Durup dururken nâmütanahi ol dedi oldu.
Peki…
O nerde?
O’nu kim yarattı?…
Nasıl oldu?
Hatıra gelir mi?
Allah onu insanın anlamasını kafasının fikrine hücre koymamıştır ki anlamasın diye!
Niye anlamasın diye?
Ulan anlamasın diye!
İyi ile kötüyü seçmek için,
Gördükten sonra inanmak kolay
Görmeden inanmaya ölçü!
Yalnız Allah’ın sıfatını sezer insan o kadar
Sıfatı nedir?
Görür, kulağı işitir
Bütün herşeye kadirdir.
Şöyle bir kâinata bakarsanız böyleee..
Nâmütanahi öyle yıldızlar var ki bize 500 senede ışık senesinde ziyası gelir.
Bir ışık senesi nedir?
Bir ışık senesi
Işık elektirikten aynı süratte gider.
Saniyede yani “hıııh!” dediğin zaman 300 bin km lik mesafe kat eder
500 ışık senesinde 300 bin km süratle geliyor.
Hesaplar, makinalar işlemez bunu
bu kadar uzak yıldızlar var
Bu kadar nâmütanahi kâinatı yaratan için Cenâb-ı Allah’ın işte bunlar hep sıfatlarıdır.
Biz onu kavrayamayız.
Aklımızda o hücre yoktur.
Onun içün Cenâb-ı Allah bu çok mühimdir bu nokta islamda biliriz diye vıdı vıdı etme insanı yuvarlıyı verir bu .
Velîyyi bile tepe taklak aşağı götürür.
İbadetten evvel Cenâb-ı Allah tövbe ister, tövbeyi ister.
İbadetten evvel tövbe lazımdır….
Yâni ne demektir tövbe, intizama girmek lazım ki abdest alacaksın bilmem ne edeceksin, şu edeceksin, etrafını yoklayacaksın..
”Ben Huzura geldim acaba bir yerimde çamur var mı?”
Bu Bir nevi cesedi tövbedir.
Tövbe : “Estafirullah, estahfirullah estahfürüllah!”
Yooook o tövbe değil o tövbe değil…
Tövbe edebe geliyor, edepsizlik hududundan dışarı çıkıyor.
İbadetten evvel Cenâb-ı Allah tövbe ister.

Onun için kalabalık yerde olduğu zaman insan, tövbe hududuna girmeyecek veya ona yakın olacak, bazı hatalar yapabilir.
Bu hatalarından dolayı Cenâb-ı Peygamber bir hadiste kapalı olarak bunu şöyle haber veriyor : “
“Allah’ın en sevgili dostları” diyor Resûlullah Efendimiz diyor “Allah’ın en sevgili dostları cemi günahlardan sakınarak gizli ibâdet edenlerdir’’ diyor
“Cemii günahlardan sakınarak gizli ibâdet edenlerdir.”
Bu edenlere Üveysî ismi verirler dinde.. Üveysî.
Üveysîlerin en büyüğü tabiinin en büyüğü Veysel Karanî hazretleridir biliyorsunuz.
Veysel Karanî hazretleri Cenâb-ı peygamber devrinde yaşadığı halde Resûlullah’ın mübarek yüzünü görmemiştir.
Anası vardı.
Anasından izin aldı.
Resûlullah Efendimizi görmek için Medine’ye teşrif ettiler.
Anası dedi ki : “Oğul gideceksin bir gün gitme bir gün gelme ikinci günü güneş batarken yanımda olacaksın!” dedi.
”Pekiii anne!” dedi
Kalktı geldi
Medine’ye geldiği zaman sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Tebük’e teşrif etmişlerdi.
Geliyor Resûlullah’ın evini soruyor giriyor.
Kızı Fatıma’ya diyor ki : “Resûlullah burada mıdır?” diyor Veysel Hz. Üveys
“Yok!” diyor
“Nerdedir?” diyor
“Tebüğe gitti!”
“Ne zaman gelecek?” diyor
“Yarın gelecek!”
“Vayyyy!...”
“Ne oldu ya Veysel?” diyor
“Anam bana diyor yarına kadar izin verdi ben dönmek mecburiyetindeyim, göremiyeceğim Resûlullah’ı!” diyor
Anasının , anasına itaat etsin diye Resûlullah’ın mübarek yüzünü bak görmeden dönüyor anaya hürmete bakın!..
”Sen diyor Resûlullah’ı gördün mü?” diyor Hazreti Fatıma’ya diyor. “Gördüm ya diyor baksana bana!” diyor, bakıyor
“Yok görmedin Resûlullah’ı sen!” diyor kızına söylüyor. Dönüyor hazret-i Veysel.
Ertesi günü Resûlullah teşrif ettikleri zaman hazreti Fatıma anlatıyor, diyor ki :
“Böyle böyle birisi geldi böyle böyle söyledi!”
“Kızım, o Veyseldi!” diyor
“Evet sen beni görmedin diyor, o beni başka gözle gördü!” diyor
Karran470 kmdir Medine’ye dağda gezermiş Veysel Karanî hazretleri bir gün Medine’de otururken Resûlullah sahabesiyle böyle ikindi vakti namazdan sonra birden ayağa kalkmış sallallahu alayhi vesellem :
“İnni li ecedü nefese’r- Rahmani min kıbeli’l- Yemen!” demiş
“Yemen tarafından kokulu bir Rahmanî nefes geliyor bana!” demiş
O sırada da Veysel:
“Yâ ilahî ente’r- Rabbik ente’l- Halik, ene mahlûk!
Ente’r- Rezzak ene mezluk! Ente’l- Kaviyy ene zaif!...

Diye meşhur bir duası vardır onu okuyormuş.
Resûlullah, o mübarek ciğerinden çıkan ilahî sözleri teeey…470 kmden almış nefesi!..
Veysel bu “Üveysî” derler buna işte..
O halde üveysîler, Allah’ın en sevdiği kulları bütün günahlardan sakınarak gizli ibâdet eden insanlardır.
”Efendim bende üveysîyim”
Bırak öyleyse ol üveysî oğlum!.. ister melek ol..
Türkiyede paşa olabilmek için Harbiye’yi bitireceksin kurmay okulunu bitireceksin efendi adam olacaksın çalışacaksın olacaksın Yunanistan’dan Agop Efendiyi getirir, Türk ordusuna şey yaparlar mı? Nedir, paşa olmaz!
Sen de İslamsın, üveysîde olursun velîde olursun yalnız peygamber olamazsın!.
Haa burada başını sürt!
Yer bu şeyi nedir? Halıyı, demiri def’ olur
Ver Allah yolunda kendini ne olacak!
Allah yolunda çıldırmak lazım oğlum!..
Deli olacaksın…

Aziz cemaat imanınızı kabre kadar devam ettirmeye çalışınız…
Allah’tan gayrısını bilmeyiniz.
Bu üveysî!...
Veysel Karanî hazretleri
Resûlullahu sallallahü alayhi vessellemin vefatlarından evvel Hz. Ömer ve Hz. Ali radiyallahumları çağırdı dedi ki : “Karran’a gideceksiniz Karran’a Yemen tarafında orda bir Veysel vardır saçlı vucudu kıllı elinin içinde de bir siyah nur vardır dedi BEN gibi
O BEN Veysel’in televizyon aleti!..
Gideceksiniz kendisini göreceksiniz benim bu hırkamı kendisine hediye edeceksiniz selâmımı söyleyeceksiniz!” diyor Resûlullahu sallallahu aleyhi vesellem
“Hırkayı giydikten sonra ümmetim için dua edecek!” diyor.
O hırka şimdi İstanbul’da emânet-i mubarekede bulunan hırka oldu işte .
Büyük bir rivâyete göre hz. Veysel’in giydiği hırka.
Bu hırka aynen duruyor.
Öyle Güve müve falan yok !
Güve müve öyle bit mit anlamaz, falan yok sinek bile konmaz
Niye konmuyor korkuyor mu?
Edeben konmuyor Resûllullah’ın şeyidir diye!
“Konmuyorum!” diyor!
“Ben bu riske giremem!” diyor
Resûlullah’a edeben konmuyor sinek ondan korktuğu için değil Resûlullah’a şeytan yanaşamazdı.
Resûllullah’tan korktuğundan mı?
Hayır edebinden
Meleklerin de peygamberi
O halim insandan nasıl korkar insan!
Bayılır o, canını verir!
Korkma değil!

Hz Ömer’le Hz. Ali Efendilerimiz gitmişler Yemen’e, sormuşlar
Demişler : “Dağda bir çobandır o, dolaşır!”
Gitmişler ki deve çobanı
Ooo Veysel kumlarınan zikir halinde
Gitmiş selâm vermişler.
Hz Ömer : “Gel buraya!” demiş, gelmiş
“Selâmün alayküm!”
“Alaykümüsselâm!” demiş
Bunlar bakmış ki, Resûlullah görmeden târif ettiği adam bu, fakat Resûllullah irtihal-i dâr-i cennet etmiş sav
Vefat-ı Nebi’den sonra, gidiyorlar 40. gününde..
Bakmış ki elinde bişey var burda bişey
Resûlullah’ın aynen târif ettiği,
Hz. Veysel’e diyor ki Hz. Ömer : “Bu hırkayı Resûlullah sav vasiyet etti sana gönderdi. Selâmı var bu hırkayı giyinip ümmeti için dua edeceksin!”
“Yâ Ömer dedi bi yanlışlık olmasın işin içinde, ben neyim ki Resûllullah’ın selâmı bana gelecek hem de hırkasını verecek giyeceğim, ümmeti için ben neyim bir kum parçasıyım!” demiş
“Yooo demiş vasiyet-i Resûllullah göreceğim!” demiş
“Ben Ömer’im demiş adamın kafasını uçururum!…” Hz. Ömer bu şakası yok..
Allah’ın zabtiye nazırı Radıyallahu Teâlâ Anhum
O Teâlâ kur’an-ı Kerîm’de Allah tarafından konulmuştur
Alıyor hırkayı ayrılıyor onlardan
Kokluyor, kokluyor ağlıyor mağlıyor ondan sonra giyiniyor başlıyor dua etmeye
Hz. Veysel bu!..

Hz. Veysel son devirlerinde yaşlandığı zaman Bağdad’a gelmiştir
Bağdad vâlisi Caferi Zübeyir isminde bir zâttı.
Dicle kenarında gezermiş Veysel.
Gelmiş : “Ya Veysel demiş bir bana nasihat et!” demiş.
“Kur’ân oku!.. Kur’ân oku!..” demiş
Asabi de ha!… Şakasıda yok Hz Veysel’in..
“Bişey daha söyle!” demiş.
“Kur’ân oku!.. demiş Kur’ân oku.. Kur’ân oku..
Bak Resûlullah öldü demiş!”
Hz. Ömer devri oysa..
”Şimdi de Hz Ömer öldü!” demiş
O anda Hz Ömer’i Medine’de şehid ediyorlarmış
Televizyonuyla görüyor Üveysî
yaaa
Bunlar şaka değil..
Uydurma lakırdı da değil!..
Aha şunu gördüğün gibi hakikattir
Bunu islam kafası anlar, öyle zıbırtı kafayla anlaşılmaz Ünüversite bitirmiş..
Ünüversite ben de bitirdim!.. 3 tane üniversite bitirdim!
O kafayla anlaşılmaz..

Biliyorsunuz Resûlullah Efendimiz de, üveysîler nur var bakın beni var
Sakın o suratınızdaki benleri ondan zannetmeyin ha!..
Hz. Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’de de biliyorsunuz Mühr-ü Nübüvvet vardı
Bu tam iki küreğinin arasında bir güverçin yumurtası kadar gözünüzü kapalı şöyle sırtına sürdüğünüz zaman elinize çarpacak derecede bir tümsek halinde bir Mühr-ü Nübüvveti vardı
Bu Mühr-ü Nübüvvet Resûlullah ruhu muallalarını Cenâb-ı Allah’a teslim ettiği dakikada kaybolmuştur.
Bu Mühr-ü Nübüvvet bir sırdır!. Bilende kimseye söylemez!..
Mühr-ü Nübüvvet’in üzerinde şöyle daire şeklinde eski küfî yazıyla
“Tebahdah ya Muhammed ente hayserun tevekke şite la enneke munsarun!”
“Tebahdah ya Muhammed! Sen öyle bir halk edildin öyle bir şey getirdin ki mühründe sırtında, bütün insanları hayata nusrete götürmek istedin. Kim ki sana tevessül eder gözünlen kalbinlen tokuşturmuştur.
Bu Resûlullah Efendimizin mubarek sırtlarından kaybolan bu! Niçin kayboldu?
İslamın bütünnnnn Cenâb-ı Resûlullah’ın söylediği işler mezar kapısında biter demektir
Onun için : “Mezara kadar bu işleri devam ettirin, ondan sonra karışmayın!” demektir
“Efendim ben ihtiyarladıktan sonra namaz kılacağım!”
Hiç kılma!
Ona namaz demezler, ona korku namazı derler
Allah seni bilirse oğlum, Allah’tan gayrı kişi de seni bilmez
Allah’a kendini tanıttığın dakikada, Allah’tan gayrı seni kimse bilmez
İşte yine yukarıdaki hadiste “Allah’ın en sevğili dostları cemi günahlarından sakınarak gizli ibâdet edenlerdir’’
Allah ile işi olan Allah’la ile meşgul olur
Gece yastığının altına aziz cemaat, gündüz gözünün önüne ölümü kor!..
Fenalık yapmazsın, zâten yapamazsın…
Mutlaka öleceğiz…..
Ölüm sonuna kadar bunu devam ettirmek lazım
Bir Âyet-i Kerîm’de, demin ki Âyet-i Kerîm’den daha aşağı sayfalarda mahşer günü âyet, Allah’ın sözü bu!
“Mahşer günü Arş gölgesinde gölgelenecekler!” diyor.
Mahşer günü arşın gölgesi varmış orada gölgelenecekler!
Kimler?
Arşın gölgesi ne demek?
Bildiğimiz gölge değil!
Öyle sapık düşünme!…
İnsanda bulunan ilahî sıfatlar hikmet ve kudret dalgaları ile yıkanacak ve Cenâb-ı Hakk’ın en büyük lütfuna uğrayacak demektir orda ki gölge!..
Sesiz sözsüz Allah’ın kulunu bir sabah meltemi gibi okşamasıdır
Arş gölgesi bu demektir
Bir şemsiye var, altında Arş üstü Kürsî!
Yok öyle şey!
Mahşer günü Arş gölgesinde gölgeleneceklerdir.
Kimler bunlar?

Cenâb-ı peygamber 8 şey sayıyor :

1- Adaletli amirler! Ama yalnız adalet kâfi değildir ha oğul!.. İslam olacaksın hiç olmazsa namazını her zaman kılacaksın.Adaletli amirler.

2- İbadet eden gençler, ibâdet eden gençler Resûlullah’ın hadisinde var, ben uydurmuyorum bunu! Adaletli amirler, ibâdet eden gençler

3- Kalbleri mescitlerde camilerde olan mü’minler : “Aman vakit gelsin de bi gideyim namaza!” diyenler.

4- “Allah rızası için birbirini seven mü’minler : “Yaa Ahmed Efendi nerde gelse de bi konuşsak be!” hoşuna gidiyor, seviyor birbirini.

5- Güzel bir kadının davetini Allahtan korkarak kabul etmeyen Salihler. Kadın da öyle, bunlar en salih insanlardır.

6- Sağ elinin verdiğini sol eline göstermiyen cömert insanlar.

7- Tenhada göz yaşı dökerek ibâdet edenler.

8- 8.incisi sabah namazını vaktinde kılıp güneşi üzerine hiç doğdurmayan, doğdurmayan ve gece namazına daima devam edip ayda üç gün oruçlu geçiren gençler!..
İhtiyarlar değil dikkat edin!...
Gençlere diyor ihtiyarlar zâten o devirden geçtiler.
Onun için oğlum!
“Gece namazı kıl!
Ayda üç gün oruç tut!
Sabahı üzerine doğurma!”
Diye dilim yettiği kadar Türkiye’nin her yerinde söyledim aha hadis bu!…
Sabah namazını vaktinde kılıp güneşi üzerine hiç doğurmayan ve gece namazına devam eden, ayda üç gün oruçlu geçiren gençler!
İhtiyarlar değil!
İhtiyarlar zâten onlar kaçırdılar kaçırdıkları yok yarın gideceğiz ne olacağı belli değil!
Burda hiçbir ihtiyar yoktur ki güneşi üzerine doğdursun!
Resmini getirseniz haaa uyuyor deseniz inanmam.
Ben insanın suratından anlarım ne olduğunu.
Secdeye başını koyan nasıl uyur bee!
Ya böyle devam edip de şu dedenin sakalı yaşına gelen gençler ne olur?
Uçar o yahu!
İşte Üveysî o!
“Efendim ben 60 şımdan sonra başlıycam bazı arkadaşlarım var benim ben tekavüt olduktan sonra namaza başlıycam!”
“Hiç başlama!” dedim.
Hem de kendi arkadaşım.
“Başlıyacağım o vakit işte kitap alacağım!”
“Hiç başlama oğlum! çünki tekavüte olu olmaz gebereceksin!” dedim
Bunlan alay olurmu?
Ya kılma ya kıl!

Cenâb-ı SAV’in Ezvac-ı Mutahharası’ndan yâni hanımlarından Ümmü Seleme radiyallahu anha vardır.
Çok güzel bir kadındı vâlidemiz.
Bu sahabeden Zeyd bin Sabitü’l- Ensarî’nin kölesi bir zât, Ümmü Seleme’nin cariyelerinden bir kızla evleniyorlar.
Bunlardan bir çocuk doğuyor, Ebu Said-i Bin icad, Hasanü’l- Basrî isminde.
o halde zevce
Ezvac-ı Mutahhara’dan Ümmü Seleme vâlidemizin cariyesi bir kadınla Zeyd bin Sabitü’l- Ensarî isminde sahabeden birinin kölesi evleniyor.
Bundan Hasanü’l- Basrî Hazretleri doğuyor.
Hasanü’l- Basrî 20. hicri senesinde doğmuştur.
Ümmü Seleme radiyallahu anha vâlidemiz Hasanü’l- Basrî’yi emzirmiştir.
Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem’de, Hasanü’l- Basrî’yi sever de arasıra kucağına oturtururmuş, kendi bardağından da su içirirmiş ve Dua-yı Resûl’ü almıştır tabii…
Bu muhterem zât, Basra’da 80 küsur yaşında vefat etiği zaman o kadar kalabalıktı cemaati ki o gün hiçbir camide ikindi namazı kılamadılar.
Meşhurdur bu!..
Bu zât 70 yıl gece gündüz abdestli gezmiştir.
Bu edebi 70 yıl terk etmemiştir, Hasan’ül Basri hazretleri…

İşte misaller...
Haftada bir defa da Bağdad’da Basra’da vaaz edermiş, kürsüye çıkarmış karşısındaki cemaat binlerce kişiden mânâdan anlayan gönül ehli oldukça şevke gelirmiş
Mânâdan anlayan gönül ehli olmadı mı sükût edermiş hiç konuşmazmış
Bir gün memleketin bütün büyükleri beyleri vaaza gelmişler Basra’dan
Dolmuş cemaat Hasanü’l- Basrî Hazretleri kürsüye çıkmış bir türlü konuşmamış cemaattan biri : “Efendi hazretleri buyursanıza!” demiş.
“Kabilenin beyleri geldiler hep sizi dinlemeye geldiler!” diyor “Binlerce kişi var hepsi sizi dinlemeye geldiler!”
Hasanü’l- Basrî demiş ki : “Şurda ki direğin arkasındaki ihtiyar hanım geldi mi?” diye sormuş.
“Gelmedi!” demişler
“Ders yapmıyacağız!” demiş
“Zira ben bir fil için hatırladığım lokmayı karıncanın ağzına nasıl sığdırabilirim?” demiş,
Kürsüden indiği gibi gitmiş Hasanü’l- Basrî Hazretleri
Direğin arkasına her zaman vaaza gelen Hazreti Rabia Hazretleriymiş
Hazreti Rabiatü’l- Adviyye
Onun için Allah konuşturmuyor.
İçinde bir kişi, bir kişi için söylüyor.
Onun için efendim vaaz doldu binlerce kişi varıdı hayvan gibi oturmuşlar.
İçinde iki üç tanesi kâfi…
Üç tanesinin kafasına sok, içindekini harekete geçir, yeter!.

Hasanü’l- Basrî’ye sormuşlar: “Müslümanlık nerededir?” demiş.
“Toprak altında!” demiş
Yâni müslümanlığı insanın öldükten sonra belli olur demek ki
“Müslümanlığın şartı nedir diye?” sormuşlar Hasanü’l- Basrî’ye.
“Şartı da kitap içindedir!” demiş
Şartı insan koyar, kitabı elinden bırakmıyacaksın
“Dinin aslı nedir?” demişler, sormuşlar
“Ben söyleyemem! Hazreti Rabia’ya sorun!” demiş
Hazreti Rabia’ya sormuşlar demişler
“Dinin aslı nedir?”
“Haramdan ve şüpheli nesnelerden kattiyyen sakınmaktır!” demiş Hazreti Rabia da..

Bazen vaizler böyle korkutucu lakırdılar söylerler.
Cehennemin kapısını açar, sokar insanı içerisine :
“Vay anasına ne yapacağız?” der.
Bâzende : “Ooo! Çok güzel!” der.
Hakikat kelâmlarıyla ben kaç senedir sizi çoktan beri sarsıyorum!
Fakat hiç biriniz oralı değilsiniz ağalar!
Hiç biriniz oralı değilsiniz!
“Efendim bizi korkutuyorsunuz bari!” diyecek
Bugün korkarsanız yarın emin olursunuz haaa!..
Tedbir alırsınız!..
O zaman bana da dua edersiniz.

Allah’ın sayısız nimetlerine azametine i’timad ediyorsunuz da bir zerreden ibaret olan bana niye itiraz ediyorsunuz.
Allah’ın nimetini şunu bunu yiyor, falan yiyor yiyor herif Allah’a itiraz ediyor da efendim veren vaiz şöyle söyledi gerek banaydı ben bir zerreden ibaretim.
Sarsıyorum sizi ama sizi hiç biriniz yerinde değilsiniz bir gün bir zelzeleye binersiniz oğlum!
Aklınızı başınıza alın!
Kabir yarın gideceğimiz kabir, dünya menzilinin sonuuu..
Âhiret menzilinin başıdır.
Mutlaka yakında kabire gideceğiz oğlum!
Birbirimize şimdiden yardım edelim!
Günah işlediğin zaman Hakk’ın nimetlerini kattiyyen yemeyin!
Nimeti yemek sonra ona asî olmak insanlık sıfatı değildir.
Köpeğe bile bir parça ekmek versen köpek senin kulun kölen olur.
Onun için kim ki “Allah!” der o ağıza hürmet eder insan!
İsterse yalandan desin…

Hasanü’l- Basrî bir gün sokakta gidiyormuş bir sarhoş bir adam çamurlarda yatıyor almış adamı ağzını gözünü mözünü yıkamış çıldırdı mı bu Hasanü’l- Basrî demişler temizlemiş ağzını..
“Sen kulumuzun ağzını temizledin ya Basrî!” diye içine bir şey gelmiş.
“Ben de o kulun gönlünü temizledim!” demiş.
Sarhoş, velîyullah olmuş oğlum!
Nasıl oldu böyle bu, nasıl?
Demin ki Kur’ân-ı Kerîm’de ki Âyet-i Kerîmede hilim var ya..
Ha herif o sarhoşu bu adamcağız bişey yesin demiş işte o yardımla rahmet inmiş üstüne Hilmiyyet Rahmeti
Allah’ın rahmeti onu deldiği geçtiği gibi herifin de gönlüne girmiş herif velîyullah olmuş senin küçücük bişeyinene
Lev enzelna hazel Kur’âna ala cebelin verayetehu haşiyen mutasattian min haşyetillah
Biz Kur’ân’ı dağa indirseydik dağ paramparça olurdu.
O Hilmiyyet Allah’tan geliyor.
Güneşten alıyorsun ziyayı aksetti mi karşındakini yakıyorsun
O hilmiyyetlen herife bi çullanmış yıkamış şeyi o Hilmiyyet yanlız ağzını temizlememiş bide göğsüne girmiş mi herifin, herif velîyullah olmuş.
Çünki Allah’ın herkesin göremiyeceği celâl sıfatı tecellî eder orada
“Ama efendim ben Allah’tan korkuyorum namazı!…”
Öyle Allah’tan korkmak değil
Kulun Allahtan korktuğu, Allah’ı bildiği kadardır.
İnsan ne kadar Allah’ın sıfatlarını bilirse o kadar korkmaya başlar.
Her kim halk görsün diye bir amel işlerse, şirktir.
Her kim halk görmesin diye ameli terk ederse, riyâdır.
Bunlar gizli kapaklı lakırdılardır.
“Riyâ ve şirki terk etmek ihlastır…”
Hazreti Adviyye’nin sözü
Yahu Hazreti Fahri Kâinat’ın eteğine yapışanı ateş yakmaz oğlum!
Eteğine yapıştı mı Resûlullah’ın..
“Ulan nerde eteği?”
Hırkay-ı Şerif, etek, her taraf ta görünmez yakala!…

Çok yemek…..
Çok uyumak….
Çok zırzır etmek, yâni söylemek gönlü öldürür insanın gönlünü öldürür.
Dertlerdeki, belâlarda ki hikmetlerin sulbuna ererek sefâya varmak ve gülmekte hüner vardır!
“Öldü! Gidiyor!” diyoruz.
Kardeşin öldü ecel vaki’ oldu yaş indi, öyle hayvan gibi de durmak doğru değil, ağlıyacaksın tabi…
Gözünden bi yaş gelecek
Yaş Cenâb-ı Allah’a yanaşmanın şiddetinden gelir.
Fakat kafanı yıkmıyacaksın mezarına kadar gideceksin
Onun için dertler karşısında gülmek cefâlara tahammül etmektir.
Ne demektir?
Allah’ın es SABÛR esmasına bürünmek demektir.

Size bir hadis daha söyleyeyim mi?
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsunuz!
“Allahu Ekber!” deyip de huzura giremiyorsanız aziz cemaat!
“Efendim aklıma şu geliyor bu gelemiyor!” ise bunda haram lokmanın payı çok olduğunu kattiyyen unutmayınız!
“Efendim ben çalışıyorum!” ekmeği alıyorsun ama teyyy… topraktan un fabrikasından fırına gelip bişinceye kadar hangi edepsizlerin elinden geçti!
Kara Deniz’de balık tutulur gelir buraya alırsın konserveyi paranı ödersin.
Helâl paranı..
Balık zehirlidir küt diye ötesiki gün gidersin.
Hani paran şey idi!..
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsanız bunda haram lokmanın payı çok olduğunu katiyyen unutmayın!

Hasanü’l- Basrî 60 yaşlarındayken bir dört sene sonra bir gün huzursuzluk başlamış kendisinde
“Allahu Ekber!” diyor namaza giriyor bir sıkıntı, yatıp yatıp yâni yatıp kalktı çeteleye “yattı kalktı” yazılıyor.
“Namaz kıldı” yazılmıyor.
Bize de öyle yazılıyor “yattı kalktı!”
İkindiyi yattı kalktı, akşamı yattı kalktı yattı kalktı oğlu yattı kalktı! gidiyo
Çeteleye yazılıyor : “Yarabbi ben kıldım işte hesaplar tamam!”
İyiii… yattı kalktı.
İki sene böyle devam ediyor.
Bütün 70 sene ömrü abdestli gezmiş adam, bakın tasavvur edin bu edebi bırakmamış.
Bir gece rüyasında görüyor, kimi görüyor anlıyorsunuz!
“Ya Hasan! diyor sen iki sene evvel bir yerden hurma satın aldın diyor bir okka , sana verdiler diyor hurmacının önünden bir hurma yere düştü diyor.
Hurmacı tarttığı hurmalar senindir diye o tek hurmayı da sana koydu!” diyor.
Bu şaka değil!
“Bir hurmayı koydu diyor meğer o hurma satıcınınmış diyor. senin para verdiğin para hududuna dahil değil, o haramı yedin de huzursuzluk oradan geliyor!” demiş…
Koskoca bir kazanın içine bir damla siyanür atarsınız bütün memleket ölür.
İşte o lokma bu!
Bunun üzerine doğru gidiyor o hurmacıya arayıp buluyor.
Diyor ki : “Ağa diyor ben senden iki sene evvel hurma alırken bir tek senin hurman bana geçmiş diyor.
Bunu Allah aşkına helâl et!” diyor.
Hurmacı bir nara atıyor : “Aman Ya Rabbi! Bu ne biçim iş helâl olsun!” diyor.
Fakat hurmacıda eriyor oğlum!
Niye?
Bir hurma için bir sene sonra gelip de benden helâl diye : “Aman Allah rızası için helâl!” diyen adamın üstünden projöktör gibi bi şeyler demin ki Hilmiyyet çıkıyor!
Ağız yıkama hikayesi..
Bundan sonra o hurmacıda Salih oluyor ötekisi namazında huzur bulmaya başlıyor…
Onun için kıldığınız namazda aziz cemaat huzur bulamazsanız.
Mideye inen, her an helâl lokma yok demektir.
Bir tane helâl bir tane haram zâten şimdi helâl lokma yemek, şuradan Çukurhisar’a kadar yer altından tünel açmaktan daha güçtür.

Aziz cemaat!
Günah işle, yine işle, kadınları yoldan çıkar, adam öldür, yol kes, Allah, yine sana yanaşır.
Fakat serinkanlılıkla Allah’tan uzak durup da varlığını isbata çalışana, Allah katiyen ulaşmaz, yap edebsizliğini, fakat Allah’ı bırakma içinde!..


“Efendim ahret var mıdır? Allah var mıdır?” diyemez
Öööyle olmaz.
Basarsın tövbeyi…
Sarılırsın Resûlullah’ın şefaatına
Ve şefaatün ceddün muhammedun ve tefeyte bi narı cehennemi tebbeti hüvel habibüllezi turca şefaatühü ve küllü havle minel havle muhter.
Öyle bir şefaati vardır ki bütün yükleri şey eder.
Abdülkadiri Geylanî şöyle demiş:
“Ve şefaatün ceddün muhammedun ve tefeyte bi narı cehennemi tebbeti : Benim ceddim Resûlullah’ın şefaatı olmasa bende onun sahabesinden şeyinden velîlerinden biriyim şöyle yapmamla diyor, cehennemi söndürürdüm!” diyor.
Ya Resûlullah ne yapmaz: “ve şefaatühü ceddün muhammedun vetefeyte bi narı cehennemi tebbeti” : Kaside-yi Amriyesi vardır, Abdülkadiri Geylanî’nin ondadır bu!
Münkirler korkaklıklarını örtmeye çalışan hakiki korkaklardır.
Günah da insanı Allah’tan tutan güvensizlik ve korkudur.
Allah’a güvendikten sonra EDEBine girersin.
Edebine girenden günah sadr olmaz.
Bu gün hududsuz meçhuller karşısında inkar yoluna sapmak cidden câhillik ve cüretkârlıktır.
Nâmütanahi yıldızlar, astoronotlar bu kâinatın bu kadar şeyliği karşısında efendim şudur budur demek cahillik ve cüratkârlıktan başka bişey değildir.
Allah teleskopla veya labrotuvar âletleriyle değil, sırf iman nurunun aydınlığı altında Kalb gözüyle seyredenini görürüz. Teleskopla Allah bulunmaz.
Teleskoplan Allah’ın sıfatları, büyüklüğü, azameti, yaratıkları keşfedilir.
Gayba inanan bu onun derinliğinde yanan bu kudsî ateşi yakabilirse herkesin harukulâde nazariyle baktığı hadiselerin altında velîlerin gösterdiği kerametlerin altında bir sebebler zinciri olduğunu anlarsın.
Büyük yangınlar ve infilaklar olur bilirsiniz bir kıvılcım yapar bunları….
Koskoca barut mahzenine bir kıvılcım getirin orayı allak bullak eder.
Bir saniyede ve bir anda zâten onun tutuşturduğu saha alev almaya hazırlanmıştır.
Barut olmasa orda kıvılcım bişey yapmaz.
İşte sen kendini hazırlarsan, mürşid bir kıvılcımdır.
Bir gün sana bir lakırdı söyler içinde bir infilak seni tutuşturur.
Ama sen kendini o tutuşturacak a’zayı hazırlamak lâzım.

Bunlar izâh edilemez!.
İşte bu kadar anlatılır!
İzâha kalk!
Henüz görülmeyen bir rüyayı tâbir kalkmak gibidir bunlar oğlum!
Anlatılmaz öyle!
Mutlak olarak gayba inananın gönlünde, fikrinde bir çok hazine kapıları bir çok teleskoplar, bir çok dürbünler hüsule gelir.
Gayb âleminin suları burdaki benzettiğimiz sulara benzemez o zaman başka tarafı başka dürbün görmeğe çalışırsınız.
Onun için hikaye bildiğiniz gibi değildir.
Cenab-ı Resûlullah bize giydirmeye bütün beşeriyyete giydirmeye çalıştığı Atlas elbiseyi kirletmeyiniz oğlum!
Bu sözleri bir yerde bulamazsınız.
Cenâb-ı Allah rahmetinin azizliğine hepimizi eriştirsin.
Onun için secdeden başınızı eksik etmeyin.

Bak yarın bir iki gün sonra bayram geliyor.
Bu sefer ki kurban bayramı da haaa…
Bildiğin kurban bayramlarından değil!
Ne olmuş?
Cuma’ya tesadüf ediyor Cuma’ya tesadüf ediyor!..
Haccü’l- Ekber!
Haccü’l- Ekber ne?
Büyük hacc!
Ya ötekiler küçük hacc mı?
Yooo...
Ne olur bu hacda?
Olanlar olur oğlum!
Dil yetmez ki söylensin….
Oğlum! Hacc günü Cuma’ya tesadüf ederse Haccü’l- Ekber ismini alır.
O gün camiden önünde namazda Kâbe’ye tevvekül eden insan, nasıl ki Resûlu sav Efendimizi rüyasında gören sahabe olur.
Mantiki sahabe olur.
Hacı olursun hacı hacı….
Bu sefer hacca gidenler zındıklı hacıda olsa günahları af edilir. İşte tesadüf etti oldu.
İçimizde hacılar var, Allah hacılığını devam ettirsin.
Bu kurban bayramının birinci günü akşamı bilhassa dönsün Kâbe’ye sabaha kadar oraya Rahmet-i İlahîye iniyor!
Haşır haşır haşır iniyor senin ruhuna da iner.
Gözünde hatırla!
Arafatı hazırla!
Kâbe-yi Muazzama’yı basit basit iki üç taş parçası ona kıymet verme!
Oralarda Cebrail Âyet-i Kerîm’eleri indirdi.
Resûlullah o havadan nefes aldı.
Mubarek ayaklarını oraya bastı.
Dünyaya oraya teşrif etti.
Bu Resûlullah hörmetine Allah’ın Kâbe’si hörmetine!
Yoksa taşında toprağında değiliz biz.
Resûlullah oraya bastığı için hürmet ediyoruz biz.
Onun için dönüyoruz oraya biz!
Onun için bayram yanaşıyor….
Tövbe… Allah-ü Ekber çekin!
Allah’ı tesbih edin!
Gece namazı kılın, çok değil iki dakikacık bitti ondan sonra yat gene!
Abdesli gezin!.
Bu günler mubarek günlerdir.
Elimizden tutup birbirimize maddî yardım yapamıyorsak hepimiz aynı tarafa dönersek ruhen yine birbirimize :
“Allah ümmet-i Muhammedi doğru yoldan ayırmasın!” desen bile kâfidir.
Onun için dünya, güneşin etrafında dönüyor.
Bi de kendi etrafında dönüyor her an, her saniye dünyada Kâbe-yi Muazzama’ya dönüp başını secdeye koyan muhakkak bir kul vardır, her an namazdadır.
Tasavvur edin ki biz de dünyalan beraber dönüyoruz.
Bir yerde dursaydık, başımızı secdeden kaldıramıyacaktık.
Beş vakit namaza şükret oğlum!
Beş yüz vakit oldu mu yandık!
Sonra kaçırdığınız zaman bişey de var “kaza da yap!” diyor bu ne kolaylık.
Allah cümlemizi islah eyleye! Amin!.

Allahümme salli ala muhammedin ve ala ehli beyti muhammed. Subhaneke ya allam tealeyte ya selâmeti ecirna min nari bi affuke ya mücir. Allahümme entel mennan bediüs semavati vel ard ya zel celali ve ikram ya hayyul ya kayyumu ya Allahü zel celali ve ikram
Yâ ilahî!
Bize giydirdiğin Muhammedi kumaşı, kıymetini bize takdir eyle Yâ Rabbiii!…
Bizi azizliğine eriştir Yâ Rabbi!…
Âhirete intikalimizde Resûl-u Kibriyâ’nın yüzünü görmek, elinden öpmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbiii!…
Bütün ev halkımıza, bütün ümmedi muhammedin midesine girecek lokmaları helâl tarafından nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbiii!…
Memleketimize her türlü afat-ı semayi afat-ı araziyeatı afatı & zelzele, sel, yangın afetlerinden sen masum kıl Yâ Rabbiii!…
Ordumuzu icabet ettiği zamanlarda Mansur ü muzaffer eyle Yâ Rabbiii!…
Sırat-ı mustakimden bizi ayırma Yâ Rabbiii!…
Evimize helâl lokma sok Yâ Rabbiii!…
Sıhhat afiyet dirilik ver Yâ Rabbiii!…
Kabre intikal ettiğimiz de kabir meleklerinlen bize iltifat nasib eyle Yâ Rabbiii!…
Son nefesimizdeki buyrun : Eşhedü enla ilahe illalah ve eşşedü enne muhammeden abduhu ve Resûluhu kelimeyi tayyibesinnen ruhumuzu azraile vermek nasib müyesser eyle Yâ Rabbiii!…
İllahil Fatiha!..

***
Aziz cemaat!
Hepinizlen beraber namaz kıldık.
Herkesin kendine göre bir tertibi namaz üsulu vardır.
Evinde herkes kimisi ayakta yer, kimisi yerde yer, kimisi yan yatar, kimisi kuş şeyinde yatar, kimisi elen yemek yer.
Herkesin bir huyu vardır.
Namazda da herkesin bir huyu vardır.
Sizin içinizde en yaşlınız ne kadarsa ben de o vakitten 7 yaşından beri namaz kılarım bende oğlum!.
Hiç kimse namaz kıldığından iftihar etmesin hepimiz müslümanız.
Yarın huzur-u ilahîye çıkacağız!
Ben namazı iade ettim, huzur duyamadım namazda!
Namaz arkadan seyrettiğiniz zaman doğrudan doğruya soytarı oyununa benziyor .
Vallahide billahi âyet-i Kerîme okurum hepiniz cehennemden çıkmazsınız.
Allah’ın huzurunda alay olmaz efendiler!
İmam “Allahu Ekber!” demeden ön sırada hep secdeye başlar, daha “Selâmün aleyküm!” demeden adam başını çeviriyor.
Allah rızası için yapmayın bunu!
Benden daha lakırtı istemeyin!
Buraya da artık gelmiyeceğim!
Ben size yanlışlarınızı Allah rızası için uğraşmaya çalışıyorum, siz hokkabazlık yapıyorsunuz!
Yapmayın bunu rica ederim!
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem aşkına yapmayınız!
Vallahi yanarsınız hepiniz yahu!
Böyle şey olmaz yahu!
Allah’lan alay olmaz aziz cemaat!
Allah’lan alay olmaz!
Başkası olsa dinsiz, vallahi gebertirim ben adamı sokakta ama siz hepimiz müslümanız birbirimize söylemek mecburiyetindeyiz.
Yapmayın bunu Allah rızası için!
Allahın huzurundasın yahu!
İmam “Semiallahu limen hamide!” diyor da içinden herif başlıyor inmeye nereye gidiyorsun efendi!
Vallahi de ve billahi de Resûlullah’ın şefaatinden mahrum kalayım ki bu namaz olmaz efendiler olmaz bu namaz!
İslamda bir tek namaz kaldı bari Allah rızası için onu kirletmeyin!
İstersen kılma daha iyi olur böyle edepsizlikle içinde kılacaksan!..


KELİMELER :

Salihin : Salih kimseler, günahkâr olmayanlar, salihler.
Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek
Efrad : (Ferd. C.) Fertler. Askerler.
Derunî : f. Gönülden, içten.
Ledün : Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait.
Veysel Karanî : Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u canı ile bağlı kalmıştır. Sıffîn Muharebesinde Hz. Ali'nin (R.A.) askerleri arasında şehid düşmüştü. (Hi: 37) Veys diye de anılır.
Tekavüt : Emeklilik.
Mutahhara : (Müe.) Temizlenmiş. Kirleri giderilmiş.
i’timad : (İtimad) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak.
Tevessül: Allah'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
Hilmiyyet : Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk.
Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.
Nâmütanahi : f. Sonsuz, ucu bucağı olmayan. Nihâyetsiz.
Harukulâde : Fevkalâde, âdetin hâricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede. Son derece kıymet ve ehemmiyeti hâiz olan şey.
İnfilak : Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikak etme.
A’za : (Uzv. C.) Bedenin her bir uzvu. * Bir cemiyete mensup kimse.


ÂYETLER :

لَوْأَنزَلْنَاهَذَاالْقُرْآنَعَلَىجَبَلٍلَّرَأَيْتَهُخَاشِعًامُّتَصَدِّعًامِّنْخَشْيَةِاللَّهِوَتِلْكَالْأَمْثَالُنَضْرِبُهَالِلنَّاسِلَعَلَّهُمْيَتَفَكَّرُونَ

“Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune. : Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)


SOHBETLER : II
Edeb bu Rasûlullah Cenâb-ı Allah’nan sohbet eder.
Onun için dedim ki Şeytan, uzak kalmışların sırrıdır.
Kimden Allah’dan.
Allah’nan bir olanlara şeytan yanaşabilir mi?
Yanaşamaz!..
İnsan bu edebin içinde kaldı mı riyâ, yalan yoktur onda, midesine de haram giremez oğlum.
Soksan bile kusar insan.
Bunların kadersizi kim?
Hani geçen de Sivil Savunma tatbikatı oldu.
Düdükler çaldı.
Tayyare geldiği zaman şöyle olacak.
Evlerden radyo haber veriyor.
Şöyle bir filo geliyor.
Bilmem ne ediyor.
Haber vereceğiz.
Herkes sığınağa girsin.
Bize Allah o günleri göstermesin.
“Şöyle olsun, böyle olsun!” diye haber verdiği gibi.
İnsanlarda da böyle edebe girdiği Allah’ın rızasına kavuştuğunu belli eder bir şeyi vardı İslamda.
Ona gözyaşı derler gözyaşı.
Gözyaşı…
Şimdi gözyaşını herkes bilir.
Böyle buradan damlar.
Bazısı elinnen siler, bazısı mendilnen siler.
Siler oğlu siler ama neyi siler farkında değil.
Ben size şimdi gözyaşını bir anlatayım da bakın neleri siliyor.
Akıl ve fennin inanma vasıtası labaratuvar vardır.
Fennî bir adama : “Profosör yahut üniversite diye bir şey var mıdır?” “Evet efendim.”
“Labaratuarda ispat edin bunu bana!” dedim.
Sanki laboratuarında iki tane şişe üç tane cam.
Dört tane miyar var.
Sanki dünya otuz sayfa fiziknen, kırk sayfa kimya kitabının içindedir.
Ama bunlar fen.
Gayet tabi, bunlar Allah’ın şeyleri.
Akıl ve fennin inanma vasıtası olan labaratuvar muayenesinde, gözyaşında içinde;
Su vardır
Tuz vardır.
Üre vardır.
Şeker vardır.
Dört tane madde vardır bunda.
Labratuvarda tahlil ederken gözyaşını içinde üre denilen, idrarda çıkan hani çoğalırsa kanda üremi yapar.
Üre vardır.
Tuz vardır.
Şeker vardır.
Su vardır.
Bu gözyaşıdır...
Bu kimya labaratuvarının cevabı.
Bi de maneviyat labaratuvarının cevabı raporunda insanda Hayy Esması vardır biliyorsunuz.
Canlılık demektir.
Hayy, Allah’ın Hayy’ı.
Hayy’ın devamına yani insandaki canlılık hayatın devamına kaderle bahşedilen El Rezzâk esması ile.
El Rezzâk esması ne?
Yiyoruz yemek, değil mi?
El Rezzâk esması ile yıkanan, içinde aklın alamadığı değişmeyen madde ve cevherler bulunan kandan süzülen bir nesnedir gözyaşı. İnsanın kanından süzülüyor.
O halde Hayy Esmasının Rahmân Çeşmesinden gelen inci tanelerine şey derler, gözyaşı…

Gözyaşı, birde atta ve köpekte vardır.
Onlarda ağlarlar.
At ile köpek ağlar.
Onun için Kur’ân’da attan da bahseder köpekten de bahseder. İnsanın Allah ile en samimi irtibat zamanı, gözünden yaş geldiği zamandır...
Ağlayan insan, güzelleşir efendim.
Çirkin bile ağlarken muhakkak güzelleşir.
Çünkü Allah’nan irtibata geçiyor.
Çirkin bile ağlarken güzelleşiyor.
İnsan ağlarken muhakkak güzelleşir.
Çok gülme esnasında gözden gelen yaş; insandaki yaradılış edebinin kendi kendine utanarak nefsinin bu ne yaptığını bilmiyor.
“Yâ Rabbî Affet!..” demektir.


SOHBETLER : III
Gölgesinin gölgesinin gölgesi.
Onun içinde bir iş var.
Adam uyur geceleyin.
Ruhu güneş gibi gökyüzünde dolaşır rüyalarda.
Beden ise yorgan altında.
Mesela bir kâfire putun bir ikincisi olamaz.
Puta tapıyor.
İkinci bir put olamaz.
Halbuki putta da ne bir kudret vardır ne bir ruhaniyet vardır.
Öyle olduğu halde o gizliden gizliye gökleri çekip duran nedir.
Bu hal bu âleme başka bir âlemden kaynaklanıyor.
Niye onu puta taptırıyor?
Niye seni Allah’a taptırıyor?
Bir şeye inanmak, bir şeye bağlanmak ihtiyacımız var bu nereden geliyor bu fikir?
Kimse farkında değil.
Bu pusuyu, bu pusudur haa tuzaktır.
Bu pusuyu akıl göremez.
Canda göremez, çünkü insanın bedeni canın üzerine çekilmiş bir perdedir.

Atasözü vardır.
“Bize ne gelirse bizden gelir.”
Başımıza ne gelirse kendimizden gelir diye atasözü vardır.
Onu da Cenâb-ı Peygamber şu hadiste buyurmuştur.
“Benden sonra peygamberlik kalmadı. Ancak bazı müjdeler olur. Uyuyan mü’minler rüyada görür. Yahut o müjdeler onlara görülür!” diyor Cenâb-ı Peygamber.
Ve altındaki hadiste “Rüyada beni gören gerçekten görmüş olur. Çünkü şeytan benim şeklime giremez” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
Bu hakikat ve basiret nuru ile şeriata uyanlara şeytan temessül edemez demektir, bana şeytan temessül edemez demek, benim kılığıma rüyada şeytan temessül edemez giremez demek, şeriatıma Allah’a inanan ve secdeye kapanan mü’minlerin şeklini temessül edemez şeytan demektir.
Çünkü Cenâb-ı Peygamber ümmeti için konuşmuştur.
Kendisine teklik olarak katiyen gurur sıfatını kullanmaz Cenâb-ı Peygamber.
Bütün Peygamberler evliyalar melekler, dikkat buyurun bunu aklınızda tutun bütün melekler, peygamberler, evliyalar, Kâbe, güneş, ay, beyaz bulut ve Kur’ân şeytanın temsil edemeyeceği kudsî varlıklardır.
Bunların şekline şeytan rüyada giremez.
Ne beyaz buluta, ne Kâbe’ye, ne güneşe, ne aya, ne Kur’ân’a, ne meleklere, ne de Evliyaullaha, bunları temsil edemez.
Şeytan.
Çünkü şeytan Kahır Esmasının zuhurudur.
Ancak şaşkınlığı temsil eder.
Su ateş şeklini alamayacağı gibi ateşte su şekline giremez.

Niçin bu böyledir?
Zira Cenâb-ı Allah hak ile batılın ayrılmasını murad etmiştir. Şeytan, içinde hidâyet izni bulunan hiçbir ismi temsil edemez.
Hak Teala ruh aynasında rububiyet sıfatı ile tecellî eder diyor Cenâb-ı Peygamber.
Cenâb-ı Allah tecellî edeceği zaman ruh aynasında Rububiyyet insanların anlayabileceği şekilde tecellî eder.
Bu tecellîye tasavufta “Tıfl-ı manîa : Mânâlar çocuğu” ismi verilir.
Onun için Resûl-i Ekrem efendimiz buyurmuştur ki.
“Rabb’ımı güzel bir genç suretinde gördüm”. Hadistir bu.

Rabb’ın aynası ceseddir.
Allah, görenin isti’dadına göre görmeyi halk eder.
Gerçekten Zat-i İlahi değildir bu, çünkü bu şekilde görünmekten münezzehdir.
Resûlullah’ın tahammül edeceği hududda insanı anlatabilmek şekilde tecellî etmiştir.
Peygamber Efendimiz de böyledir.
Herkesin isti’dadına göre görünür Cenâb-ı Peygamber.
Tam varis olan, varisi olan Enbiya-yı kiram, Velîyullahlar onlar müstesnâ aynen Resûlullah’ı görebilir.

Çünkü Veysel Karanî Hazretleri anasından izin aldı.
Medineye geliyor.
Hazreti Fatıma’yı görüyor.
Diyor ki : “Peygamber nerde?” diyor.
“Yok!” diyor.
“İki saat sonra gelecek.”
“Ben gelemem diyor anamdan bir saat izin aldım.”
“Peki diyor sen” diyor
Hazreti Fatıma : “de bakıyım.”
“Sen diyor Resûlullahı gördün mü?” diyor.
“Benim babam diyor gördüm.”
Bakıyor Hazreti Fatıma’nın yüzüne : “görmedin” diyor.
Herkes başka türlü görür oğlum.

Kimisi ateşin yanına yanaşamaz uzaktan seyreder.
Kimisi çok üşür yanına yanaşır.
Kimisi maşayla tutar.
Kimisi fırına içine girer oğlum.
Bunlar başka işlerdir.
Onun için Resûlullah rüyasında insanın kendi temizlik derecesine, kendi bilmem ne derecesine göre görünür.
Mesela ben şimdi gözlüğümü çıkardım mı kimseyi göremiyorum.
İçinizde gözü bozuklar varsa gidersin gözlükçüye.
İlk defa bir numarayı verir.
“Ahaaa az görüyorum.”
İki numarayı verir.
“Bunnan hiç görmüyorum.”
“Bunnan hiç görmüyorum.”
“Haa bunnan biraz görüyorum.”
“Şunnan, haa haa bunnan gördüm!” dersin.

Aha insanın temizlik derecesine, Resûlullah’a itaat ve Allah’a mutilik derecesine göre Resûlullah muhtelif şekillerde insana görünür.
Kim ki rüyasında gördü, muhakkak görmüştür.
Ama görmüşse kendi isti’dadına göre tecellîsini görmüştür.
İnşeallah hepimizin rüyasına Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem girer.
Yalınız, girdiği zaman da katiyyen bunu kimseye söylemeyin.
Aynanın buğusunu bozarsın.
Kaymağı teşekkül etmiş üzerindeki kâsedeki sütten (yoğurt) çalamazsın oğlum!
Bir yerini bozacaksın muhakkak.
Farkına varılır.
Söylemek de gönlünün üzerindeki kesilen kaymağı bozar.

İkinci Sultan Murad Edirne de sarayında.
İstanbul fethedilmemiş.
Sarayında oturuyor.
Hacı Bayramı Velî Hazretleri de misafiri.
Şehzade Mehmed de beşikte oğlum.
Hazreti Fatih, Murad’ın oğlu ya beşikte.
İkinci Murad sohbet esnasında Hacı Bayramı Velî Hazretlerine : “Şeyhim demiş Allah’ın izni ve Erenlerin himmetiyle İstanbul’u almak istiyorum! Büyük babam Yıldırım Beyazıt, Amcam Musa Çelebi ve ben bu işe teşebbüs ettik, ettik ama alamadık!” demiş.
“Gönül atın da, himmet edin de bu şehri alayım!” demiş.
Koskoca Murad, Hacı Bayramı Velî den istimdad ediyor.
Yaaa oğlum!
Bir Velî şöyle yaparsa.
Ordular mordular dünyalar fışkırır.

“Arşı kürsi ister isen gir Velînin kabzına,
Arşı Kürsî’den geniştir bir Velînin âyesi.” demiş herif.

Eski padişahlar etrafında o büyük Velîleri toplarlardı.
İstanbul Velîlerle alındı.
Bütün harbler velîlerle şiy edilmiştir, kazanılmıştır.
Hacı Bayramı Velî bir an şöyle gözünü yumuvermiş.
Neriye gidiverdi.
Cep defterine bakıyor, orda hatıra defterine bakıyor.
Sonra tatlı bir ışıltılı bakışlarıyla Sultan Murad’ı şöyle bakışlarıyla okşamış.
“Şevketlüm demiş Allah’ın bildiğini senden saklayamam.
Bu şehri sen alamayacaksın.
Bunu bende göremeyeceğim.
Lakin bu şehri beşikteki mübarek şahzedenle aha şu benim yanımdaki Molla Akşemseddin alacak.
Herşeyin bir belli vakti vardır, beklemek gerek şevketlim!” demiş.

Onun için aziz cemaat!
Allah inanmış gönüllerin iman zevkinden kazanacakları halleri farz kıldığı ibadetlerde depo etmiştir.
Feyz isteyen ibadetlere koşsun.
Hani deminde söyledim bazıları çıkıyor.
“Bizim için ibadete lüzum kalmamıştır efendim.
Çünkü ibadetler insanı Hakka ulaştırıcı şeylerdir.
Benim gönlüm temizdir, şudur budur.
Biz Hakka uyduk. Hakk ile beraberiz!”
Bu söz yalandır oğlum.
İbadetten müstagni kalacak hiçbir makam yoktur.
İbadet ancak insan öldükten sonra biter.

İşte vaktaki günü geldi, İstanbul muhasara edildi.
Hazreti Resûlullah Efendimizin Hadisi var.
“Fetahhanne’l- kontantiniyye veleniğmel emirü emiruha Vele niğmel ceyşe zalike ceyş.”
Fetahhanne, Arapçada bir siga vardır.
İstikbal sigası ama “katiyetle fethedilecek” demektir.
Fetahhanne’l muhakkak alınacaktır.
“Fetahhanne’l- kontantiniyye velenunel emiri emiril ruha.
Oraya giren ne mübarek emirdir. “
“Vele niğmel ceyşe zalike ceyş.
Oradan geçen asker ne mübarek askerdir.”
Cenâbı Peygamber haber veriyor.
Yedi yüzsene evvelden haber veriyor.
Hazreti Fatih muhasara ediyor 21 yaşında.
Etrafında muhafızları, görünmeyen muhafızları, görünen muhafızları.
Velîyullahharın âyetleri okumaları yaaaaa!..
Muhasara, muhasara haaaaa!
düşmüyor İstanbul.
İstanbul bir türlü düşmüyor.

Şurada bir malzeme vereyim size.
Allah’ı sevmek idrakten doğar.
İdrak olunan şeyler derken, kemâle gönül akıverir idrak etti mi. İnsanlarda idrak cihazları, anlama cihazları muhtelif olduğu için her iki idrak cihazının kendine mahsus birleştiği şeyler vardır.
Hepisinin birleştiği biricik sevgi de Allah sevgisidir.
Allah sevgisinin, Allah’ı sevmek değil sevgi, Allah’ın kendisi sevgidir.
El Vedûd, Allah’ın bir esması.
Vedûd sevilen demektir.
Seven demek demek.
Allah’ın kendisi kendiliğinden sever.
İnsan iyi dikkat edin çocuğunu, malını, işini, sıhhatını hayatını sevmesi fıtrî bir yaradılış icabıdır.
Bunu yapmak için tahsile lüzum yok.
Hayvan bile seviyor. Kedi, kedi aldı mı ciğeri başkasına vermiyor.
Bunlar fıtri bunlar tahsile lüzum yok gayrete de lüzum yok.
Fakat Allah’ sevmek fikri muhakeme üsulu lazım.

İşte Fatih bu malzeme ile yoğrulmuş beşikten beri.
Hacı Bayram-ı Velî taharı tarü cennetinden sonra yetiştiriyor onu. Görünmeyen, tekneye koymuş şeyi Fatih’i görünmeyen elleriyle, ruhanî elleriyle yoğuruyor Fatih’i.
Fatih yedi tane lisan bilirdi 21 yaşında.
Rumca şiirleri var.
Fatih kuşkulanıyor.
Çağırıyor Hoca’yı : “Hoca burayı ne zaman alacağız bunu? Ne kadar hücum ettimse. On bin kişi kırmışsak diyor düşmandan geriye kalıyor beşbin kişi. Beşbin kişi daha çok muhafaza ediyor!” diyor.
“Şaşırıyorum ben buna!” diyor.
Halbuki bir insan yoruldukça çalışamaz değil mi.
“Bu heriflere ne oldu?” diyor.
“Bu kadar tahribat ettiğimiz halde ertesi günü daha kuvvetli hücum ediyorlar bize!” diyor.
“Şevketlüm!” diyor.
Orda yine hatıra defterini açıyor.
Orda gizli casusluk telsizinden konuşuyor Akşemseddin Hazretleri. Şehirde meşhur şeyh Maksud’un halifelerinden,
Ya Vedûd Sultan.
Ya Vedûd Sultan diye bir Evliya var Bizansda.
Vazifeli gelmiş o da.
Hasta, çok yaşlı.
Duası şu : “Ya İlâhi! Allah’ım! Bu güzel şehrin İslamın olduğunu gördüğüm an benim canımı al!” diyor.
“Zaptedilmeden beni düşman içinde öldürme Ya Rabbi!” diyor. Bizans’ta olan bu Ya Vedûd Sultan.

Eee tabii Cenâb-ı Allah duasını kabul eder.
Ya şöyle yapacaktır.
Cenâb-ı Allah biliyor İstanbul’un fethedileceği tarihi değil mi? Biliyor.
Ya Vedûd’un ölüm gününü de biliyor. Onu da biliyor.
Bakıyor listesine Ya Vedûd felan gün ölecek.
Eee İstanbul’da şu kadar gün sonra fethedilecek.
Ben bunun duasını kabul etmesem bu günde fethedilirse bunun daha bu ondan evvel ölecek.
İstanbul fethedilmeyecek.
Ulan ben bunla bir oyun oynayım diyor.
Tırrrrrrrrrıııııııt çekiyor ipi.
Fatih’e gidiyorr.
“Sen dur hele ağam diyor . daha kırk gün daha var onun ömrüne.
O güne kadar buraya fetedemeyeceksin sen!” diyor.
Durduruyor onu.
Tabii bunu Akşemseddin Hazretleri anlıyor onların telsizleri var. Gizli teşkilatları var.
“Şevketlüm diyor Bizans kalesinde Allah’ın sevdiği bir zât var.
Ömrü bitmeden şiye giremeyeceğiz.
Daha kırk gün daha fetih gecikiyor!” diyor Akşemseddin.
Şimdi ki gibi : “Bu ne saçmalık, böyle lakırtı mı olur?” diyen yok.
“Peki Şeyhim!”
29 Mayıs sabahı, bir gün evvelden iki gün oruçlu millet.
Sabah namazını altı yüz bin kişi kıldıktan sonra : “Allah! Allah!” diye saldırıyorlar.
Önden fatih giydirildiği yer altı kulubesindeki delik açılıyor askerleri giriyor.
O anda Ya Vedûd Sultan ruhunu teslim ediyor.
Şehir karmakarışık.
Bildiğimiz tarihi şeyler.

Nihâyet bir gün aradan üç dört gün geçtikten sonra Hazreti Fatih Cuma Namazı için Ayasofya Kilisesine gidiyor. Temizlettiriyor.
Ayasofya’ya girerseniz batı kısmında bir direk vardır direk. Terleyen direk diye.
Terleyen direk diye bir direk vardır.
Elini sokarsın oraya terler bu direk.
Bütün hastalıklara iyi gelir.
O zamandan var.
Namaz kılıyor o terleyen direğin yanına gittiği zaman Hazreti Fatih böyle birden duruyor.
Gözüne bir nur hasıl oluyor. Bir nur.
Yanında yetmiş kadar ulema Akşemseddin Hazretleri de olduğu halde.
Bu tarihe geçmiştir.
Böyle yanaşıyorlar ki bir nur onun içinde bir tabut hazırlanmış bir ceset var içinde.
Böyle serili.
Üzerinde cesedin böyle pembe renkte “Ya Vedûd” yazıyor.
Ya Vedûd Sultan orada…
Hemen Fatih : “Bunu alın!” diyor.
“Gusledilsin felan.”
Üzerinde yine bir yazı “Merhum magsuldur!”
Hemen defnedin.
Yıkanmıştır diyor yıkanmıştır diyor.
Allah tarafından guslü yaptırılmış.
Fatih emrediyor.
Herkes omuzuna alıyorlar.
Sultan Ahmed Meydanı’na çıkıyor.
Bir fırtına, bir rüzgar.
Bütün cemaati kendiliğinden aşağı doğru çeviriyor bunları.
Gülhane Parkı’na doğru.
Haydi bunlar doğru gidiyorlar oraya.
Sanki birisi götürüyor.
Ya Vedûd Sultan götürüyor onları zorunan omuzunda olanları. Padişah madişah.
Dönüyorlar Eminönü’ne geliyor.
Eminönü’ne geliyor ki. Geliyor.
Bunlar oğlum saçma değil saçma değil.
İspatlarınan konuşuyorum.
İnanmayan gider Hazine Müzesinde Tomar-ı Humayini açar okur.
Bir kayık ne küreği var ne adamı var.
Fatih diyor ki : “Girin içine!” diyor.
Fatih de giriyor içine.
Bu devletin arşivinde yazıyor oğlum arşivinde.
Aklına sığmayanlar: “Bu nasıl olur?”
“Bu olmaz efendim!”
Senin aklın için olmaz, benim için olur.
Kayığa biniyorlar o büyük kayığa.
Kayık küreksiz, müreksiz, hadi Haliç’e doğru yol alıyor.
Devletin arşivinde yazıyor.
Hoca Efendinin kafasından uydurma değil bu oğlum.
Geliyor, bir yerde duruveriyor.
Yanaşıyor kıyıya kayık.
Çıkıyorlar. Cenazeyi alıyorlar.
Ayvansaray’ da .
Sanki içindeki Ya Vedûd Sultan, cenazeyi taşıyanları idare ediyor.
Gidiyorlar bakıyorlar ki bir mezar kazılmış.
“Nasıl olur? Bu olur mu?”
Vallahi de olur. Billahi de olur.
Resûlullah beni şefaatinden mahrum etsin ki olur.
Nasıl olmazmış.
Ben yenisini bunların görüyorum.
Neler olmaz.
Defnetmişler oraya.
Namazı kılınmış orda defnedilmiş.
İşte orada Ayvansaray’da orda bir Ya Vedûd Camii ve çeşmesi vardır.
Camisi yapılmıştır Ya Vedûd Sultan oradadır.
Büyük bir Velîdir.
İstanbul’a gittiğiniz zaman hatta orası harb-i umumiden sonra mütareke devrine kadar Ya Vedûd İskelesi’ydi ora.
Değiştirdiler ismini Ayvansaray İskelesi oldu.
Onun için o büyüklerin etrafında neler vardır.
Neler vardır.
Sen kubbenin altını boş mu sanıyorsun.

Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ehli beytihi Muhammed.
Subhaneke ya allam taleyte ya selami ecirna minnari biaffike ya Mecîd.
Allahümme entelmennanu bedius semavatı velard zülcelâli vel ikrami ya hayyu yakayyum ya Allah celle celalehu.

Ya İlâhi!
Ümmeti Muhammede her türlü afat-ı belayı, afat-ı semavi, afat-ı araziyeden, düşman salvetinden Sen muhafaza buyur Ya Rabbi! Âmin!
İcap ettiği zaman ordumuzu daima mansur u muzaffer eyle Ya Rabbi! Âmin!
Memleketimize kıtlık gösterme Ya Rabbi! Âmin!
Midemize ve bütün mü’minlerin evimize, çoluğumuza ve çocuğumuza helal lokma nasibi müyesser eyle Ya Rabbi! Âmin!
Diğer İslam milletlerini her türlü afat-ı belâiyeden koru Ya Rabbi! Âmin!
Ahirete geldiğimiz zaman bize mezarda münkir ve nekir meleklerinnen irtibat nasip eyle Ya Rabbi! Âmin!
Son nefesimizde buyurun : “Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Resûluhu” kelimesi ile çene kapamak nasibi müyesser eyle Ya Rabbi! Âmin!
Ahirete intikal ettiğimiz zaman huzuru mahşerde Resûl-i Ekrem Nebi muhterem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin güzel yüzünü göstermek, elinden öpmek nasibi müyesser eyle Ya Rabbi! Âmin!
Bizi cehennem azabından koru Ya İlahi. Âmin!
Lillahil Fatiha.

***

Profosör Doktor Münir Derman Bey’in 18 Haziran 1967 Pazar günü Tekke Camiinde yapmış olduğu derstir:

Aziz Cemaat Hafız efendi yine güzel bi âmenner Resûli okudu.
Namazdan sonra bizim Hafızımız Allah razı olsun.
Sesini nur etsin.
Güzel âyetler okuyor.
Âyetlerin hepisi güzel ama içinden bir âyeti bize hitap edecek âyet.
Bu âyet mü’minler için, başını secdeye koyanlar için, başka hiç kimse için değil.
Başını secdeye ko!
“La İlahe İllallah!” de.
Başını secdeye koyanlara Cenâb-ı Allah Resûlullah’ın İlâhi Rabbla olan kalbine ilham ederek.
Mübarek ağızları hoparlör.
İlahi hoparlörle bize bildiriyor Cenâb-ı Allah.
Bu söylediklerimi diyor, bütün kainat hiçbir kimse bilmez diyor.
Yalınız secde-i Rahmâna başını koyanlar bilir.
Kendi hakiki kalbi ile bana inananlar, böyle inanıp da iman edenler.
İman iki türlüdür oğlum biri inanarak edilir.
Biri neynen edilir. Bir de dededen görme edilir.
Hepimizin nüfus kağıdında dededen görme İslam.
Bak bakalım. Kılanlarınan, kalpten iman eden, hakiki kalben inanıpta iman edenler yok mu onlar isteseler de, istemeseler de Bana ve Resûlume itaat ederler diyor.
Ben onlara kolaylık.
Aha bu âyet-i kerime’nin secdeye başını mü’min koyanlara müjdesi olduktan sonra ondan sonra “Efendim son nefeste ne yapacağız?”
Ne yapacaksın işte ahaa bunu yapacaksın.
Allah sana La İlahe İllallahı çözdürecekse;
Edepsizlik yapma!
Faziletten çıkma!
Doğruluktan ayrılma!
Adaletten ayrılma!
Yetim malı yeme!
Kimseye fenalık etme!
Namazını kıl gâyet tabii.

Söyletecek bile muallim-i Cebrail.
İlk yanaşır o zaman Azrailnen beraber sıkarak böyle körükken söyletir sana La İlahe İllallahı.
Ne zannettin sen?
Bu kadar kıl kıl da sonunda “Efendim vah!”
Yok öyle delilik.
O sapık insanların korkusundandır o.
Aha âyet-i kerime diyor.
“Hakiki kalben bana inanan ve iman edenlere Resûlume ve Bana emirlerime itaatte Ben onlara kolaylık veririm.”
Bak Efendim ne olur.
Ne olacak uçacak değiliz ya.
Yalan söylemiyoruz.
Kimsenin ırzında değiliz.
Kimsenin parasında değiliz.
Midene haram gitmiyor.
Gusülsüz abdestsiz gezmiyorsun.
Kimseye fenalık yap.
Cebrail mi olacağız.
İnsan akli Cebrail den de büyüktür ne zannettin?
Sen ne konuşuyorsun?
“Bir adım öteye gidemem Ya Resûlullah yanarım!” diyor…

KELİMELER :

Temessül : Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek.
Temsil : Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz.
Kahır : Zorlama. Cebir. * Ezme. Mahvetme. * Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme. * Cenâb-ı Hakkın şiddetli ve azab verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.) (Bak: Celal)
Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Rububiyyet : Cenab-ı Hakk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyyeti. * Artırmak. Ziyade kılmak.
Tıfl : Küçük çocuk. * Her şeyin cüz ve parçası.
Maanî : (Mâna. C.) Mânalar. * Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı. (Bak: Belâgat).
İsti’dad : Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Münezzeh : (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
İstimdad : Medet ve yardım istemek.
Kabz : Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak
Âye : Avuç.
Müstagni : (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
Siga : Gr: Fiilin tasrifinden (çekiminden) meydana gelen çeşitli şekillerden her biri. Kip.
İstikbal : Ati, gelecek zaman. * Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
Fıtrî : Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.
Merhum : (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
Magsul : Gaslolmuş. Yıkanmış. Gusletmiş.
Merhum magsuldur : Bu rahmetli cenaze yıkanmıştır.
Humayin : f. Padişaha ait. * Mübarek. Kutlu. Uğurlu. Âlî. * Kuvvetli.
Mütareke : Bir mes'eleyi hal için bir şeyi terketmek. * Karşılıklı olarak anlaşmak, kuvvet ve silâhı bırakmak.
Muzaffer : Kahraman. Gâlip gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş. Zafer kazanmış, zafer kazanan.
Mansur : Yardım edilen, yardım görmüş. * Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur)
Afat : Belâ. Musibet. Büyük felâket.
Münkir : (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Nekir : Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)
İrtibat : Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.
Müyesser : (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
Lillahil Fatiha : Allah için Fâtiha okuyun!


SOHBETLER : IV
Fizilâmül leyl utlubu Fizzilâm, Ene Deyyan!
Gece vakti Ben, istediğinizi O anda veririm.
Herkes gece uykuda aleverade daleverede,
Sen uyumazsan kapı boşalır oğlum boşalır.
Daha erkenden gidersen şeye,
İstasyonda birinci mertebede bulunursun.
Onun için gece vakti göz yaşı dök!
“Ulan ne döküyüm!”
“Heee hee!” mi ağlayayım?”
Hayır efendim!
Kıl iki rekat namazı.
Ya İlahî şu azametine bak!
Şuna bak! Buna bak!
Hele ki bu günkü dünyada Allah’ı inkar kapıları tamamen kapanmıştır.
Bakma o zırıltılara.
Efendim sonumuz bişey değil!
O haberi olmadan
O korkusundandır
O bişey yapamadı şimdiye, aşağıda tokmağı yiyecek ondandır korkusu.

“Bunları kim yaptı efendim?”
Cenâb-ı Allah yaptı.
Hâşâ sümme hâşâ.
“Ulan durup dururken nasıl olur?
Allah nerden oldu?”
Sümme hâşâ?
Değil mi insanın aklına gelir.
“Bu kuvvet nasıl oldu.
Emrediyor şu olsun bu olsun.
O nerden aldı bu kuvveti?”
Haaa O nerden aldı biliyor musunuz?
O âhirette belli olur.
Bu akılnan o belli olmaz âhiret aklıyla.
Allah bu kadar akıl vermiştir bize.
Onu keşfedemeyiz.
Eğer aklını örselersen tekmeler seni.
“Gümmm!.” diye aşağıya gider.
O taraf iman süzgeci ile iman yoluyla şey eder.
“Buna ermiş adamlar var mıdır?”
Heeey dolu, dolu!
Belki içinizde de dolu.
Bunlar kendilerine belli etmezler.
Beyhude bu başınızı secdeye koymuyorsunuz.
Haberi olmadan insan Velîyyullah olur.
Aklı ermez ona da farkında değildir kendisinin.
Bırak gitsin onu.

Bir gün Hacı Bayramı Velî Hazretleriynen, alay ederlermiş kendisiynen Büyük Velî.
Bu Türk diyarında dört tane büyük velî vardır.

Allah şefaatlarına nail eylesin.
Kendileri, ismi velî değil.
“Ben Velîyullahım diye ilan etmiş herif.”
Radyoda gazetede, mazatede ben Velîyullah’ım ne zannettin demiş.
Böyle herifler.
Hacı Bayram-ı Velî,
Hacı Şaban-ı Velî,
Hacı Bektaşı Velî,
Beyazıd-ı Velî, Yavuz’un babası. Padişah.
Bunlar Velîyullahtır Allah şefaatlerine nail eylesin.

Hacı Bayramı Velî’yle alay etmeye başlamışlar.
Bu da Velîdir melidir işte.
Çünkü insanlarda hased vardır.
“Yaa Velîyim ne zannettin!” dedi adam.
60 Sene başını secdeye koymuş adam.
Herkes uyurken o namaz kılmış, ağlamış durmuş.
Senilen bir olur mu ne zannettin.
“Bende efendim okuyum duruyum!”
yoooo kolaydı!..
Kazın ayağı ya öyle değil.
Hacı Bayram-ı Velî câmiden çıkıyormuş.
“Ulan şununlan bir alay edelim!” demişler.
Allah’ın Velîsiynen şaka olmaz!
Hiç şakaya gelmezler bunlar.

Bir cenâze.
Zamanın Kadısının kardeşi.
Tabuta koymuşlar.
O câmide iken musallaya koymuşlar.
Hacı Bayram-ı Velî çıkıyor.
“Efendi Hazretleri burda bir cenaze var.
Namazını kılar mısınız?” demişler.
“Hay hay efendim kıldırıyım!” demiş.
Gelmiş mevtanın önüne.
Bakmış ki arkaları dolu cemaat.

Şimdiki gibi getirirler.
Felan bey öldü.
Çiçekler miçekler,
Getir çiçeğini koy oraya!.
Hacı yobazlar kılsın şeyi, namazı.
Onlar çekilirler bir tarafa.
Şöyle dururlar.
Hadi Ötekiler de : “Allahuekber!” der namaza.
Bu bir nevi demezler öyle ya, ceseden..
“Ulan şu yobazlar kılsın biz niye kılalım?” gibi.
Madem ki namazını kılmıyorsun.
Niçin cenazenin namazını kılmadan defnetmeye cesaret edemiyorsun.
Bu rezalettir…

Öyle yoktu o zaman.
400 kişi katılmış Hacı Bayram-ı Velî şöyle bir durmuş.
“Efendiler diri niyetine mi kılalım ölü niyetine mi?” demiş.
Kadı arkadan demiş ki : “Efendi hazretleri hiç dirinin namazı kılınır mı gâyet tabi ölü niyetine!” demiş.
“Ölü niyetine Allahuekber!” demiş.
Namazı kılmışlar.
Selâm vermişler.
Selâm verdikten sonra,
Öteki herif kalkacak “heee!” alay edecekler şeynen. Hacı Bayram-ı Velî’ynen.
Bakmışlar ki herif kalkmıyor.
Bakmışlar, herif gitti öldü.
Allah’ın Velîsiynen şaka mı olu?.
“Ölü niyetine Allahuekber!” herif zıbardı.
Allah’ın iyi kuluynan şaka olmaz oğlum!

Yine bir gün geçiyormuş Hacı Bayram-ı Velî.
Bu ters yüzcüler, bilmem neler, kurucular, vurguncular var ya şimdi de dolu.
Ben buyum, sen şusun, ulan neyi istedin?.
Bir nutfeden yaratıldık.
Sonunda leş olacağız.
Leşini mis kokturmaya çalış!
Kibir yok islâmda.
Haa haa ben bunu bilirim sen bunu.
Ben neler bilirim, ama hiçbir şey bilmem.
Tevazu’, Tevazu’.
Tevazu’ ben mütevazi’ olacağım demeknen olur.
Allah içine bir boru sokulacak yıkıyacaklar seni ondan sonra olur.
Bu tahsilinen olmaz.
Bilmen neynen olmaz.
Para dağıtmaknan da olmaz.
Allah vergisidir.
“Şunnan bi alay edelim!” demiş geçiyormuşlar.
“İşte Hocalar müfessirler tefsir ediyor.
Gale söyledi, kul dedi.
İşte bu Gale de kul. Ye gulune bilmem ne.
Haaa bak bak bak ne dedi.
Ulan ne dedi.
Eee böyle dedi diyorsunuz.
Efendi Hazretleri!” demişler.
“Bize bir Fatihayı Şerifeyi tefsir edermisiniz?” demişler.
“Hay hay ediyim efendim” dedi.
Ordan da bir ermeni çocuğu geçiyor.
Ankarada çok ermeni varımış.
11 yaşında Artin isminde : “Gel oğlum Artin buraya!” demiş Hacı Bayram-ı Velî.
O müfessirlere demiş : “Fatihayı şerifeyi ben mi tefsir ediyim yoksa şu ermeni çocuğu Artin’e mi tefsir ettireyim?” demiş.
Ötekiler : “Ulan demiş tam bu yapamayacak bu da daha rezil edecek, alay edeceğiz!” demişler.
“Efendi Hazretleri, Artin tefsir etsin!” demiş
“Gel oğlum otur!” demiş.
Oturmuş : “Tefsir et bunlara!.”
Tabii o sırada Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri görünmeyen fişini takmış çocuğa. Anteni.
Çocuk bir tefsire başlamış orda.
Ötekiler böyle ağızlarının suları akmaya başladı.
Ağız suyu eşşeklerin akar oğlum.
İnsanın ağız suyu akmaz.
Eşşeklerin akar!

Onun için secdeye baş koyanlarla alay olmaz, alay olmaz!
Hiddet etmeyiniz.
Şükür geldiği, nimet geldiği zaman derhal şükrediniz.
Bir bela geldiği zaman sabrediniz.
Sabır şöyle : “Allahümme salli.
Ya Rabbi sen sabır ver!”
Bu sabır değil bu, eşşek sabrı bu.
Ee aaaa, bir bela geldi mi senin aynana çarptı mı gidecek gerisin geri.
“Cenâb-ı Allah bu kaderi gönderdi.
O bildiğini yapar diyeceksin.”
Güleceksin.
İşte bu sabır…

Onun için bazısı kızar birbirine beddua eder.
Beddua ind-i ilahîde makbul değildir efendiler.
Hanı bazı ana baba kızar da oğluna çocuğuna beddua eder.
Aman Maazallahu Teâlâ.
Beddua Allah’ın takdir ettiği kader zincirine bilmeden, hiddet ederek, menfaatı kırılarak, nefsin fevaranına kapılarak söylenen sözlere menfaata bağlı dileklere beddua denir.
Bed kelimesi lugatta fenâ çirkin demektir.
Beddua aslında ind-i ilahîde çirkin bir arzu olarak karşılanır aziz cemaat.
Beddua etmeyiniz.
Bir zalimin nâ-hak yere zülmüne uğrayan hayvan olsun, insan olsun.
Kafir olsun, mü’min olsun hiç şikâyet etmeden sabır ederse Allah’a havale edip de gözlerinden temiz yaşlar gelmeye başladı mı o zaman Kadir-i Mutlak bir nevi hâşâ Kadir-i Mutlak’a hâşâ sümme hâşâ hakaret olur.
Derhal o zalim tepelenir an-ı vahidde.
O sabır hali ve gözyaşı, zulme uğrayanın kendinde olmadığı bir ana tesadüf ederse yıldırımla o zalim derhal ortadan kaldırılır.

Amaaan yetinmek dilini kimseye uzatmayın sakın aziz cemaat. Beddua için.
Hakkında âyet-i kerimeler vardır.
Bizzat kendimin gördüğü bir iki sene evvel anlattığım gibi beddua Mazallahu Teâlâ beddua nasıl olur.
Gözünü kapatırsın
Ya Rabbi sen sabır ver.
Sen bunu reddi def’eyle dersin.
Unutursun.
Ama Allah unutmaz oğlum.
Sırat içine girer, kaydın yapılır o bekler bekler bekler öyle bir berbatlık verir ki bütün aileyi hâk ve perişan eder.
İş bazen biri kendinde olmaz Allah ile meşguldür.
Dürtersin onu.
Hani at yem yerken birden dürttüğünde bi tekme yediğin gibi öyle bir tekme yersin ki âhirette bile kendini toplayamazsın.
Maazallahu Teâlâ.

Onun için beddua iyi bişey değil.
Ondan sonra bazıları eşşeğine kızar.
Ata kızar, köpeğe kızar.
Tavuk kaçmıştır onun peşine koşar.
Allah belanı versin.
Ulan eşşeğin yanında Allah’ın ismini anma hayvan herif!
Edepsizlik olur.

Bir mübarek çoban varmış.
Koyunları dağılmış bir kuzucağız kaçmış.
İhtiyar bir adam.
Sahibi beni döver diye koşmuş koşmuş saatlerce kuzunun peşinde. Kuzu orda yoruluyor bu burda.
Ter içinde kalmış adam.
Artık nefesi daralmağa başlamış nihâyet bi hendeğin orda yakâlâmış kuzuyu.
Bak siz bile kızıyorsunuz şimdi.
Şimdi kuzuya ne yapar o.
Döver, bilmem ne.
Almış, başlamış öpmeğe onu.
“Be mübarek hayvan!” demiş,
“Niye öyle yaptın.
Hem sen yoruldun hem ben yoruldum!”

İşte İslâm budur efendiler.
Katiyen Yetime,
Yetim anası babası olmayana.
Uydurma yetim değil haaa.
Şimdi birisi gelir : “Felan yetime para toplayacağız!”
Ulan yetim öyle yetim değil.
Anası babası yok.
Yetime dil uzatmayınız.
Onun hakkında âyet-i kerimler vardır.
“Femmel yetiyme fela takher. Ve emmessaile fela tenher.”
Yetimi hor görmeyiniz.
Âyet-i kerime, ben söylemiyorum.
Yetimlerin en büyü Rasûl-i Erkemdir.
O Fahr-i Kainat’a dil uzatmış olursun yetime hakaret edersen. Rahmetenlilâlemin olan Rasûl-i Kibriyâ bütün dünyadaki yetimlerin en büyüğüdür.
Burada din mevzuubahis değildir.
Anası, babası yok demektir.
Yetim de, kimden olursa olsun.
Aman dilini, nefsini, aklını dizginle!
Yetime söz söyleme!
Derhal tepelenir insan.
Çünkü yetimlerin baş kumandanı, lideri Hazreti Rasûli Ekremdir..
Rasûli Ekrem den evvel ölmüş yetimlerin, bundan sonra gelecek yetimlerin de;
Çünki, hepisinde Nur-u Rasûlullah vardır.
Rasûlullah’ın yetim olması o da bir hünerdir.
Niçin öyle olmuş?
Cenâb-ı Allah : “Benim habibim!” demiştir.
Kimseyi ona iştirak ettirmemiştir.
Allah sevdiğini her şeyden kıskanır.
Allah her şeyden sevdiğini kıskanır.
Rasûl-i Ekrem bilirsiniz, Hazreti Hüseyin Efendimiz’in burasından öpmüştür.
Hazreti Hasan’ı da ağzından öpmüştür.
Allah’ın gücüne gitti.
Hazreti Hasanı zehirleyerek, Hazreti Hüseyin’in de boğazını kestirerek öldürdürttü dikkat ederseniz.
Bunlar büyük hikmetlerdir.

Şakası yok bunların.

Onun için Cenâb- Allah’ın mahbubunun peşinde koşuyorsunuz aman edepli olunuz!
Yetime el uzatmayınız!
Din farkı gözetmeden.
Bir defa yetimceğizi şöyle : “Nasılsın evladım?” diye hulusi kalb ile kardeş veya baba, ana şefkatıyla okşayana Vallahî Billahî böyle cehennem ateşi bişey yapamaz.
Bunu Rasûlullah haber veriyor.
İnsanlık kadrosu gâyet kolay.
O kadar tantanalı falan değil üç beş tanedir.
Fakat yapması güçtür.
Yapması güçtür.
Namaz gâyet kolay : “Allahuekber!”
Fakat bütün namazda her şey hatıra gelir.
Senin zaten başka zamanda hatırında olduğu için namazda her şey aklına gelir.
Onun için namazda, yahu Cenâb-ı Allah nasip etmese hiç birimiz şuraya namaza gelmeyiz.
O halde demek ki cenâbı Allah hepimize bir kanca takmış, bir kanca takmış.
O kancayı parlatmaya çalış.
Çekiştirmeye uğraşma.
Bu devirde her babayiğit namaz kılamaz, Hakkıyla abdest alan mü’minden şeytan uzaklaşır.
Şeytan gelip de şu şadırvanın arkasında bakmaz.
Aceba bu mü’min abdest alıyor mu almıyor mu yok ulan o değil.
Öyle gelip bakmaz.
Abdest alan adam nefsine tekme vurur demektir.
Tekme vurur.
Tekme vurdu mu şeytanın yuvası kalmaz orada.
Hani çocukken oynamışsınızdır.
Aynalar vardır.
Bir tarafını çevirdin mi orda resim vardır.
Bakarsın orda delikler vardır bilyeler vardır.
Hani oynardık yerine sokalım diye.
O bilyaların deliği olmasa sokamazsın bilyayı yerine.
Abdesti almadı mı o bilyaların deliği vardır demek.
Gelir şeytan oturur oraya sana.
Onun için namazda benim aklıma : “Efendim imamınan ikindi namazının dört rekat farzını kılmaya niyet eyledim, döndüm Kâbe’ye.
Durdum Huzur-u İlahîyeye.
Uydum bu imama!” deyip
“Allahuekber!”
Subhâneki okuyon.
Sanki Kâbe’nin önündeymiş gibi,
Cenâb-ı Allah seni görüyor.
Evet görüyor.
Ben de O’nu görüyormuş gibi edebnen durur iken bi de baktın ki İmam “Allahuekber!” diyinceye kadar senin kafan Yıldız Tepe’de geziyor.
Ulan şeytanın işi yok, abdestin bozuk senin adam akıllı abdest almamışsın!
Bi yerinde senin anlayamadığın pislik var.
Kahveye gidersin sigara iç, başka sigara içen yanına gelse kokunu almazsın.
Fakat sigara içmeyenin yanından giderken.
Eve gittiğin zaman : “Efendi senin üstün sigara kokuyor!”
Sigara içmeyen kokusunu alır.

Onun için aziz cemaat!
Kafan namazda bir yere takıyorsa muhakkak abdestinde bozukluk vardır.
Muhakkak bir yerinde vardır.
Abdest almak öyle kolay iş değildir.
“Efendim abdest dualarını okudum!”
Yok efendim abdest dualarını oku okuma.
Euzu Billahîmineşeytanirracim Bismillahîrrahmânirrahim.
Amentü billahî de oku.
Ne okursan oku.
Fakat abdesti adam akıllı al.
Adam akıllı al.
Doldur elini, şap! Şap!..
Yooook yoooook!..
Su, dünyada cennet taamı olarak yegâne tutulan ve içilen şeydir.
Avuc-u mübareğine aldığın zaman alnından aşağıya dökeceksin suyu.
Böyle şap şap yok efendim yok.
Ellerin güzel yıkanacak.

İkincisi suyu da israf etmeyeceksin.
Kol gibi su aksa şiyden israf etmeyeceksin.
Avucuna aldın alnına getireceksin böyle.
Efendim felan kitapta abdesti böyle yazıyor.
Yazıyor, ama yazıyor, heee yazıyor!..
Onlar hep sûreten lakırtılardır.
Onun için aklın bir yere giderse abdestinde kabahat bul!
Abdest almanda kabahat bul!
“Hakkıyla abdest alan mü’minden şeytan uzaklaşır!” diyor Cenâb-ı Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem.
Katiyyet ifade eder bu hadis.
Nazariye değil.

Dinde bir hareketin iki tarafı vardır.
Birisi bâtınî tarafı birisi de zâhirî görünen tarafı.
Biri dar kafalılar içindir şap şap şap yıkanlar içindir.
Diğeri anlayanlar içindir.
Abdesti al!
Abdestte ilk önce yıkanmak elden başlar.
Bu dışarısının.
İçinin yıkanışı nedir bunun elin içinin, zâhirî - bâtınî dedik değil mi iç-dış.
Bâtınî yıkanış.
Her söz keşifle ifşâ edilemez.
Her gerçek sözle açıklanamaz.
Öyle sırlar vardır ki bu sırları ifşâ etmek küfür olur.
Devletin sırrını ifşâ etti mi casus diye insanı anayasa mucibince asarlar.

Kur’ân-ı Keriminde de indinde de böyle sırlar vardır.
İfşâ etimi küfüre girer insan.
“Suduru’l- ahval kuburul esrar.” buyurulmuştur
Hakiki sadırları tamamiyle hürriyyete kavuşmş, rızaya kavuşmuş insanlardan göğüslerinin içi esrar sırrıdır.
Esrar mezarıdır derler.

Bir hadis-i Peygamberei buyuruyor ki : “Öyle ilim vardır ki gizlenmiş inci gibidir. Onu ancak Allah’ı bilen bilir.” diyor
Kateratü’l- Lü’lü’ şeklindedir.
Allah’a karşı mağrur ve şerrirler çoğaldıkça bu sırrları saklamak her müslümana vâcib olur.
Onun için bir edepsiz, aman bunu yapma haramdır, aman şunu yapma bilmem cehenneme girersiniz!
Sus!.
Karışmayın işe!
Biraz açıklayalım bu dediğimi ama fazla değil.
“Ama bunları biz ne zaman bileceğiz?” derseniz.
Birbirimizle boğuşuyoruz zaten, daha namazı doğru dürüst kılamıyoruz birbirimizinen boğuşuyoruz.
Ben size ne yapabilirim.
Kendinizi hazırlayın!
bu lafları bir daha ne işitir, ne duyar, ne de bir yerde okuyabilirsiniz.
Ne zaman öğrenebilirim?
Bilirsiniz insanın eli, vücudun icra memurudur.
Müddei-yi umumî emreder : “Felan yerde bir hırsız var!” tuttular “Var götür hapisaneye sok!”
Müddei-yi umumî yapmaz, polis alır götürür onu deği mi?
İnsanın vücudunun icra memuru da elidir.
Yani bütün arzulara, Allah sizi el ile iş gördürür.
Mesele göz görmüş olduğu iyi veya fenâ işi yaptırmak için ele emir verir.
“Şunu al şunun kafasına vur!
Şunu al şu adamın elinden tut da karşıya geçir! Gözü görmüyor!”
İşte el, ne vakit icra memurluğunu iyi işlerin haricinde kullanmak, fenâ işlerinen bulunduğu vakit reddederse el bâtınen yıkanmıştır.
Bâtınen yıkanmışsa ondan sonra git abdestini al.

Namazı kıldıktan sonra niyyet yapılmaz.
Namaz harekettir.
Niyet bâtınîdir.
Namaz bittikten sonra : “Aaaa ben kıldım Ya Rabbi ikindin namazının dört rekat farzını!.”
Olmadı.
Kalb ile tasdik, dil ile ikrar.
Dil ile ikrar kalb ile tasdik arasında büyük fark var.
Elini her pislikten çek.
Cünüpken abdest alınmaz.
İlk defa bir gusledeceksin.
Cünüpken namaz kılınmaz.
Gusledeceksin ondan sonra kılacaksın.
“Ben namazı kılıyım da sonra gusledeyim!.”
Olmaz!
O halde oradaki gusül bâtınen yakınmaktır.
Elini her fenâlıktan çek.
Kendi eline baktığın zaman : “Ulan benim elim temiz!”
Öp başına koyabiliyor musun?
Ondan sonra abdest al!
Gel : “Allahuekber!” de!
Kâbe’yi görmezsen, aklına bir şey gelirse, gel benim kafamı vur.
Efendim ben suyunan iyi aldım.
Ulan suyunan iyi aldın ama elin pis.
Onun için kendinize, şeytana kabahat bulmayın.
Zaten böyle kabahat bula bula bula, milyonlarca insan bu kahabatların altında şeytan erirdi.
Şimdi dünyada şeytan kalmazdı.
Bu kadar kabahata tahammül edemezdi.
Onun için bunlar kabahat değil.
Kendi kabahatini başkasına yüklüyor!...
KELEİMELER :

Hâşâ : Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. Allah korusun...(mânasına söylenir.)
Sümme : Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır. * Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veya tertib, mühlet iktizasını ifade eder.
Nail : Muradına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş.
Hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak
Musalla : Namaz kılınan yer. * Cami avlusunda cenaze namazı kılmaya aid yer.
Mevta : Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.
Nutfe : Duru ve sâfi su. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş su. * Deniz.
Beddua : (Bedduâ) f. Bir kimsenin kötülüğü için duâ. Kötü duâ.
İnd : Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir.
İnd-i ilahîde : Allah katında.
An-ı vahide : Bir anda.
Def’ : Ortadan kaldırmak, Öteye itmek. * Mâni' olmak. Savmak. Savunmak. * Himaye etmek.
Mevzuubahis : Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
Hulusi : Samimi, candan. Hâlis ve içi temiz olan.
Hulusi Kalble :Kalbden, gönülden, içten samimiyet.
Müddei-yi umumî : Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
Kabahat : Kusur, çirkin iş, tekdir edilmeğe müstehak hareket.
Tahammül : Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırma.
ÂYETLER :

فَأَمَّاالْيَتِيمَفَلَاتَقْهَرْ
وَأَمَّاالسَّائِلَفَلَاتَنْهَرْ

---“Femmel yetiyme fela takher. Ve emmessaile fela tenher. : Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duhâ 93/9-10)

SOHBETLER : V
Hâfız Efendi bir âyet-i kerime okudu..
Pazarları vaaz eylediğimde nakleylediğim mevzuları,
Hâfız Efendi Kur’ân-ı Kerim’den seçtiği veyahut kendisine ilham olunan âyeti okuduğu zaman, benim kafam dönüyor.
Döndüğü için, Kur’ân’dan güzel Kur’ân’dan büyük bir şey olmadığı için, o âyetlere hürmeten o âyetlerden yine bahsedeceğim.
O âyet-i kerimede Cenâb-ı Rabbulâziz buyuruyor ki aziz cemaat!

Kur’ân-ı Kerimde Allah’ın kullara hitabı :
“Ya eyyühellezine âmenu!”
“Ya eyyuhen nâs!”
İki türlü Cenâb-ı Allah kullara hitap eder :
“Ya eyyuhen nâs : Ey Yarattıklarım!”
“Ya eyyehüllezine âmenu : Ey Bana inananlar!”
“Sallallahu Aleyhi Vesellemle tebliğ ettiğime inanıp bana secde edenler!” demektir.
Ya eyyuhen nâs.
Ya eyyuhellezine âmenu!..

İnananlar bir tarafa inanmayanlar da yine bir tarafa.
Bütün kâinat Nur-u Muhammedi ile yaratılmıştır.
Nur-u Muhammedi dediğimiz zaman Salllallahu Aleyhi Vessellemin mübârek cesedi hatırınıza gelmesin.

Cenâb-ı Lemyezel öyle takdir buyurmuş ve Nur-u Muhammedi adında bir nur halk etmiştir.
Bu nuru bütün kâinata göndermiştir.

Nasıl ki bir merkezde elektrik dürbünü var bundan 16 bin, 100 bin wolt ceryan çıkıyor.
Bu ceryan yaratılan insan vücudunun tahammül hududuna yarayacak woltajda gönderilmek arzulandı.
Ve bu nur, bütün kâinattaki canlı, imanlı imansız, münkir, kâfir, zalim, velî, zalim münafık kim olursa olsun herkesin kalbine Nur-u Muhammedi koydurdu.

Bu Nur-u Muhammediyi harekete geçirip : “Sende Allah’ın Nur-u Muhammedisi var bunun kadrini bil! Kıymetini bil!” diye Cenâb-ı Allah Resûllleri göndermiştir.
Resûllleri gönderdikten sonra Resûller bu woltajdaki cereyanı alabilmek için hususî şekilde yaratılmışlardır.
Hususî şekilde tebliğe gelmiştirler.
Hususî şekilde hazırlanmışlardır.
Biliyorsunuz ki Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimize Şatrü’l Sadr hadisesi doğmuştur.
Elem neşrah leke sadrek
Biz Onun sadrını yardık ve içini dışını tertemiz ettik.
Bu voltajı alabilsin diye.
Bir küçük elektrik telinde biraz oksidasyon olsa yani oksitleşse orası paslansa ceryanı geçirmez. Elini vurur.
Onun için Resûlleri gönderdikten sonra Cenâb-ı Allah Resûllerinde dayanabileceği şiddette kendinden çıkan feyz ve Kur’ân’ın kelâmları tahammül edemez diye Cebrail vasıtasıyla göndermiştir.
Cebrail alıyor Hazreti Resûlün kavlü, hazine-i kavlüne tahammül edeceği şiddette gelip boşaltıyor bunu.
Resûlullah Efendimizde o voltajı indiriyor bizim anlayabileceğimiz şekle sokuyor.
Çünkü Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz buyurmuştur.
Kur’ân’ın 7 türlü mânâsı vardır.
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 herkes tahammül edemez mânâsına.
Fahreddin-i Razî Tefsir-i Kebirinde der ki bir âyet, bir âyetten bahsediyor.
Şimdi oraya girmeyelim uzun olur.
“Bu âyetin dördüncü tarafından mânâsını söylersem benim kafamı vurursunuz!” demiş.
Onun için herkes tahammül edemez.
Edemediği için Sallallahu Aleyhi Vesellem bize, bizim voltajımıza inecek derecede Kur’ânı Allah’ın emirlerini indirmiş, bizim kabul edeceğimiz şekilde bize tebliğ etmiştir.

Onun için Kur’ân-ı Kerimde:
Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune.
“Eğer Biz bu elinizdeki bulunan Kur’ân’ı dağa indirseydik.
Dağ Kur’ân’ın şiddetinden haşyetinden param parça olurdu” diyor.
O halde insanın tahammülüne bakın!

Bundan sonra biliyorsunuz Musa Kelimullah, Tûr’a çıktığı zaman kendisine vahy olunacağı sıralarda Kur’ân-ı Kerimde : Esteiuzubillah.
“Velem ma cael usalimi katina ve kelleme hu ve Rabbehu.”
Vaktaki, vakit geldi.
Musa dağa gitti, konuşmak için, Allah’ınan.
Gale Rabbi evni unzil ileyk.
“Ya ilahî! Bana kendini göster!” diyor Hazrati Musa.
Hazreti Musa celâlli bir peygamber bir Resûldu.
Allah şefaatine nâil eylesin.
Ve mutamadiyyen sual sorardı.
Kale cevap geliyor.
“Len tarani.”
Beni göremezsin ya Musa ve lâkin.
“Ve lâkininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani”
“Madem ki sen Benim Resûlumsün arzuladın Beni görmek.
Karşıki Cebele bak ya Musa!” dedi.
“Bak oraya Cebele büyük bir dağa bak!”
Musa mübârek gözlerini çevirdi.
Musa heybetli, iri yarı bir Resûlullahtı.
“Felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika”
Vaktaki Cenâb-ı Allah küçük bir nur huzmesi ile dağda tecellî ettiği zaman dağ an-ı vahidde eriyiverdi.
Eridi mi Musa da
Ve harra Musa saika
Hazreti Musa da yere yığıldı.
Yıldırım vurmuş gibi devrildi.
Âyet Kur’ân-ı Kerimde.
A’raf Sûresinde.
Devrili verdi.
“Felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin”
“Ya İlahî ben hata ettim. Benim kusuruma bakma. Ben Seni görmek istedim. Fakat ben Sana ilk inananlardanım!.”
Demek “af buyur!” diyor.
Ondan sonraki âyette.
“Sen git. Sana risâleti verdik kelâmımızı ağzına koyduk.
Git bunları tebliğ et kâfidir. Ve bize şükret!”
Onun için Kur’ân-ı Kerim de derin derin mânâlar vardır.
Bu mânâlara Kur’ân dilinde tefsir dilinde i’caz derler i’caaaz.

Şimdi Hafız Efendinin okuduğu şeyde diyor ki.
“Ya Eyyehüllezine âmenu.”
“Bana inananların sınıfına girenler!”
Kadın olsun erkek olsun birbirlerine uhuvvedir, uhuvvet yakarlar. Arkadaştırlar. Kardeştirler bunlar.
Kardeşlikten merhamet huzura gelir.
Merhametli olan insan rızaya Allah’ın rızasına namzed olur. İmtihanını kazanmış demektir.
Cenâbı Sallallahu Aleyhi Vesellemin bir hadisi vardır :
“Merhamet, on dörtte bir peygamberliktir” buyrulmuştur.
Ama merahmet zannettiğiniz : “Fakire acıdım, cebimden çıkarıyım 10 kuruş vereyim yahut şu bu!”
Hayır hayır hayıııır!..
Merhamet taştan tutun da, çiçekten tutun da, bütün hayvanata kadar şey eder.
“Efendim, bir de var ki.”
Küllün muzirun nuktelun.
Cenâb-ı Peygamber buyurmuş : “Muzırları öldürün!”
Katelede nüktelun.
Evet insanlar isyana gitmesin diye bu hadisi buyurmuştur Cenâb-ı Peygamber.
Bir şey yapıyorsun sinek gelip konuyor sana.
Yine geliyor muzır konuyor sana. Muzır.
Sana göre muzır o.
Sen orada Allah’ın sabır hasletine gir sinek sana konmaz!
Ondörtte bir peygamberlik olan merhamet kisvesine girdiğiniz zaman sinek senden benden kâfirden, münafıktan daha iyi bilir Allah’ın eline konmaz o!
“Pancar ektiriyoruz tarlaya.
Yüzbin lira alacağız efendim köstebek yiyor.
Köstebekleri vur!”
Ne yesin o hayvan.
Allah onu yer altında yaratmış.
Sana da parayı vermiş.
Pancarı ekeceksin.
Bütün tarlanı mı yedi yesin bi ton ne olacak.
Sen ona bol bol yemeğe bırakırsan der kendi kendine ki :
“Ya İlahî bu ne biçim kulun Senin. Beni öldürmedi. Ben bunun yedim şeyini, yine sesini çıkarmadı. Yemeyeceğim Ya İlahî!" der.
Hayvanlar Allah’a itiraz edebilirler, biz edemeyiz.
Cenâb-ı Allah başka taraftan rızkını verir.
Sabırda hazineler gizlidir.
Cenâb-ı Allah’a hücum etmemeleri için, insan dinden çıkmamaları için, küllün muzırun nuktelun buyurmuştur. Cenâbı Allah.

“Efendim aslan geliyor!”
Sen aslana hiç kıymet verme, aslan sana bişey yapmaz.
Sokaktan giderken tecrübesi bedava. Git!
Kendine fenâlık gelmeyecek ne kedi, ne köpek ne güvercin ne tavuk kaçar.
Fakat içinde edepsizlik olandan, uzaktan kaçar.
Bunlar kargalara benzerler.
Leş kargalarına.
Şehir haricinde birleşir üzerine konarlar.
Uzaktan bir otomobil, bir araba bir insan göründü mü leş kargaları hemen kaçar.
Onun için merhamet kisvesine giren insandan korkma.
Hiç korkma!
Buna ne çıyan, ne yılan, ne yırtıcı hayvan hiç kimse bişey yapamaz.

Sallallahu Aleyhi Vessellem Mekke’de iken bir gün sahabe-i kiramla Kâbe teşrif ediyormuşlar.
Kâbe’ye giderken önüne bir köpek ölüsü çıkmış.
Köpek Sıcaktan şişmiş böyle dişleri böyle, fenâ kokuyor.
Hazreti Ebu Bekir Radiyallahu anh. Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellemin önüne gelmiş : “Ya Resûlullah şu taraftan teşrif edin demiş, koku var burda.”
O Allah’ın rahim âlemlere rahmet olan insana uyduğu zaman ne kokuyu duyar.
Ne ateşi duyar. Ne acıyı duyar.
Merhametli olduğu için..
Mübârek koku duymuyor burnuna oğlum.
Giderek yanına asasını uzatarak Ya Osman demiş :
“Bak ne güzel dişleri var.”
O koku içinde bile Cenâb-ı Allah’ın el Bediu’ esmasının güzelliğini gösteriyor.
O mübârek başlarını çevirmiş bir tarafa onun iki âlemi gören mübârek gözleri bizde yok.
Amma var.
“Nasıl var efendim?”
Burda bir nokta koyalım.

“Beni rüyada gören muhakkak beni görmüştür şeytan bana temessül edemez” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
Cenâb-ı Peygamberi rüyasında görebilecek kadar bu secdede başını çürütmüş, Resûlullah’a salavat-ı şerife getirmiş.
Onun rızasını almış insan, insan da aynen böyledir.
Şeytan yanaşamaz ona.
Hakiki mü’mine şeytan nedir ki canım.
Şu demektir, kim söylüyor bunları.
Hazreti Peygamber..
Beni rüyada görebilecek kadar secde-yi rahmâna kapanmış.
Benim Ravzamı salavat-ı şerife ile yıkamış.
Benim rızamı almış insan ve beni rüyasında gören adama benim gibidir.
Sahabe olur o ona katiyyen şeytan yanaşamaz.

O mübârek gözlerini çevirmiş, demiş ki :
“Kedisini, kedisini açlıktan, susuzluktan öldüren, susuzluktan öldüren kırk sene başını yerden kaldırmayan saliha bir kadının Cehennem azabını gördüm.
Başını mübârek vech-i mübâreklerini sağ tarafa çevirmiş, onun gözleri başka gözler inşaallahu Rahman âhirette o mübârek gözleri göreceğiz.
Bu dünyayada da nasip olur!
İnşallahu Rahman.
İnsanlar hiç belli olmaz.
Döndermiş mübârek gözlerini demiş ki:
“Yaralı bir köpeğe, yaralı ve çamur yalayan bir köpeğe eliynen su içiren bir fâhişeyi Cennet-i Âlâ’da görüyorum!” demiş.
Ve gelmiş:
“Merhamet on dörtte bir peygamberliktir.” demiş.
Onun için âyet-i kerimedeki merhameti deyip de cebinden 30 kuruşu çıkarıp vermeye bakma! O merhamet değil oğlum!
O merhamet değil!
Merhametli olan insana cehenneme girdiği zaman cehennem ateşini bile söndürür.

Büyük Velîlerden Abdulkadir Geylani Hazretleri çok Rahim bir insandı.
Bir gün vaaz ederken demiş ki.
“Lev şefaetü ceddi Muhammedün letefeyta bi nari cehennemi tebdeci “demiş.
Eğer benim ceddim Muhammed’in şefaati olmasa ben bir tükürüknen cehennemi söndürürüm. “ demiş
Siz mü’min deyip de geçmeyin efendiler.
Secdeye Hulus-i kalb ile içinizi boşatarak bırakın.

Onun için Allah’a tam kul olabilmek zor.
Tam kul olana Allah celle celâlihu zulmetmez.
Erhamerrahimindir.
İnsana kendisinden başka hiç kimse de fenâlık edemez.
Onun için insanlar kendi kendilerine fenâlık ederler.
Nimet insanlara sevdikleri için verilmemiştir.
Âhirette nimetlere gark edecek Cenâb-ı Allah iyi kullarını.
Bu kullar bunları temin eder, bazılarının ağızları sulanır.
Hayır sevdiklerinden değil, Hakka uydukları için kendilerine ikram olarak verilmiştir.
Ters anlamayın.
O halde aziz cemaat öğrendiklerine uyan.
Öğrendiklerine uyan işi yaparsan tuttuğun zaman kendi işlerin konuşmağa başlar.
Onun için daima konuşmadan, söz söylemeden evvel söyleyeceklerini tart, ölç, sözü ondan sonra konuş!
Belki bir dostu üzersin belki bir Allah adamının kalbini kırarsın.
O anda o adam kendinde olmaz.
Sahibi işe karışır ve berbat olursun.

Abdulhamid zamanında İstanbuldaki Aksaray da bir Eyvallah Dede denilen bir adamcağız varımış.
Abdulhamid dönemi 1326-27 senelerinde Meşrutiyet ilanı sıralarında.
Orada da Etem Pertev Bey’in eczanesi var.
Aksaray’da Valide Cami yanında.
Onun karşısında Muhsin Efendi isminde bir manifaturacı tüccar var.
Bir yaz günü Aksaray meydanına başında böyle bir tepside dut getirmişler, dut mevsimi satılıyor, herkes dut alıyor.
Bu Eyvallah Dede denilen bir keşkülü var ….
Uzun boylu sakallı, Allah adamı kendisi.
Hiç kimseynen konuşmaz.
Gelmiş. Dutçu hemen avuçlarını doldurduğu gibi dedenin o yarım kavuk şekildeki keşkül derler doldurmuş ona.
“Eyvallah!” demiş.
O Muhsin Efendi bu adama kızarmış.
Şöyle bir vuruvermiş : “Ne arıyorsun burada?” demiş.
Keşküldeki dutlar dökülmüş ve keşkülün demiri bizim Dede’nin burasını yırtmış.
“Eyvallah!” demiş gitmiş.
Ertesi günü Muhsin Efendi dükkanına geliyor.
Gece bir rüya görmüş.
Bu Eyvallah Dede bir ok atmış.
Muhsin Efendi’nin taak kalbine rüyâda.
İkinci bir ok taak kalbine.
Üçüncü ok kafasının yanından geçmiş.
Sabahtan gelmiş : “Aman ne olacak?”
Valide Caminin İmamına sormuş.
“Gel efendim müftüye gidelim!”
Falan bilmem ne derken Müftüye gitmişler.
Müftü : “Git bu Baba’nın gönlünü al oğul! Bu rüya iyi rüyaya benzemiyor!”
Bunları düşünürken öğleye doğru, evden bir haber : “Aman efendim doktoru alın gelin abiyim hasta.”
O zaman Akil Muhtar Bey Allah rahmet eylesin!
Bizim Hocamızdı tıpta, o İsviçre’den yeni mezun olmuş gelmiş.
Bir faytona koyuyorlar götürüyorlar onu Aksaray’daki şeye.
Gidiyor ki büyük oğlu hiç daha bişey yokken yok “hop pat!” diye ölüyor.
İkinci günü ikinci oğlu “Güm!” diyor gidiyor.
Müftü bilmem bazı meşihattan adamlar Eyvallah Dede’ye gidiyorlar diyorlar.
“Aman!” diyorlar.
“Biz bir hata işledik yapma gitme!.”
Diyor ki : “Muhsin Efendi benim elimde bişey yok!” diyor.
“Ben Allah’ın basit bir kuluyum. Siz onu ittiğiniz zaman, burama keşkül vurduğu zaman, ben kendimde değildim!” diyor.
Kendinde olmadığı zaman Sahib-i Hakiki karışır.
İnsandaki Nur-u Muhammedi’nin Sahibi karışır tepeler insanı.

Hasankale’de İbrahim Hakkı Hazretleri vardır.
Meşhur Marifetnamesi vardır.
Bu yedi yaşında iken Fakirullah Hazretlerinin yanına gidermiş ki onu terbiye etsin yetiştirsin diye.
Bir gün böyle Fakirullah Hazretleri otururken kendi sohbeti icabı üçyüz dörtyüz kişi etrafında Hakkı da oturuyor yanında.
Hakkı’ya demiş ki “Oğlum al şu testiyi de karşı ki pınardan doldur getir!” demiş.
Hakkı kalkmış pınara gitmiş.
Biraz sonra ağlayarak gelmiş :
“Ne oldu Hakkı oğlum!” demiş Fakirullah Hazretleri.
Demiş amca demiş.
“Pınara gittim bir sipahi geldi atını suluyordu. Bende testiyi dolduruyordum. Beni itti düştüm. Şeyy kırıldı demiş testti!”
“Oğlum hemen koş koş çabuk!” demiş.
“O sipahiye bir fenâ lakırtı söyle de gel!” demiş.
İbrahim Hakkı yedi yaşında koşmuş.
Bakmış sipahiye fenâ lakırtı bilmiyor ki yine ağlaya ağlaya yerine gelmiş.
“Söyledin mi oğlum?”
“Söylemedim!” demiş.
“Yav koş demiş koş oğlum hadi!”
Gitmiş biraz sonra bu sefer daha çok bağıra bağıra ağlayarak gelmiş.
“Ne oldu Hakkı” demiş.
“Amca demiş. At ürktü. Sipahinin kafasına bir tekme vurdu kafası darmadağın sipahi orda yatıyor!” demiş.
“Vah evladım vaaah!” demiş.
“Bir testiye bir adamı göçerttik!” demiş.
Yanındaki o büyük insanlar, bi şey anlayamamışlar bundan ne oldu diye.
Bir kimse, bir hayvana veyahut bir insana.
Çok dikkat edin aziz cemaat.

Bir kimse bir hayvana ve bir insana veya bir insana zülmederse nâ-hak yere bu adam da ona bir cevap vermezse, dövdü, vurdu, sövdü hepisini sesini çıkarmadı. Ama haklı değil adam haa, haksız olacak.

Edepsizliği yap. Alsınlar falakaya seni.
Sesini çıkarma ki Cenâb-ı Allah karışır.
Yağma yok öyleee!.
Nâ-hak yere bir hayvan veya bir zalim.
Fakat hayvana nâ-hakkı yok.
İnsan nâ-hak yere.
Hayvan gider biryerini karıştırırsın bir tekme vurur.
Hadi atı idam edelim yoo öyle iş yok.
Bir hayvana veya bir insana, insan nâhak yere zulmederse o adam da sesini çıkarmaz ne yapıyorsun demezse Sahib-i Hakikisi karışır ve derhal tepeletir. Onun için merhamet bunların hepisinin zırhıdır zırhı.

O halde aziz cemaat kadrini bilen yani içindeki Nur-u Muhammedi nin kadrini bilen, sözlerin kadrini bilen, Müslümanlığın kadrini bilen.
Haddini aşmayan,
Diline sahib olan,
Ömrünü boşa sarf etmeyen kimseye Allah rahmet eylesin!
“Allah rahmet eylesin!” birisi dedi mi, hakikaten o insana o rahmet layıksa o adam cehennemdeyse bile pırrr diye uçu verir.
Benim sözlerim değil!..
Resûlullah söylüyor.
İnsanın meleküt âlemine geçmesi için islamda iki defa doğması lazımdır.
İki defa.
“Nasıl doğar adam iki defa efendim?”
Kuşlar iki defa doğarlar.
Dikkat ederseniz.
Yumurtadan ve ondan sonra.
İki defa doğan da kanatlı olur.
Gökte uçarlar.
Değil mi?
Kuş iki defa doğar.
Yumurta, yumurtadan sonra kuluçka. İki defa.
İki defa doğan insanda göklerde dolaşır.
Kuşlara bakar.
Sizde iki defa doğmağa çalışın.
“Efendim iki defa nasıl doğulur?”
Doğmuşsun da senin haberin yoktur.
Anlattığım zaman anlarsın.

İslam da mü’minin, bir dış tarafı vardır, bir iç tarafı vardır.
Dış tarafınız insanı koruyan Şeriattır bilirsiniz..
İç tarafın imamı kalbdir, kalb.
Nasıl ki namazda cemaata uyuyoruz.
Tadil-i erkan ile kılıyoruz.
İmam Efendi mes’ûl.
Biz de ondan evvel ne ruku’ya gidiyoruz.
Ondan evvel bilmem ne yapmıyoruz.
Yapmadığımız gibi.
Kendi içimizin imamı da kalbdir.
Nasıl efendim bu,
Kalbdir, sen etsen de etmesen de daima Allah’ı zikirle meşguldür.

Tesbih çekiyorsun.
“Elhamdulillah! Elhamdulillah!”
Yoooo. Kalbin nasıl bi dinle bak. Tak!.tak! tak!
“Elhamdulillah!.. Elhamdulillah!..”
Kalbinin imametine uyuyorsun.
Nur-u Muhammedi burda, edepsizlik edip de onun önüne geçme!
Secdeye gittin :
“Subhane Rabbiyel âlâ!. Suhbahenr Rabbiyel âlâ……..”
Kalbinin zikirinden evvel geçme!
Kalbinin imamına uymamamış olursun.
Namazın beyhude olur.
Feveylul lil musalline ellezine hum an salatuhum sahün.
Âyet-i kerime bu.
Bunlar boş lakırtı değil cemaat.
Boş lakırtı değil.
Ayda bir defa kıl böyle kıl! Her gün kılacağına.
“Ama ben her gün böyle kılacağım!”
Çok şükür. Hadi öyle kıl.
Böyle giyim tarzına 40 gün namazına, niyazına dikkat eden insana bişeyler görünmeye başlar.
Amma bizim hiç bişeyimiz bi şey gördüğümüz yok.
Bunları ben uydurup söylemiyorum.
Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz buyuruyor.
Onun için Cenâb-ı Allah bir hadisi kudsi de diyor ki :
“Lâ İlâhe İllallah benim kalemdir” diyor.
“Kalemin ismi Lâ İlâhe ilallah dır” diyor.
Bu kaleye girenler azabımdan tamamıyle kurtulurlar.

Onun için “Lâ İlâhe illallah”ın da iki kefesi vardır haaaa.
Bunu size hiç kimse söylememiştir.
Kur’ân-ı Kerimde Lâ İlâhe illallah iki âyette geçmiştir.
Koskoca Kur’ân-ı Kerimde 6666 âyetin içinde iki sûrede Lâ İlâhe İllallah geçmiştir.

Birisi Saffat süresi.
İnnehüm kanu iza kiyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun
“Onlara Lâ İlâhe İllallah söylendiği zaman kibirlenirler” diyor.
Ne demek bu?
Hepimiz müslümanız, dışarı çıktık.
Birisini gördük :
“Vaaz efendi bir şeyler söyledi, bunun sonu berbat, benim için iyi alış-verişti..”.
Bu Saffat süresinde geçen Lâ İlâhe İllallah insanın zâhiri için Lâ İlâhe İllallahtır.
Onun için islamiyette kalb ile tasdik, dil ile ikrar değil midir dikkat ederseniz.
Dil ile ikrar, kalb ile tasdik.
İlk defa lakırtı söyleyeceksin, sonra kalb ile tasdik edeceksin. Demektir.
Kalb ile tasdik dil ile ikrar mıdır?hayıır.
Dil ile ikrar, kalb ile tasdik.
Evvelden biri evvel biri sonra.
Es semiü’l- Basîr. dir
El Basîrü’l- Semi’değil!

Çünkü kulağın gözden kıymeti daha yüksektir.
“Bir söyle iki dinle” lakırtısı.
Onun için buradaki Lâ İlâhe ilallah dış içindir, imana girebilmek içindir.

Lâ İlâhe İllallah.
Allahın kalesi imiş girdik işte.
Peki hemen dibe mi dalacağız dur bakalım.
Çok ağır olmak lazım ki dibe dalasın.
Lâ İlâhe ilallah sonunda biliyorsunuz Resûlullah vardır.
Namaz var, oruç var, zekat var, hac var, doğruluk var, yalancılık yok, bilmem ne yok, yok oğlu yok.!
Bunlar bu Lâ İlâhe İllallah’ın hepisi peşine takılmıştır.
Bunları bitir!
Temizlen!

Ondan sonra ikinci Lâ İlâhe ilallah’a geçersin!
O da Kur’ân-ı Kerim de Resûlullah’ın mübârek ismini taşıyan bir sûre vardır.
Orda “Fa'lem ennehu la ilâhe illellah” vardır.
“Bil ki Allah’tan başka Allah yoktur” diyor.
O da insanın batıni Lâ İlâhe İllallahıdır.
Birinci Lâ İlâhe İllallah’ı hazırlayıp da ikinci Lâ İlâhe İllallah dedi mi insan Velîyullah olur.
Onun için daha biz birinci Lâ İlâhe İllallah.
Lâ İlâhe İllallah burda de kapıdan dışarı çık köpeğe taş at.
Ne oldu?
Yalan söyledin.
Öteki felanca şunu söyledi!
Öyle Lâ İlâhe İllallah mı olur, olmaaaz!
Az söyle daha iyi.

Ara sıra gider resmi geçit yaparsın.
Saygı duruşu yaparsın karşısında, bitti gitti!
Yok öyle iş.
Onun için ilk defa dış taraflarınızı düzeltin Lâ İlâhe İllallah
İçin Lâ İlahe İllallah’ına geçti mi Fa'lem ennehu!
Onun için eski büyük Velîlerde bir takım Haylar, şunlar, Lâ İlâhe İllallahlar, mertebe, mertebe en son Raziye mertebesi ki ordan sonra Ahadiyete girer Safiyete de orada : “Fa'lem ennehu lâ ilâhe illellah!” dedi mi.
O zaman sen ortada yoksun.

Onun için aziz cemaat Lâ İlâhe İllallah’ı bilmek lazım.
Söylüyoruz “Lâ İlâhe İllallahı”.
Lâ İlâhe İllallahın birisi Saffat süresinde zâhiri olan Lâ İlâhe İllallah gündüz için.
Öteki Resûlullah’ın ismini taşıyan sûredeki.
Ondaki falemenne hu Lâ İlâhe İllallah gece için.
Gece söylenir o.
“Efendim ben bu gece uyumayım söyleyim!”
Öyle olmaz otur gece uykusuz kalsan da olmaz.
Alıştıracaksın kendini.
Kendini alıştıracaksın.
Midesi çok dolu olanlar.
Fazla uykulu olanlar,
Birinci Lâ İlâhe İllallah ta kalsınlar.
Ötekisini örseleme.
Örseleme, ötekini de elinden kaçırırsın sonra.
Bir koltuğa iki karpuz sığmaz gibi.
Onun için Yunus Emre biliyorsunuz, o ne demiş çok güzel bir sözü vardır :

“Cümleler doğrudur sen doğru isen.
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen!”

Onun için kendini doğrult!
Bööööyle doğrult!
Cilala kendini hiç içine yalan, fitne, münafıklık koyma!
Ondan sonra Lâ İlâhe İllallah.
Lâ İlâhe İllallah cennetin anahtarıdır.
Yani kurtuluş anahtarıdır.
Kul Lâ İlâhe İllallah dese cennet…
Hadis : “Kim “Lâ İlâhe İllallah” der muhakkak cennete girecektir!” Amma azabını gördükten sonra.
Ama böyle ağızınan, “Lâ İlâhe İllallah” de, deftere yaz, kitaba yaz, sülüs yaz.
Bilmem efendim dersini...
Yok öyle “Lâ İlâhe İllallah” değil.
İnançla söyleyeceksin.
Lâ İlâhe İllallah : İlah yoktur Ancak varsa Allah isminde ilahtır.
Falemenne hu Lâ İlâhe İllallah. dersen
Ben yokum hiçbir kimse yoktur. Allah vardır.
O mertebeye geldi mi insan.

Bir gün Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin önüne birisi gelmiş demiş ki.
Ya Allah’ın Velîsi : “Ya Gavs. Fa'lem ennehu lâ ilahe illellah ne demekdir?” demiş. Yani ikinci Lâ İlâhe İllallah.
“Sen bunu demiş Basra ya git. Benim orda bir kardeşim var. Seyidi Ahmedi Rufai ona sor!” demiş.
Gitmiş. Demiş ki : “Abdulkadir Geylaninin selâmı var!”
“Aleyküme selâm!” demiş.
“Lâ İlâhe İllallah ne demektir?” demiş, Ahmedi Rufai,
Bunlar saçma değil.
Rüyada görmüş, uydurulmuş cingöz Recai hikayeleri de değil. Nasreddin Hoca hikayeleri de değil.
İslam hakiki islamın kafasına, kalbine girecek hakiki şeylerdir. Öyle gözünün önünde olan işlere inanmak gâyet kolay .
Mü’minine bil gayb.
“Bu gaybe inananların kitabıdır.”
Sıkı ister insana gaybe inanmak için.
Onun için inanılmayan kelimeleri zincirleyip ben size söylüyorum aklınıza giriyor.
Başkası : “Efendim böyle iş mi olur?”
Öyle buz gibi olur kiii, bunlar, bu dünyada buna inanlar kurtulmuştur.
Yarın bu toz duman kalkıp huzur-u ilahîye ye vardığımız zaman kimin atlı kimin yayan olduğu ortaya çıkacaktır.
Mü’minine bil gayb.
“Bu gaybe inananların kitabıdır.”
Gaybe inanmak!
Her babayiğid inanamaz ona.
Efendim göster bana
sana ne göstereyim gözün sineği görmez.
İçini temizle, aç kalbini gel, seni açıyım bir civatanı ameliyat yapayım.
Burdan ister Amerikayı gör.
Var insanda o âletler var.
Hepisini Allah insanın vücudunda yaratmış onu kullanmasını bilmek lazım.

Hazreti Ahmedi Rufai yere bir şey çizmiş bir daire.
“Sen demiş oğlum! Lâ İlâhe İllallah ı mu soruyorsun?”
Ortasına girmiş “Lâ İlâhe İllallah” dediği zaman kayboluvermiş. Duman halinde.
Adam korkmuş.
O sırada Abdulkadiri Geylani’nin ruhaniyeti gelmiş.
“Oğlum ordaki ibrikteki gül suyunu dök oraya?” demiş.
dükmüşler hemen Hazreti Rufai tekrar duman haline gelmiş : “Lâ İlâhe İllallah budur!” demiş.

Lâ İlâhe İllallah!..
Çıktık açık alınla gibi lakırtı.
Yok öyle değil oğlum.
Lâ İlâhe İllallah benim kalemdir.
Lâ İlâhe İllallah,
Lâ İlâhe İllallah.
Lâ İlâhe İllallah kalbine vuracaksın.
Yerden göğe kadar, gökten yere kadar Allah yoktur! BİR TEK Allah benim kalbimdedir.
Hablel verid.
Lâ İlâhe İllallah kalbimde.
Öyle bir an buna çalıştığın zaman bakarsın ki kalb Allah Allah der.
Yanına sinek değil mikrop bile yanaşamaz.

Onun için “Lâ İlâhe İllallah” deyip de geçmemek lazımdır.
O halde bir zahiri Lâ İlâhe İllallah,
bir de batını olarak Falemenne hu Lâ İlâhe İllallah.
Kur’ânı Kerimde bunlar iki yerde geçmiştir.

Onun için aziz cemaat Lâ İlâhe İllallah’ı kuru bir kelime olarak kabul etme!
“Efendim ne olurmuş ben gece otursam gece uykum kaçsa da alsam tesbihimi Lâ İlâhe İllallah! Lâ İlâhe İllallah ne olur bundan?” demek.
Akla vurduğun zaman bunu, bir şey olmaz.
Efendi onu milyonlarca insan söylemiş.
Milyonlarca Velîyullah söylemiş.
Milyonlarca kitaba girmiş.

“Lâ İlâhe İllallah” yav
“Lâ İlâhe İllallah” ya ne zannettin.
Ama onu söyleyebilecek vaziyete gelmek lazımdır.
Allah cümlemizi hakıkı “Lâ İlâhe İllallah” diyen zümreye idhal eyleye.
Onun için bu zümreye idhal olundu mu insan, cennete girdi.. efendim söyleyemezmiş!..
Yooook!
Cenâb-ı Allah öyle bir nasip eder mü’mine ki, içinde fitne yoksa.
İçinde fitne varsa iş değişir.

Onun için içinizi fırçayla, vim tozuyla yıkayın aziz cemaat, yıkayın.
Çünkü âhir zamandayız biz.
Âhir zamanda şöyle üstün körü içini temizleyen kurtulur.
Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz zamanında; O’nun mübârek yüzünü görmüşler, O’nun sohbetinde bulunmuşlar.
O zaman İslamlık çok zordu. Çok zordu.
Şimdi İslamlık gâyet kolay.
Fakat içini temizleyene kolay iş.
Beş vakit namaza, yalan söyleme, doğruluktan ayrılma, Yalandan şakadan bile olsun yalan söylemeyin.
Gâyet merhametli olunuz.
Sokakta giderken bile bir karıncayı bile incitmeyin.

İslamiyyette Rıza-yı İlahî Baha ile değil bahane ile kazanılır. Fahreddini Razi’nin Tefsir-i Kebir’inin 3. cildinde yazar.
“Ben bu tefsiri bitireceğim sırada” der.
“Kendimi rüyada cennette gördüm, cennette” diyor.
“Beni buraya niçin soktular?
Bu kadar tefsir yazdım, bu kadar vaaz ettim, bu kadar talebe yetiştirdim!”
“Yoo yooo yoooo yooo Fahrettin!” demişler.
“Bunlar, sen bir gün kamış kalemi mürekebe batırıp da yazacağın sırada odanda kamış kalemin üzerine bir sinek kondu, sinek.
İçinden şöyle geçti. Bu oda kapalı. Bu hayvancağız herhalde susamıştır. İçsin şu mürekkebin suyunu bu da Allah’ın mahlukudur diye içinden geçti!” demiş.
Sineğin ne olacak bir damlacık bile su içmez , içemez.
İçmiş suyunu sinek.
Allah’ın hoşuna gitti.
Çünkü Cenâb-ı Allah’ın merhameti namütnahidir.
Onunla merhamette yarışa gireceksin oğlum merhamette yarış edeceksin.
“Ben Rahmanürrahimim
Sen karıncayı bile şey etmiyorsun.
Sen kulsun benimle nasıl yarışa girersin!” der
Bir tekme atar bir makama şey edersin.
Orada da sabıra girersin.
Allah’nan yarışa çıkacaksın. Yarışa.
Elhamdulillahi Rabbül âlemin.

Onun için aziz cemaat merhamet hislerinizi daima bileyin kızmayın, hiddet göstermeyin, kader karşısında başınıza bir felaket geldiği zaman kadere tekme vurmayınız.
Cenâb-ı Allah’ın emriyle olmuştur olan , sabır edin.
Allah’ın şeyinde acele yoktur.
Kulluğa gireceksiniz.
Bir kulunu unutur mu.
Bir gün bakarsın Cenâb-ı Allah va’dından katiyen rücu’ etmez. Ve zülum etmez kuluna.
Hele secdeye kapandığı zaman.
“Nasıl nasıl olur? Efendim şey imkanı yok!”
Ne şeytan, ne münafik, ne yer haşeresi, ne yılan ne yırtıcı hayvan
Secdeye hakiki başını koyup içini temizleyen insana yanaşmaz.
Ona melekler bile evini ziyarete gelir.

Onun için Ramazan yanaştı.
İçimizi temizleyelim,
dışımızı temizleyelim,
hiddetlerimizi reddedelim.
Dargınlıklarımızı kaldıralım.
Merhametli olalım.
Ve bir de geceleri de Lâ İlâhe İllallah, Estağfirullah, bunlara da devam edin.
Ramazana hazırlık olsun.
Belki varız, belki yokuz!..

Onun için aziz cemaat, bu dediklerimizi yaparsanız yarın âhirete kollarınızı sallaya sallaya, herkes kendi geninde haşrolacaktır. Hepimiz birden biz de Tabur gibi gül kokarak doğrudan doğruya Hazreti Resûlün yanından geçip Huzur-u İlahîye ye gideceğiz. İnşeallahu Rahman.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vesellemin şefaat-ı uzmasıyla Cenâb-ı Allah’da bize sual sormayacaktır.
Amma dediğim yoldan giderseniz,
Secdeden başımızı kaldırmayınız,
Yalan söylemeyiniz,
Birbirlerinize karşı gâyet büyüklere hürmet, küçüklere şefkat ağaçlardan karıncalara varıncaya kadar merhamet hislerinizi kamçın, dizgin halinde merhamet külçesi olun.
Onun için Sallallahi Aleyhi Vessellem merhamet halinde ba’as olduğunduğu için Rahmatenlil âlemin olmuştur.
Cümlemizi peygamberimizin şefaatından Allah mahrum eylemeye.
Son nefesimizde onun mübârek ismiyle ki buyurun : Lâ İlâhe İllallah Muhammedur Resûlullah ile çene kapamak nasip etsin!
Bu kelimeyle birlikte huzuru ilahîyeye varalım.
Lillahil Fatiha.


KELİMELER:


Lemyezel : Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
Kavl : Anlaşma. Sözleşme. * Konuşulan söz. Söz cümlesi. * İtikad, delâlet. * Tarif. * İlham.
Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su
Huzme : Demet. Deste. Bir kucak şey. * Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.
Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi
An-ı vahid : Bir anda.
Uhuvve : Kardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk.
Haslet : Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Vech : (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe.
Sipahi : Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ederler ve düşman karşısında piyadelerin muhafazasını te'min ettikleri gibi, icabında hücum işlerini de yaparlardı.
Nâ-hak : Haksız.
Meleküt : Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi.


ÂYETLER:

أَلَمْنَشْرَحْلَكَصَدْرَكَ
“Elem neşrah leke sadrek : Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)

لَوْأَنزَلْنَاهَذَاالْقُرْآنَعَلَىجَبَلٍلَّرَأَيْتَهُخَاشِعًامُّتَصَدِّعًامِّنْخَشْيَةِاللَّهِوَتِلْكَالْأَمْثَالُنَضْرِبُهَالِلنَّاسِلَعَلَّهُمْيَتَفَكَّرُونَ
“Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune. : Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)

وَلَمَّاجَاءمُوسَىلِمِيقَاتِنَاوَكَلَّمَهُرَبُّهُقَالَرَبِّأَرِنِيأَنظُرْإِلَيْكَقَالَلَنتَرَانِيوَلَـكِنِانظُرْإِلَىالْجَبَلِفَإِنِاسْتَقَرَّمَكَانَهُفَسَوْفَتَرَانِيفَلَمَّاتَجَلَّىرَبُّهُلِلْجَبَلِجَعَلَهُدَكًّاوَخَرَّموسَىصَعِقًافَلَمَّاأَفَاقَقَالَسُبْحَانَكَتُبْتُإِلَيْكَوَأَنَاأَوَّلُالْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erini enzir ileyk kale len terani ve lâkininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin : Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecellî edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” (A’raf 7/143)

إِنَّهُمْكَانُواإِذَاقِيلَلَهُمْلَاإِلَهَإِلَّااللَّهُيَسْتَكْبِرُونَ
“İnnehüm kanu iza kiyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun : Çünkü onlara: Allah'tan başka tanrı yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi.” (Sâffât 377/35)

فَاعْلَمْأَنَّهُلَاإِلَهَإِلَّااللَّهُوَاسْتَغْفِرْلِذَنبِكَوَلِلْمُؤْمِنِينَوَالْمُؤْمِنَاتِوَاللَّهُيَعْلَمُمُتَقَلَّبَكُمْوَمَثْوَاكُمْ
“Fa'lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü'minine vel mü'minat vallahü ya'lemü mütekallebeküm ve mesvaküm : Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)


SOHBETLER : VI
Savaş meydanına girmeden evvel ikmalini yapacaksın oğlum.
Hazırla silahını.
O nasıl?
İşte onu hazırlayalım.
İyi dikkat edin kafanıza sokun!
Şu silahlarını yanına al.
Doğruluk çizmesini ayağına giy haaa doğruluk çizmesini!
Çaktır ayağına terlese bile çıkarma!
Adalet patikasında yürü!
Keçi yolu bile olsa.
Faziletle sabrı kendine en mahrem arkadaş yap!
En gizli arkadaş yapma!
Heybende helâl lokma azığından başka bulundurma boş bile olsa.
Yerine taş koy!
Hani insan evlenir nüfus kağıdına geçer.
Hapishâne de yatar.
Müddei-yi umumîlik oraya 5 sene 3 sene şundan yatmıştır der.
Nüfus kağıdında küfür, hata, hak yeme, yalan, yetimimi hor görme, gıybet, dedidoku kayıtları yazılmış olmasın!
Ne demek istediğimi çok iyi anlayın!
Gözleri aha bu mübârek adam gibi daima yaşlı olsun!
Ne kadar yaşlı olursa gözün, başkası : “Bunun gözü akıyor!”
Başkası : “Bu mutamâdiyen ağlıyor!” desinler.
Allah’a yanaşmanın yoludur o.
“Yaşın kıymetini, mahiyetini ancak Ârif adam bilir.
Allah’a yakîn adam bilir.
Gözün yaşının kıymetini.
Allah’ın emirlerini mümkün olduğu kadar kudretin tahammül derecesinde yerine getirmeye savaş.
Dişlerini daima temiz tut haa!
İster takma olsun.
İster benim gibi tabiî olsun.
İster iki üç tane olsun, temiz tut!
Abdestli gez!
Gece namazı kıl!
Her üç gün oruç tut!
Sabah namazını kaçırma!
Hastalık derecesinde merhametli ol!
Daima şükret, tövbe et!
Rasûle salâvat getir!
Daima Allah’ı dilinden, gönlünden bırakma!
Bu şu demektir bunların hepisi.
Sana senden yakîn olduğunu unutmamak edebi içinde olursun demektir.
Allah’ı daima ağzında bulunan : “Allah! Allah!” diyen bir adam Sana senden yakîn olan Allah’a : “Benden yakîndir, aman ha edebli oluyum!” demektir.
Yoksa zindana girdikten sonra “Allah!” demek.
Bazılarının zindandır mâbedi haaa!
Bazıları cem cüm olmuş oluyo.
İflasa tuttu mu : “Aman Ya Rabbi!”
Onun da iflas edepsizlik mâbedi.
İnsanın ayıbını diline dolama!.
Hakiki mümin kardeşinden şüphe etmez.
Kâbe’yi bir ayna kabul edersen bütün müminler birbirlerine secde ediyor demektir.
Sana senden yakîn olan birbirimize secde ediyoruz gibidir.

Nasıl sen ona gıybet edersin mümin arkadaşına.
Aman aman aman aman!
En mukaddes mâbed insandır.
Onun için secde edilmiştir insana.
Her insanda bir güzellik vardır aziz cemaat.
Onu görmeye çalışın.
Ayıp görme, gıybet etme bunları kolay gibi görünür amma evet çok kolaydır.
Güç görürsen çok güçtür.
Rasûlullah’a güven!
Güven, güven bin defa güven!
Büyüklerden, velilerden, Rasûlullah’ın verasetine sahip mübârek insanlardan himmet daima insan ister bilirsiniz.
Himmet etsinler diye.
Himmet alacak duruma gel, onların sana himmet etmesi farz olur onlara.
“Efendim bana bir şey ver bana bir şey ver.”
Oğlum o raddeye gel de ondan sonra.
Sana küçük çocuğun, beş yaşındaki çocuğun : “Baba bana tabanca al!”
Gidersin uydurma tabancalardan alırsın.
Hakiki tabancalar verilir mi?.
Sen ona gel, o sana verir.
Sen ona ver.
Beş yaşındaki çocuğunu on yaşındaki çocuğunu şube alıyor mu askere? Yooook!
Askerlik çağı geldi mi nereye gitse çağırırlar.
Sen o çağa gel seni bulurlar.
Bu işlerde acele etmek yok.
Bu lafları kulağına, gönlüne kazı!
Ondan sonra savaş meydanına git!
Demin ki Allah’a kasem ederim ki.
Allah şu kürsülerden indirmesin ki.
Rasûlullah Efendimiz o zaman seni bekler karşıda.
Yap bunları, Sallallahu Aleyhi Vesellem neredeyse mübârek cesed-i mübârekleriynen geceleyin Odun Pazarı’ndaki evine girer.
Senin rüyana girer veya gelir bu üst odada bakın.
Milyarlarca insanın içinde felan mahalleden felan kişi böyle yaptı.
Ben onun bu gece rüyasına gireceğim sahabem olacak demiştir.

Bunlar saçma lakırtılar değil.
Hak kokusunu gayıbdan duyan, sendeki batıl kokusunu nasıl duymaz oğlum?
Duyar duyar amma yüzüne söylemez insan.
Örter!.
İyi koku göklere çıktığı gibi, pis koku da göklere çıkar.
Hırs, şehvet, kibir kokusunu söz söylersen karşındakinin manevî burnu var ise soğan kokusu gibi alır onu.
“Sizi topraktan yarattık” duymadın mı âyet-i kerime.
Seni tekrar toprağa alacağız.
Ham meyve.
Reisi Cumhura ham meyveyi götürmezler oğlum.
Olmuş meyve saraya gider.
Oldu mu dalda da duramaz düşer aşağıya.
Ananın karnında iken kan emdin kan, kan!
Daha söylenecek daha bir şey var ama, ben söyleyemeyeceğim onu.
Sen kendin, kendi kulağına şöyle bir boru tak söyle kendi kendine.
Çarşıdan bir nar alacaksan ağam, nar mevsimi gelecek .
Filan narı ararlar, çürümüş çatlamış narı değil mi?
İçindekini gösteren nar..
Onun çürümesi sana içindeki tanesi olduğunu söylüyor.
Onun mübârek çürümedir ki can kutusundaki inci gibi ağzından gösterir müslüman..
Böyle bir girer ruhunun bütün temizliği dışarı çıkar.
Taş bile olsan gönül sahibine erişirsin, cevher olursun oğlum.
Öküzün rengini dışından insanın rengini de içinden ara!
Âyet-i kerime vardır.
Sibgatullah, Allah boyası.
İşte o boya hepimizde vardır.
Bir taş parçasını atarsın bir testiyi kırarsın.
Kırılır desti ama.
Pınar suyu yine vardır oğlum!
Evet. Çukura su doldur, 15 gün sakla kokar.
Fakat çukur dipten kaynarsa koku, neslin, yediğin, aldığın gıdan mıdadan hepsi helâl olsun ona.
Onun için aziz cemaat şekli yok kendisi var bir cihandan bahsediyoruz.
O zahiren var ise sebatsız şekilden ibarettir.
Senin cihan dediğin aha bu dünya.
Onun için demin dedim ki ağlayın,ağlayan gözden ibarettir.
Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
Akarsu nereye akarsa orası yeşerir.
Gözünden gözyaşı varsa oraya bak, rahmet nazil olur.
Şüphe etme bu sözden.

Ateş, ateşe tapana bile lütfetmez.
Ateşe tapanlar bile ataşe girse yakar ateş.
Ateş yine o ateştir.
İçine gir de gör, yakar.
Ateşin tabiatı değişmez.

Ey Allah’ın kılıcı izinle keser izinle yıkar.
Yörüğün çadırına misafir gittiği zaman.
Yörüğün çadırının kenarındaki iri köpekler kuyruk sallar.
Ama yalınız gidersen kıllar parçalarlar insanı.
Kullukta köpekten aşağı mı insan oğlu?
Misafire gidiyor yörüğün şeyine.
“Bu yörüğün, benim efendimin misafiri!” diye kuyruk sallıyor köpek.

Sen Allah’a kulluk edersen ateş nasıl yakar seni?
Nasıl yakar ateş?
Kelimeleri iyi kafanıza koyun.
Ateş İbrahim’e diş geçiremedi.
Geçirebildi mi diş?

Şeyban-ı Rai Hazretleri ümmî bir adam.
Ama dediğim gibi Cuma namazına giderken koyunlarının etrafına çoban bir çızgı çızarmış.
Ne koyunlar çızgıdan dışarı çıkar, ne kurtta çızgıdan içeri girermiş. Niye?
Hürmetten hürmetten!
Kaza ve Kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz oğlum.
Çünkü bizi pençeleştiren savaştıran da kaza kaderdir.
Hakk’ın arıya öğrettiğini aslan bilemez oğlum!
İpek böceğine öğrettiği o iplik yapmağı da fil bilmez.
Bunları anlamak için insanda iki kulak vardır biri eşşek kulağı. Eşşek kulağını kapa!
Başka bir kulak al!
Bu sözümü de eşşek kulağı anlayamaz haaa!
Şöyle dedi, böyle dedi.
Allah’a yanaştı mı insan her şey yapar oğlum velî olur.
Bundan şüphe etme!
Bundan şüphe eden adam.
Şakku’l- kamer hadisesinden de şüphe ediyor demektir.

Şakadan katiyen hastalanmayınız.
Hani kadınlar saçlarını başını sararlar.
“Başım ağrıyor!.”
Bişeysi yok.
Hadis-i Peygamberi diyor ki : “Şakadan hastalanır gerçekten hastalık getirir.”
Kötü işi deri örter oğlum deri!
İyi işi gayb alemi örter yaaa!
Arada bu fark var.
Paralardan padişahların Reis-i Cumhurların ismini kazırlar. Değişiklik yaparlar.
Ahmed’in adını kimse kazıyamadı şimdiye kadar, demin dediğim.
Çünkü adı Allah yazdı.
Gönül kendine sır veremez.
Ok kendini uzağa atamaz.
Görmedikçe bu işleri..

Her göz açıp kapamada ölüyor ve diriliyoruz oğlum.
“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin.”
Her dakika ölüyoruz, her dakika canlanıyoruz.
Şöyle bir deyneğin ucuna ateş olsa, şöyle çevirdiğim zaman onu das daire görürsün değil mi.

Bu bak saniye de 60 defa yanıp sönüyor musun?
İnsanlarda böyle mutamâdiyen ölüp de diriliyoruz.
O kadar çabuk ölüp diriliyoruz ki biz farkında değiliz.
Onun için her an : “Lâ ilâhe illallah” de!
Öyle ölüp dirilme anında gidiveririz.
“Dünya bir andan ibarettir” buyurmuştur.
Hadis-i Peygamber-i Rasûlullah efendimiz!
Bu ömrümün uzunluğu Allah’ın tez halk etmesindendir öldürür dirilir.
Biz yaşadık sayıyoruz.
Allah’ın yeniden yeniye ve süratla halk etmesi öldürür böyle uzun ve daimi gösterir bize.
Yaşamda insan kendiliğinden bilemez.
Âlim olsa da Fazıl olsa da ona öğretilir.

Hani himmet var ya, geldik şubesine.
Askere kaydedildin evvelden amma yaşın gelmedi.
Yaşın gelsin öğretirler sana.
“Sen öğrendin mi Hoca Efendi?” diyeceksin bana.
Bilmesem bu tehlikeli kürsüden herhalde mırıldanmam oğlum.
Irmakla deniz, bir çöpü başının üstünde taşır.
Deniz bu kereminden dolayı eksilmez oğlum.
Leş atsan üzerine çıkar.
Çöp at üstüne çıkar, başında tutar.
Bu lakırtıyı muhakkak anlamadınız.
Öyle ne demek.
Çöp mü, ne yapayım.
Kaza gelince bilgi uykuya dalar oğlum.
Ay kararır gün tutulur.
Gaflete geldim nasıl oldu bilmiyorum.
Kaza ve kaderi inkar edenin inkarı bile bil ki kaza kaderdir.

Bir zengin adamın Sungur isminde bir kölesi varımış.
Hazreti Mevlânâ Mesnevide anlatır.
Bir sabah Sungur’a : “Oğlum kalk!” demiş.
“Peştemâlı havluyu, mavluyu hazırla hamama gidelim!”
Çokta severmiş kölesini.
“Baş üstüne!” demiş hazırlanmışlar ve evden çıkmışlar.
Derken sabah namazı okunmuş.
Sungur demiş ki : “Efendi!” demiş. Çokta severmiş.
“Bana müsaade etsen kerem sahibisin. Şu namazı kılıvereyim!”
“Hay hay Sungur!” demiş
“Sen kıl!” demiş
“Ben şurdaki kahvede oturayım sabahçı kahvesinde” demiş.
Sungur girmiş namazı kılmış herkes çıkmış, Sungur çıkmıyor camiden beş on dakika.
Ordan bağırmış.
İşte camide pencere mencere var ama cam yok.
“Hey sungur!” demiş “Hadi oğlum!”
“Efendi demiş bi beş dakika müsaade et bırakmıyorlar!” demiş.
Beş Dakka, Beş Dakka. On Dakka.
“Sunguuuuuuuur!”
“Bırakmıyorlar efendi!” demiş.
Gelmiş caminin penceresine
“Oğlum!” demiş.
“İçeride kimse yok. Kim bırakmıyor?”
“Seni içeri sokmayan bırakmıyor!” demiş.
Aha bu işte.
İnsan sıhatta mıdır.
Zıdların sulhu var, uyuşması var demektir.
Aralarında savaşın başlaması da, hastalık ölümdür.
İki parmağını iki gözünün üzerine koy.
“Peki ağam. “
Bi şey görebiliyor musun?
Yok be insaf artık yav.
Şöyle gözünü kapattığın zaman bişey göremiyorsun.
Gördün mü? Yok göremiyorsun elini.
Ee insaf et artık.
Bana yakin olan şeyi göreceğem.
ve de tüh be.
Gerçek işte bu.
Sen göremezsin de dünya yok değil ya.
Kusur ancak şu nefsin, parmağındır.
Gözler, göz islamda göz nedir bilir misin?
Dostu gören göze derler ağam!
Öyle bilmem sinemayı seyreden, şurada yazı var.
Rahmetli iki kitap oku de.
Aha burada isen nesini göremen.
Hazreti Ömer hurma dibinde uyuyormuş sormuş veli.
“Emire’l- Mü’minin nerde?” demiş.
“O hurma dibinde haktan ayrılmış gölgelikte uyuyan Tanrı gölgesidir” demişler.
Vahiyler peygamberleredir.
Vahiy zahiri duygudan gizli söze denir.
Onun için bir ayıp işlersen edebe riâyet ederek onu Allah’a isnad etme.
“Her şey Allahtan” deyip de..

Hazreti Âdem’i cennete koydu.
Sonra şeytana dedi ki.
“Git ona bir şeyler yedir kovacağım onu” dedi.
Değil mi?
Allah’ın emri olmadan şeytan cennete girebilir mi?
Nasıl girer o?
Âdem bu işi yaptı kovdular cennetten.
Dikkat buyurun burası çok ince bir nokta.
Âdem ne dedi.
Biliyordu bunun yapıldığını.
Bizim aklımız kesiyor da Âdem Peygamberin nasıl aklı kesmesin.
Şeytanın ona Allah’ın gönderdiğini, kandır bunu demesini.
“Ya Rabbi ben kendi nefsime zulmettim!”
Allah’a isnad etmedi kendi üzerine aldı suçu.
Aldığı için Cenâb-ı Allah’ta affetti.
“Nerden bu Allah’ta bunu verdi başıma aman!” demez.
“Aman!” demez.
Şimdi anladın mı?

“Ben kuluma hastalıkları hediye için veririm” diyor.
“Kabahati kendinde bul da bana yükleme!”
“Hayrihi ve şerrihi minallahi teâla ama sen öyle kabul etmeyeceksin” diyor.
Edebe gireceksin. …………..
Nedir murad?
Ahirette öğrenirsin.
Yakındır belki biz de ölürüz 10 gün içinde belki.
Yahut üç ay sonra..
Suçu kendine atfettiği için:
“Nefsime zulmettim Ya Rabbi!” dedi.
Hak bu.
Onun için ilim, hikmet hepsi helâl lokmadan doğar, helâl lokma ye, yediklerin helâl olsun!

Yağmuru vardır oğlum âlemi beslemek için.
Yağmuru vardır âlemi perişan etmek için.
Yağmuru vardır görünmez yağmur.
Bir gün Sallallaha Aleyhi Vesellem Efendimiz,
Hazreti Aişe Validemiz nereye gitti Rasûlullah peşinden gideceğim. Kapıdan çıkmış, çıkacak.
“Başım açık!” diye Rasûlullah’ın ridası varmış, O’nun başını örttüğü ridasını almış başına onu .
Başına almış Hazreti Aişe Validemiz.
Gitmiş mezarlığa doğru.
Yağmur. Müthiş bir yağmur.
Islanmış dönmüş gerisin geriye.
O sırada Rasûlullah efendimiz gelmiş.
Rasûlullah efendimize şöyle yapmış.
Hazreti Aişe validemizi de çok severmiş.
Rasûlullah Efendimizin böyle üstüne elini sürmeye başlamış.
“Ya Aişe ne oluyorsun?” demiş.
“Ya Rasûlullah senin üstünde ıslaklık yok!” demiş.
“Biraz evvel ben senin geldiğin taraftan geldim. Sağnak halinde yağmur yağıyordu!”
“Ya Aişe!” demiş.
“O senin bildiğin yağmur değil!” demiş
“basında ne vardı? ” demiş.
“Ya Rasûlullah başım açık çıkmayayım diye senin ridanı örttüm çıktım dışarı!”
“O Rahmet-i İlahiyedir!” demiş.
“Benim ridamı örttün de sen öyle yağmur diye gördün onu!”
Birde böyle yağmur vardır oğlum.
“Efendim göremiyorum!”
Ulan göremezsin be ağam göremezsin.
Ağam şekerim şöyle suların içinde dönmeye başlar.
Etraf dönmeye, ilaçlar, soba hepimiz dönmeye başlarız.
Ulan ağam biz dönmüyoruz sen dönüyorsun.
Ev dönmüyor.
Bak afatı şiyden afallıyor insan neresi olduğunu.
Trene bin.
İlk tren geldi durdu.
Sende o arkadaşınan konuşurken trenin bir tanesi kaçtı.
Hangisi kaçtığının farkında değilsin.
O kaçar sen gidiyormuş gibi geliyor.
Ulan bir metre içindesin.
Ondan sonra bana benden yakîn bilmem neyi görürsün.
Görürsün ağam.
Soğuk su, kar olmuş üzüme dokunmaz ağam.
Gorukların hepsine dokunur.
Çünkü goruk daha kemâle gelmedi.
Ağlamak da kemâle getirir.

Bir yerde yoksul, muhtaç perişan bir insan mı gördünüz.
Hırsızdır, bilmem nedir, eşkiyadır, sarhoşdur yahut daleveracıdır.
Ben çok öyle şeyler biliyorum.
İslami bazı etiketler var onları koymak istemiyorum üzerine.
Hacı var.
Ne kadar Hacı?
Efendim hacıyı mı görüyorsunuz?
Ben ötekilerini gördüğüm için hacı da öyle yaparsa boğarım onu. Çünkü mü’min arkadaşım.
Muhakkak böyle düşkün insanlar var ise bu yoksulun haberi olmadan bir suç işlemiş, bir kemâl sahibinden kaçmıştır.
Askerlik çağına gelir herif.
Efendim eve gelirse Adana’ya gitti der.
Şube Adana’ya yazar.
Adana’da böyle bi şiy yoktur.
Gelir efendim ordan Ankara’ya geçti.
Herif iki sene izini kaybeder.
Aha nedir bu.
Yoksula bağımlı.

Vedduhâ Sûresi!nde Cenâb-ı Peygamber bir yoksula bağırdı da.
“Ya Habibim bağırma dedi Ona.”
Herkes doğru söylüyemez oğlum kudreti yoktur.
Doğru söylemekte bir kahramanlıktır.
Her kuş bi inciri bütün olarak yutamaz.
İnciri niçin kestin.
Hatırıma incir geldi.
Bir kuş bir inciri yutamaz.
Niye inciri seçtim.
Elma diyebilirdim, üzüm diye bilirdim.
Vettini zeytun.
“Vettiyni vezzeytuni” kelimesini unutma!
Hikmetini sana Rabb öğretir
Eğer çalacaksan emek armut çalma, incir çal oğlum incir!
Bu garip gibi görünen lakırtılarımız bulutlu havada kıbleni bulmak, bulmak içindir!
Bulutlu havada kıble ne taraf, güneşi görmediğin için ararsın.
Bu lakırtıları söylüyorum ki bulutlu havada kıblemizi bulalım.
Bize bizden yakîn olan Allah’ı bulalım.
Vucuhun yevmeizin nadiretun.
Ölümden herkes korkuyor biliyorsun, aman ölüm!
Öyle insanlar vardır ki ölüme bıyık altından gülerler.
Kitabımız öyle yazıyor.
Onların kalblerine kimse dokunamaz.
Sepet kırılabilir fakat içindeki incire bişey olmaz.
İslam İçin ölümün görünüşü ölümdür.
İç yüzü diridir.
Ölümün içi de ölüm olsa bırakalım camiyi çıkalım dışarı.
Bize sual yok bişiy yok ne yapacağız burada!..


KELİMELER:

İkmal : Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
Patika : Yol.
Müddei-yi umumî : Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
Mutamâdiyen : Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
Kasem : Yemin. Ahdetme.
Rida : Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. * Akıl. İlim. Seha. * Zinet. Parlaklık veren şey. * Hırka.

ÂYETLER :

صِبْغَةَاللّهِوَمَنْأَحْسَنُمِنَاللّهِصِبْغَةًوَنَحْنُلَهُعَابِدونَ
“Sibğatellah, ve men ahsenü minellahi sibğatev ve nahnü lehu ağabeydun : Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).”
(Bakara 2/139)

أَفَعَيِينَابِالْخَلْقِالْأَوَّلِبَلْهُمْفِيلَبْسٍمِّنْخَلْقٍجَدِيدٍ
“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid : İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kaf 50/15)

وَأَمَّاالسَّائِلَفَلَاتَنْهَرْ
“Ve emmessaile fela tenher. : El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duhâ 93 / 10 )

وَالتِّينِوَالزَّيْتُونِ
“Vettiyni vezzeytuni : Tîn’e ve zeytûn’a andolsun.” (Tîn 95/1)

وُجُوهٌيَوْمَئِذٍنَّاضِرَةٌ
“Vucuhun yevmeizin nadiretun. : Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır” (Kıyamet 75/22)


SOHBETLER : VII

Orada İnsan aklı Cebrail’den de büyüktür ne zannediyorsun.
Sen ne konuşuyorsun?
“Bir adım öteye gidemem Ya Rasûlullah yanarım!” diyor.
Oraya giden insan.
İnsanların en güzelinin güzeli.
En büyüklerinin büyüğü anladınsa!..
Onun için :
“Bütün Kâinatıma sığmam!” diyor Cenâb-ı Allah :
“Mü’min kulumun kalbine sığarım!”
Meleğin kalbi demiyor mü’minin kalbi.
Peki gâvurun kalbi yok mu?
Ulan var bütün insanın kalbi.
“Mü’minin kalbine sığarım” demek.
“Aha ben onlara kolaylık gösteririm şu âyetteki gibi onu inandırırım” demek.

Burnunun ucunu bile görmez.
Burnunun ucunu görebiliyor musun ahaa?
Daha burnunun, kendi elinlen tuttuğun burnunu göremiyorsun.
Kalbinin içindeki Allah’ı görmen kolay değildir.
Öyle kolay olsa herkes çıldırır yani.
Sen zannediyorsun ki havalara çıkacaksın, çıkacaksın, milyonlarca kilometre gidecek, yazacak : “Burası Sidredir.”
Ne yazılar yazıyor oralarda felan.
Cebrâil, Mikâil hepisi orda.
Nereye gideceksin?
Sidret-i Arş’a gideceğiz.
Bunu böyle düşünürsen sen hiçbir yere gidemezsin.
Aha burada!..

Arşta görülür, Kâbe’de görülür, Cebrail’de görülür.
Cemâlullah da gark olursun.
Hepisi görülür.
İş çorabı tersine çevirmekte.
Nasıl çeviriyor bu canım bu.
Bunun usulü yok mu?
Var usulü.
Yalan söylememek. Şakadan bile olsun yalan yok.
Kedi kaçtı da.
Geriye kediyi çağıracaksın.
“Pisi pisi pisi!..”
Aha da yalan.
Efendim felan dedi..
Değil, o yalan değil.
Bu yalan sınıfına bile girmez oğlum?
O edepsizliğin sınırına girer
Vereceğin şeyin peşinde o, bu yalan olmaz.
Yalan, İslamın yalanı budur.
Kediyi bile kandırmayacaksın.
Kedi kaçmış : “Pisi pisi pisi!..”
Bu yalan aha işte yalan yalan bu!..

Yoksa öyle efendim felan şey alıp nideceğim.
“Aldım senden otuz lira.”
“Yok efendim ben senden almadım.”
Bunlar yalan değil.
Bunlar cehennemin altındaki inkara yalandır bu inkara yalan.
Onlarınan işimiz yok bizim.
Böyle yalan değil.
Gıybet yok.
Nasıl gıybet yok?
Efendim felancayı biliyor musun?
Heeeee şöyle böyle o gıybet değil o, hased.
Efendim felanın işte apartumanı var da, işte otomobilleri var, parası yok da, bu da haseddir.
Hased ne biliyor musun, gıybet ne biliyor musun?
Şöyle küçük bir şeyden bunalıp da : “Yahu ne yapacağım?” gıybet o.
Hasedde o.
Allah’ nan irtibatını kesmektir.
“Yahu benim borcum var napacağım?”
Sen Allah’a inanmıyorsun!
“Vay şurama bişey çıktı!”
“Ne dediler?”
“Kanser dediler kanser!”
“Ne olacak?”
“Ameliyat olacak.”
“Eee ne olur?”
“Acaba ameliyat oluyum mu, olmayayım mı?”
Böyleysen iman yok, yoktur.

Daha dün gece ben nöbetçiydim.
Sabaha kadar uyumadım.
Getirdiler bir kadıncağızı.
Burnu şakır şakır kanıyor.
Yaşlı bir kadın 60 yaşlarında.
Evlatları getirdiler.
Ola kim burun kanı durdurmayacak.
Tansiyonu çok yüksek 24.
Çok yüksekti.
Durdurursak kurtulur, felçten kurtulur kadın.
İlaçta yazmayacağım, istersen yatırıyım.
“Derece var mı?” dedi.
Canını insanın Allah alır oğlum hastalık arada vesiledir.
Allahtan korkmuyor da hastalıktan korkuyor.
Ama tedavi olacaksın.
Hepimiz öleceğiz.
Korku yok!..

“Acaba efendim ameliyata dayanabilir miyim?”
Allah Allah! Bu da küfürdür oğlum!
Şekk ü şüpheye düştü mü haa bu âyetten istifade edemez.
Hiç bir şeyden şüphesi yoktur.
Yaz gelir : “Yandık aman Allah!”
Kış gelir : “Donduk Ya Rabbi!”
“Eee ne yapacağız biz?”
Başın ağrır : “Aman efendim ne yapsam ben?”
Dişin ağrır : “Ölsem de kurtulsam!”
Bunlar hastalıktır, her şey işler haa.
Bunun içinde tamahkâr, hasedkârlar bilmem neler istediğin kadar namaz kıl!
Onun faydası yok.
Ama bi de nemelazımcılık var haaa!..
O da eşşeklik.
Bunun eşşeklik tarafıdır.
Paranın bir yazı tarafı var bir de tura tarafı var.

Her şeyin tedbirini alacaksın.
Tedbir almamak var mıdır?
Vardır ama o mertebeye gel oğlum.
Evimize akşam şeye geldi mi kapatırız evimizi.
Burada kimse kalamaz.
Kapıcılar var.
Muhafazalar var.
Var oğlu var.
Var oğlu var var.
Sende öyle oldun mu tedbire lüzum yok.
Al öyleyse kula.
Akşama yemek yok ne yapacaksın.
Düşünmeyeceksin.
Sen düşünmedikçe senin ağzının içine getirirler, o raddeye gel!

Onun için aziz cemaat, adam akıllı inanacaksın.
Yobazca değil haaaa!
Bizim hastanede kim sabah namazına.
“Uyuyun uyuyun!” dedim.
“Sabah namazı yok!”
Ben erken kılarım oğlum.
Güneş doğacak kızıllık olduğu zaman diye bahane yok oğlum.
Müezzin : “Allahuekber!” dedi mi
Ben de peşine “Allahuekber!” derim.
Efendim işte kuşluk.
Rahmetli halam öyle söylerdi :
“Ezanı duydun mu oğlum gidebilirsen camiye git!”
Evde kıl.
Efendim işte cemaat gelir.
Gelirse gelsin, ben cemaatı mı bekleyeceğim.
Kıldık namazı beraber.
Orda bir hasta da vardı, yaşlı sakallı bir adamcağız geldi.
Güneş haa doğdu doğacak.
“Yav amuca dedim vakit geldi yav sen vakiti kaçırıyorsun kuşluk namazı mı kılıyorsun!” dedim.
“Yok dedi vakit geçmedi.” dedi
Aldı bir münakaşa herifnen.
“Ula!” dedi bu.
“İmam-ı Azam böyle dedi, şöyle dedi.”
“Sen İmam-ı Azama nidecen bu sabah namazı geçti!” dedim.
“Hiçbir şey deme kuşluk namazını hiç olmazsa kıl!”

Neyler yapmış olduğun ibadet.
Zeytin yağınan su birbirine karışmaz ki oğlum.
Biri aşağıya çıkar biri yukarı çıkar.
Hatta kandile bile zeytinyağının içine su koysan, kandil bile yanmaz.
Şimdi kiminen münakaşaya gittik diye yakacak mıyız?.
Bir hışımnan kıldı.
Gitti oraya.
Ondan sonra : “İşte, cevap verecektim ama!” dedi.
“Bunlar” dedi. “Böyle işte” dedi.
“Bilmezler dini dedi, dinsiz herifler!” dedi.
“Nerden bilecek benim namazımı kıldığımı!” şöyledir böyledir.
Ordakiler de dinliyor bizi.
İçinden biri “ne dedi?”
“İşte şöyle böyle daha erken vakit kılınmaz.”dedi
“Peki dedi sen niye cevap vermedin ona” dedi.
“Madem ki biliyorsun adama sinkaf yapıyorsun?” dedi.
5 – 6 kişi.
“Peki, söyleyim de günaha mı gireyim?” dedi.
“Ne günahı efendi?”
“Öyle bilmeyenlere” dedi “dinsizlere!” dedi.
“Öyle söylemek günahtır!”
Bende kapı da dinliyorum ki.
İçeri Salaha nâil olsun.
Ondan sonra epey zaman geçti.
Şurda vaaz ediyorum.
Yok efendim. o……….
Cahil câhil namazda.
Bazıları da şöyle oturmuş.
Ondan sonra çıktı şeye şöyle bir baktı heyle.
Vaaz ettik.
Merdivenleri indik çıkıyoruz.
“Amuca niye baktın?” dedim.
“Hani bir hastanede yatmıştım Ramazan da mı ne iki ay evvel yatmıştım.”
Yattıydı.
“Böyle ben ondan sonra İslam oldum.”
“Yeni İslam oldum!” dedi.
“Ben öyle yıldırım şiddetiyle çıktım ki..” dedi.
Hala inat ediyor.
Dedim “senin kıldığın yanlış!” dedim.
“Ahaaaa!” diyor.

Onun için eşşek yaradılış bakımından otu sever otu!
Baklava yemez eşşek.
Pirzola da yemez.
Köfte kızartma haaa!
Onun için Kur’ân-ı Kerimde bir âyet var :
“Biz onların ağızlarını mühürledik” diyor.
Aha buna benzer.
Eşya mağazada, kapı mühürlü..
Onun anlamaması da, inadı ona mühür.

Yolcuya mühim mi haber bu haaa.
Çok mühim bir haber.
Ama bu ne olacak.
Sen Peygamberi bilmedin mi, bu mühür ağızdan kaldırılır oğlum.
Aha demindeki âyetteki gibi.
Açılmamış mühürler bile kaldırılır.
Eşek ot yerken, pirzola yemeye başlar.
Nasıl olur o?
Olur işte!..
İyiler, peygamberlerden kalan mühürleri Hazreti Sallallahu Aleyhi Vesselam Ahmedin hürmetine Cenâb-ı Allah kaldırdı oğlum.
Nasıl kaldırdı?
“İnna fetahna leke fethan mübina” âyeti ile hepsini olduğu yerden kaldırdı.
Çünkü O büyükler büyüğünden başka ne gelmiştir ne de gelecektir. Son peygamber bundan olmuştur.
Nasıl mühür kalktı.
Oğlum Uhud anını hatırlamıyor musun?
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in mübârek dişleri kırıldı.
Amucaları Hazreti Hamza’yı yetmiş parçaya ayırdı Hint biliyorsunuz.
Ordu darmadağın.
Dişleri kırılmış.
Sahabelerin bir çoğu şehitlik mertebesine gelmiş.
Kan akıyor mübârek ağzından.
Ellerini kaldırmış : “Ya Rabbi bunları sen affet! Bunlar ne yaptığını bilmiyorlar!” diyor.
“Bunların gönlünden mühürü aç!” diyor.
Koskoca peygambere bak!
Aha bunu müşrike, kendine ok atan insana söylersen senin gibi secde-i Rahmâna kapanıp Rasûle salavat getirene ne söylersin.
Mühürler açıldı oğlum.

Adam akıllı Allah’a dayanacaksın oğlum.
Nerede o Allah’a dayanma ki.
kılıç İsmail’i kesmemiş.
Baba almış eline Allah’ın şeyine yatırmış İsmail’i bağlamış.
Öyle bağlanmış ki kılıcı kesmemiş.
Nerede o keramet ki.
Nil’in dibini ana cadde yaptı.
Kaçıyor Ben-i İsrail Musa’dan.
Onlardan, Ondan evvel yaa!..
Geldiler Nil’in kenarına.
Hazreti Musa taşın üzerine çıkmış, Nil böyle.
Rüzgarlı hava, yağmur bir taraftan.
Çoluk çocuk, ihtiyar, genç kadınlar kızlar hep toplanmışlar etrafına Firavun’da geliyor öteden ordularıynan.
Herkes bir endişe Musa : “Korkmayın!” demiş.
Korktuğu yok bişeyden.
Aha böyle korkmayacaksın, itimadı var şüphesi yok.
Hiç fütur ettiği yok.
Emir gelmiş : “Musa şu deyneği uzat hele!”
Öyle bir açıldı oğlum, açıldı nil açıldı.
Kapı açılır gibi.
Hadi iyi günler.
İnekleriyle, tavuklarıyla, köpekleriyle yavruları, güvercinleri, horozları, morozları.
Nil diyor Bahr-ı Ahmer, Kızıldeniz açıldı.
Onlarda girdiler içine caddeden gidiyorlar.
Yanlarında böyle minareler gibi su duvarları.
Böyle bu tarafa gelmiyor.
“Nasıl gelmiyor?”
Eee gelmiyor oğlum!
Aklın varsa inan, aklın yoksa itiraz et!
Daha aklın yoksa gitti at kendi kendini.
Ondan sonra bunlar geçiyorlar.
Bakıyor ki ötekisi, cadde açılmış.
Haydi bunlar da arkalarından girmiş.
Tam ortaya geliyor, Musa’nın en son ümmeti de çıkıyor.
“Ha geldik ha gelecektik!”
Sular başlıyor : “Huuuuuuuu!”
Onlar içinde : “Vay noluyor, noluyor?”
Bir karmakarışık oldu.
Çırpıntı…

Nerede o inananlar.
Aha öyle inan.
Sen inan!
Bu Kur’ân-ı Kerimde, Rasûlullah’ın Sallallahu Aleyhi Vesellemin hadislerinde öyle sözler vardır ki.
Geceye söylesen gece, gecelikten çıkar oğlum!.
Sen ne konuşuyorsun!.
Bir Hadis-i kudsî de Cenâb-ı Allah diyor ki :
“Aha o Rasûlun nuru, Ahmedin nurunu Ahmed’in ruhunu, yüzümün nurundan halk ettim!” diyor Cenâb-ı Allah.
“Muhammedin nurunu yüzümün nurundan halk ettim!” diyor.
“Efendim Allah’ın yüzü ne imiş?”
Sen daha Rasûlullah’ın yüzünü bilmiyorsun.
Her yerde hazır ve nazır.
“Allah’ım ruhumu kendi kendi yüzünün nurundan halk etmiş!”
Bu hadis-i kudsî.
“Ben Peygamberimin ruhunu kendi yüzümün nurundan halk ettim!” diyor Hadis-i kudsîde.
Bunun üzerine Rasûlullah’da hadiste buyuruyor ki : “Allah önce ruhumu yarattı!” diyor.
“Hiçbir şey yaratılmadan Allah ilk önce benim ruhumu yarattı” diyor.
“Allah ilk önce kalemi yarattı” diyor.
“Allah ilk önce aklı yarattı” diyor.
“Üç şeyi yarattı : Ruhumu yarattı, kalemi yarattı, aklı yarattı!” diyor.
Demiyor ki : “İlk önce ruhumu yarattı!”
Yine diyor : “İlk önce kalemi yarattı, ilk önce aklı yarattı!”
Hepisi birden şöyle “lupp!.” diye üçü birden mi çıktı.
Üçü birden çıktı.
Yaa, Allah öyle çabucak yaratmaz.
“Dünyayı bile altı günde yarattı” diyor.

Cemaat iyi dikkat et!
“Allah önce nurumu yarattı. Allah önce kalemi yarattı. Allah önce aklı yarattı!”
“Hepsi birden yaratıldı!” demek.
“Allah önce kalemi yarattı” demiyor.
“İlim benimle yazıldı!” diyor
“Benimle yazıldı!”
“Allemel'insane ma lem ya'lem”
“Allah önce aklı yarattı, her şeyi idrak için bana akıl verdi” diyor.
Sen zannediyorsun ki.
Bir nur yaptı, getirdi sonra aklı soktu içine, ondan sonra benim ağzı da soktu bu.
Torba değil bu.
Haaa ruhu yaratır yaratmaz.
Ruhunan akılı ve kalemi yarattı.
Bu günkü gibi serseriyi, anlamayanların aklına sokmak için kalem diyor kalem!
Onun için Rasûlullah’ı Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Allah’ın yüzünün nurundan halk edilir edilmez;
O nurun içindeki olan ilim,
O nurun içindeki olan idrak, akıl bütün esma birlikte yaratıldı.

O halde, Cenâb-ı Salallahu Aleyhi Vesellem efendimiz, doğrudan doğruya Allah’ın hüccetinden geçmiş, küçülmüş küçülmüş bize gelmiş Cenâb-ı Allah’ın esmalarının aynası bir Zât-ı Muhteremdir. Anladın mı?
Mü’min de, ondan kıvılmış kıvılmış kıvılmış kıvılmış aha bu hale gelmiş.
Onun için bütün bağlar kopacaktır kıyamete yakın.
İslamların elinde bir bağ kalacaktır : Namaz.
Yani Ben’len olan irtibatınız.
O oraya, o oraya taa santrala.
Aha bu namazı bırakırsan santral kesilir.

Bu işte hadis.
Yani : “Ahmed’in ruhunu kendi yüzümün nurundan yarattım!” hadis-i kudsî.
İkinci Hadis : “Allah önce ruhumu, kalemi, aklı yarattı.”
Bu iki hadisten bir şey murad edilmiştir.
Bu da Hakikat-ı Muhammediyye.
Hakikat-ı Muhammediyye denilen islamdaki şey, aha bu demek. Bunu murad etmek istemiştir.
Onun için : “Hakikat-ı Muhammadiyye nedir Ya Rasûlullah?” dedikleri zaman :
“Ben Allah”tan, mü’minlerde benden!!” demiş.
“Ben Allah’tan, mü’minlerde benden.”
Sonra ruhları Esfel âlemine indirmiş.
Yüzünün nurundan halk ettiği nurun gitmesini riyazesini Allah onları Esfel âlemine indi.
Tin suresinde.
Esfel-i sâfilîn.
Esfel-i sâfilîn cehennem değil oğlum yaa, cehennem.
Esfel-i sâfilîne git!
“Tepeden aşağıya inmek” demek.
Tepeden aşağıya inmek.
Kürsüden yere inmek.

Havadan paraşütle aşağı atlamak.
Gaybe hu.
Yukarıda halk.

Çok iyi bişey anlatacağım size de bu malzemeyi topluyoruz.
Konserve kutusunu daha açmadık.
İçinde bakalım ne var?
İnsan yemekten oruçludur, bizde de bir şey öğrenmekten oruçludur.
Hepimiz oruçluyuz işte, akşama bişey yiyeceğiz dur bakalım.
Yukarıdaki yuva Sultanîye Mertebesi.
Sultanlara mahsustur.
Allah’a mahsustur.
Esfel-i sâfilîne inen Pişmanî olur.
Yani dünyaya inen dünyaya inen cesedin içindeki, içimizdeki Ruh.
Aha içimizdeki Ruh.
Anladın mı içimizdeki Ruh.
Aha bizde ellerimizi kaldırıyo, konuşuyoruz.
O Pişmanî Ruh, Pişmanî Ruh.
Sultanî Ruh yukarıda!
İşte Pişmanî Ruh, Esfel-i sâfilîne geldi.
Daha konuşuyorsun işte!..

Ondan sonra Allah, Ruhundan üfüledi.
İnsanın cenazesi de nefh etti olur.
Adam kalktı, aha cesetlerimiz kaldı.
Sultanî Ruh yukarıda.
Deminki âlimin okuduğu ne idi İslamlara idi.
Sultanî Ruhnan bu Esfel-i sâfilînde bulunan Pişmanî Ruhu birleştirmek için kafanızı secdeden kaldırmayın!
Onun için :
“Ben Allah’dan!” diyor.
“Mü’minler de benden” diyor.
Aha onu birleştirdiğin dakika da “pırrrrrr!” uçtun gittin.
Pişmanî Ruhu, Sultanî Ruha ordaki Ruha kabul ettirmek için temizlenmek lazım.
Yalan söylememek lazım.
Şunu söylememek lazım.
Bunu söylememek lazım.
Söylersen demin dediğim gibi zeytin yağınan suyu karıştırırsın. Kandil yanmaz oğlum!
Bu kandili yakabilmek için bu temizliği elde etmek lazım.
Yandı mı, o halde yüzünün ruhunu, yüzünün nurundan halk eden Cenâb-ı Allah’a Hazreti Rasûli Sallallahu Aleyhi Vesselleme. Rasûlullah’ta “Ben Allah’tan mü’minlerde benden” dedikten sonra Pişmanî Ruh, pisliklerden arınıp da Sultanî Ruha çengelini taktıktan sonra daha ne korkuyorsun?

Tayyareden insanı paraşütle atarken bir ip vardır orada.
Tayyareye bağlı.
Herif boşluğa düşer düşmez belki çıldırır diye muayyen bir müddet çıktıktan sonra ipi kesemez diye Tayyareden “lapp!” diye atarlar onu.
Sen de son nefesine geldi mi.
Sultanî Ruha katıl!
Sen hele katıl bakım.
Bütün hücrelerin : “Lâ ilâhe illallah!” demeğe başlar.
“Sen baakma efendim.
Sen ne dersen de Allah nasip ederse!”
Ulan secdeye nasip etmiş Allah seni.
Bu kadar, 45 sene seni Secde-yi Rahmâna hulus-i kalb ile, ama deminki dediğim gibi;
Riyâ yok. Yalan yok. Gıybet yok. Dedikodu yok.
40 sene yap ondan sonra son nefeste senin şeytanın rezil etsin seni?.
Nasıl edermiş Allah yavv!
“Gel bana!” diyor.
“Gel bana!” diyor.
Ruhun aşağıya indi mi.
“Sonra ulan bunlar şaşırırlar” diyor.
Semadan kitaplar gönderir aşağıya.
Kitaplarda neler var?
Yazılar var.
Aha demin bir tanesini okudum.
Namazda okuruz.
Yukarıda Hakikat-ı Rasûlullah dedik değil mi anlattık onu anladınız.
Aha bak şunda şunda bir parıltı var.
Değil mi bak şöyle korsan bu yansıyor aha bu.
Bu hakikatta da bir parıltı vardır.
O parıltı laflar Kur’ân-ı Kerimdir.
O parıltıya dikkat edersen iki yönlü rengi vardır.
Birisi şöyle demin bu güzel şuyunu idrak edip bana yanaşması için yapılması lazım olan haritadadır.
Gül dağına gideceksin harita çızmışlar vermişler eline.
Güneye doğru sol taraftan gideceksin.
Bu kadar kilometre.
Haritaynan gidilecek.
Pusulan da var elinde değil mi?
Yolu bilmek lazım haaaaaa!
İşte o Hakikat-i Rasûlullahı Muhammediye Sallallahu Aleyhi Veselleme vasıl olabilmek için harita Kur’ân-ı Kerimin içinde.
“Eee ben o haritayı göremedim!”
Sen göremezsin haritayı.
Şeyinen gelir nerde harita.
Aha gizlenmiş git, hazineyi bul!
Yağma vardı. Aklına sokuşmuş.
Bu harita dış âlemimizin düzenini sağlar.
Oda Şeriat işte. Şeriatı.
Bu haritaynan Hakikat-ı Muhammediye’ye vasıl olabilmek için haritası Şeriat…

KELİEMLER:

Sidre : Ağaca teşbih edilen, yedinci kat gökte bir makam ismi.
Sidertü’l- Münteha : Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.
Fütur : Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
Hüccet : Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * Şâhid.
Safilin : En sefil, çok sefil, en alçak, en aşağı, çok fenâ.
Sefillerin en sefili. Cehennem'in en aşağı tabakasındakiler.
Nefh : Üflemek, şişmek, üfürük. * Kaba kuşluk vaktine varmak.


ÂYETLER :

إِنَّافَتَحْنَالَكَفَتْحًامُّبِينًا
---“İnna fetahna leke fetham mübina : Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih 48/1 )

عَلَّمَالْإِنسَانَمَالَمْيَعْلَمْ
---“Allemel'insane ma lem ya'lem : O, insana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak 96/5)


SOHBETLER : VIII
Doğruluktan ayrılmaz, yalan söylemez, midene haram sokmazsan gençliğinde de başlarsan Allah seni ihtiyarlığında bırakmaz.
Bu hal sıhatte kalmanın dinç ve faziletli olmanın sırrı budur.
Öyle hakiki Müslümanlar vardır ki 80 sene yaşamış adam.
Seksen sene başı ağrımamıştır.
Allah’a takmış kancasını be birader!..
Biz Allah’ı göklerde arıyoruz.
Şah damarımızdan daha yakın.
Çünkü kendimizi göremiyoruz.
Kendimizi göremiyoruz!..

Bu dem birtakım mırıltılar ediyor bu adam diyeceksiniz.
Bu sözleri herkes söyler.
Söylenmeyenlerin veya söylenemeyenlerin esrarı, bu söylediklerimde gizlidir.
Arar bulursan onlarda çok iş vardır.
Sözlerimiz teleskopla, laboratuvar âletiyle değil başka bir şeyle anlaşılır.
Çünkü öyle sesler vardır ki kulağımız alamaz..
Bu güzel sözleri duyacak, aks-i sedâ yaptıracak adam aramaktayız. Hani dağa gidersin : “Mehmet!” diye bağırırsın “Mehmet!” sesin gelir.
Haa öyle adam aramaktayız.
Sende koku var.
Koku koku!
Vücudunda koku var!
Bu kokuyu alman için aksettirecek nurlu bir ayna ara!.
Kendini görmen için nasıl bir ayna arıyorsan onun gibi bu da.
Ayna olmadan kendini göremezsin.
Sende gizli güzel esmaları sana gösterecek birini bul.
Allah’ın El Bedi’ esması var.
Er Rahmân esması var.
Es Sabur esması var.
Eş Şekur’u var.
Eş Şifâ her esma sende var.
Onların menevişlerini çıkar yukarı.
Buğdayı ekersin bilirsin ondan sonra çıkmaya başlar.
Diyeceksiniz ki : “bul ara!” diyorsunuz.
Bul ara diyorsunuz.
Evet “Bul ara!”
Uzakta değil yakında.
Kıldığın şeriat namazını kalb namazıyla birleştirdiğinde dakika da bunlar çıkar.
Daha şeriat namazını kılamıyorsun.
Kılamıyoruz işte aha diminden beri mırıldanıp duruyoruz.

Neyse aziz cemaat böyle birbirimizi biraz hırpaladık bitti bu!..
Şimdi vaaza başlayalım.
Bunlar maalesef bize lâzım.
Yarın hepimiz aynı zaman haşr olacaksın.
Olduk. Geldiler hesap.
Senden oturduk hesap görüyoruz.
Yan yana düşeriz.
Haaa yan yana düşeriz!
Âhirette Allah düşürür.
“Amca ne yapacağız!” diyeceksin.
Baktık, “Huuu!” kıyamet gidiyor ortada.
Hatırlayacağız gibi.
“Yahu şu şöyleydi. Sen niye söylemedin bana!” diyeceksin.
“Yav bunu söylesöydin de böyle!”
Ulan ben söyledim ama sen yapmadın.
Şimdi anlaşılmaz ağam şimdi anlaşılmaz!..
Yarın toz duman kalktığı zaman bu namazlar, bu bilgilerin hepisi mezar kapısında kalır.
Tiğ-i teber gideceğiz o tarafa.
O tiğ-i teber üzerinde ne kalırsa.
Mezarda silkineceğiz böyle.
Hani köpekler suya atlarda daha sahibine gelmeden şöyle bir silkinir.
Üzerinden o yaşları maşları alır.
Bir iki adım gider bir daha silkinir.
Bir daha silkinir.
Mezarda hep silkineceğiz.
Bu namazlar niyazlar falan hepsi ortada kalacak.
Hiçbir şey kalmayacak.
Senin içinde ne kaldı bakalım.
Bu seni temizledi mi.
Esmâları temizledi mi.
Onu ararlar onu.
Onu ararlar.
Onun için birbirimizi ikaz etmek mecburiyetindeyiz.
Dua ediyoruz.
İmam efendi okudu, şeyi.
Çok dikkat edin!
Bakıp da görmüyorsunuz siz.
Ne diyecek bu herif görürsünüz.
En aşağıya içimizde en genci 10 senedir namaz kılıyor.
Yaşlısı da 50 senedir namaz kılan var içimizde.
Müezzin efendi namaz başlamadan evvel “Kulhü Vallahu” okur.
Ondan sonra en sonunda “lillahil fâtiha” der.
Hepimiz bir salâvât getiririz Elham okuruz.
Kime okuyorsun bu Elhamı, cenaze mi var?
İmam efendi okudu mihrabiye duasını :
“Subhaneke Rabbike Rabbil izzeti ammayesifun vesalamün alel mürselin velhamdulillahi rabbilâlemin el fâtiha!” dedi.
Fâtiha okuyorsun.
Kime okuyorsun bunu.
Farkında mısın 50 sene haa!
Kime okuyorsunuz soruyorum size.
Sor istediğin hocaya sor.
En âlim dediğine sor.
Bu, kitapta yoktur!
Bu, kitapta yoktur!..

Dışını temizlediğin zaman içinde yazılıdır bu lisan.
“Ya Rabbi!
Ben bu Kur’ân’ı duydum,
Namazı kıldım,
Şunu yaptım, bunu yaptım.
Anlamıyorum ama.
Şu dilden anlamıyorum ama.
Bunda ne varsa ben bunları kabul ettim Ya Rabbi!
Kabul ettim Ya Rabbi!
Onun için bunun hürmetine Senin bana hediye ettiğin bir dua var ya.
Haa nedir?
Elhamdulillahi Rabbülâlemin.
Âlemlerin Rabbına hamd olsun.
Âhiret gününün sahibidir.
Ona kulluk ederim ben!
Ya Rabbi!
Beni doğru yoldan bilmem neden ayırma!”
Kendin için o fâtiha kendin için!..
O Fâtiha kendin için!
Havaya gitmez onlar.
Ama bir cenaze için “lillahi el fâtiha” o öbür tarafa gider.
Onu kendimiz için okuyoruz.
Ama kendimiz için okuyorsak o Fâtiha’nın gideceği yeri.

Evde güzel İslami levhalar var.
“Bismillâhirrahmanirrahim.
Lâ ilâhe İllallah.
El Rızkı alallah.
El Kâsib Habibulullah.”
“İnna fetahna leke ve fetem mübina”
Evlerimizde vardır bir çok âyetler değil mi bazılarının var.
“İnnehu min süleymane innehu bismillâhirrahmânirahîm”
Güzel levhalar vardır.
Bunları en güzel odaya asarsın.
Mutfakta mı asacaksınız.
Haşa sümmi haşa.
Helânın kapısına niye asmaz. Asamazsın.
O halde o Fâtihayı kendine okumak için kendi içini temizliyeceksin!
Namazı kılamıyoruz.
Ondan sonra kendimize Fâtiha okuyoruz.
İşte o okuduğun hakiki Fâtiha yerine şey ederse âhirete kolunu sallaya sallaya gidersiniz aziz cemaat.
Sallaya sallaya gidersiniz. Sual bile sormazlar.
Müslümanlık bu.
Onun için Kur’ân-ı Kerimde Resûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem efendimizin kendine hitap ederken Allahu Lemyezel:
“TâHâ”, Rasûlullah Efendimize!
“TâHâ :Yâ Rasûl!” demek.
El müddesir. Üstünü örtmüş.
El müzemil.
YâSîn…
Hep Cenâb-ı Peygamberin Ahmed, Mahmud, muhtelif yerlerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesselem’in isminden ona öyle hitap ediyor.
Yalnız bir yerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimizin ismi mübârekini söyler Cenâb-ı Allah.
“Muhammed Rasûlullah” diye.
“İnna fetahna leke ve fetem mübina” âyetinin, Fetih sûresinin en son uzun âyetinin başında.
Yalınız bir yerde Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ismi mübârekiyle Cenâb-ı Allah şey ediyor.
Hitap ediyor Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellemi memnun etmemiz gerekir.
İki de bir abdestli olmadan mübârek ismini ağzına alma oğlum!
Ağzına alma!
Ağzına almak lazımsa “Rasûlullahu Sallallahu aleyhi vesellem” al!
Ancak abdestliyken “Mim” ile başlayan ismini ağzına al!
Bu çok ince bir hisstir.
Söylenemez. İçinde yazılıdır.
Sokakta, At Pazarı’nda bilmem nerde, Hacı Efendi tutuyorlar el ele “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âl-i Muhammed!” diyor. Eşşeğin yanında.
Eşek de afedersiniz abdestini ediyor.
Söylemeyin Allah rıza için bunu.
Abdestliyken içinden söyle içinden söyle.
Gösterişe lüzum yok.
Her şeyin gizlisinin kıymeti vardır.
Onun için içinden abdesti gez ağam da Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Veselleme salâvât-ı şerife getir.
Efendim hangisi salâvât-ı Şerifelerin en güzeli.
Salâvât-ı şerifenin güzeli, kötüsü yoktur.
Efendim Salât-ı Nâriyye, Salât-ı Fethiyye 80 türlü bu çok kuvvetliymiş.
Efendim bunun on bin tane salâvât-ı şerifeye kıymeti varımış.
Bir çok yazar öyle kitablar çok.
Felan efendim şöyle siz Salât-ı Fethiyye yi okursan otuz bin salâvât-ı şerife yerine geçer.
“Peki otuz bin salâvât-ı şerife geçiyorsa efendi hazretleri ya ötekini niye söyleyeyim, onu söyleyim çıkıyım!”
Aklınıza hangisi geliyorsa efendim.
“Allahümme salla alâ Muhammedin ve alâ ehli beytihi Muhammed!” bitti bu kadar.
İçinden temiz yerde.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem diyor ki.
“Dua eden kimse.”
Rasûlullah’ın hadisleridir bu söylüyeceğim.
İbni Tabarânî ve İbni Mesud dan en kuvvetli hadislerden.
“Dua eden kimse Allah’a ellerine kaldıran insan Peygamberine salât etmedikçe dua perdeli kalır!” diyor.
Dergâh-ı İlahiye’ye icâbet vaki’ olmaz.
O halde Fâtiha okuyacaksın dua edeceksin.
“Vema erselnakeinla rahmetenlil âlemin” dedi müezzin efendi kaldırdık ellerimizi.
“Allahümme salli ala Muhammedi ve alâ âlihi seydinâ Muhammed” oraya bir defa kapıyı açacaksın bunu diyeceksin.
Her dua semâya çıkmaktan men’ edilmiştir diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Ancak bana salât-ü selâm olursa duanız yükselmeye başlar!”
Onun için bunda soytarılık yoktur.
Hemen duaya başlayacağı zaman Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellem’e bir salâvât-ı şerife getireceksin.
Yani ilk defa gelir gelmen manüpleyı açacaksın.
Çekeceksin telsizi oraya.
“Yâ Rasûlullah ben Allah’a dua edeceğim aman sen bilin!”
O demektir.
Manüple kapalı.
Bursa hattı kesik sen Bursa’yı arıyorsun.
Ara işin yoksa!
Namazda da mi’rac-ı müminindir namaz.
Namazdan çıkmak için imam efendidir manüple.
Ondan evvel secdeye gidersen.
Yatar kalkarsın hayvan gibi.
Olmaz o!
Manüple onda onunla gideceğiz efendiler.
Rasûli Sallallahu aleyhi vesellem’in yine bir hadisi Taberânî, İbni Mesud’dandır.
“Yanında diyor bir adamın yanında Ben anıldığım zaman Benim ismim geçtiği zaman Bana salât-ü selâm getirmeyen kişinin burnu yere sürünsün!” diyor Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem.
Bu demektir :
“Benim nurumdan var sizde. Benim ismim anıldığı yerde sizin içinizde Benden olan nur var ya ona selâm verin!” demektir.
Temiz tut kendini : “Burnu yere sürünsün!” diyor.
“Kim Bana salâvâtı unutursa, salât-ü selâm getirmeyi unutursa ona cennetin yolu da unutturulur!” diyor Cenâb-ı Peygamber hadis bunlar.

İnsan lakırtısı değil.
Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem’in hadisi şerifleri.
İster inan ister inanma!

O halde her İslama salâvât-ı şerife farzdır haa farz!
“İnnallahu ve melaiketihu yüsallune alennebiyyi ya eyyuhellezine amenu salli aleyhi ve sellimu teslima!”
İşte âyet-i kerime.
Yalnız, ömründe bir defa getiren bu farzdan kurtulur.
Ömründe bir defa “Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!” dedi mi bu âyet-i kerimeye göre salâvât-ı şerife farzından kurtulursun.
Kurtuldu!
Yalınız müslümsen eğer salâvât-ı şerife getirmek sana vâcibtir. Müslüm ne demek?
İslam ne demek?
İslam, ben İslam oldum demek.
Müslüm, kafasını secdeye koyan demek.
Teslim olmuş o da İslam demek.
“İslamım Elhamdulillah” tamam oldu.
Nüfus kağıdında Hanifi, Hanbeli, Şâfi’ ne yazarsa.
“Efendim ben İslamım Elhamdulillah!”
İyi oldu iyi hayırlı olsun!
O bir defa ömründe salâvât-ı şerife getirmek farzdır insana. Müslüme salâvât-ı şerife vâcibtir oğlum!
Onun için namaz kılanlara Cenâb-ı Peygamber bunlara haber vermeden yaptırıyor bu vâcibi.
Ettehiyati biter :
“Allahümme salli alâ seydina muhammedin ve alâ âl-i seydina Muhammed kemâ salleyte alâ İbrahim ve alâ âl-i ibrahime inneke hamidün mecid!
Allahümme bârik alâ seydina muhammedin ve alâ âl-i Muhammed kemâ bârekte alâ ibrahime inneke hamidün mecid!”
İşte bunlar salâvât-ı şerife bu vâcibler de böyle yapılır.
“Ama ben daha başka yapacağım!”
Abdest al sokakta giderken, söyle dur, söyle dur!
Söyle içinden ama başkası duymasın.
Gösteriş olur!.
Gösteriş olmasın!
Salâvât-ı şerife diyip de geçmeyin haaa!
Öyle telsiz vasıtasıdır bu kiiii!

Bir gün Ahmedi Rufaî Hazretleri ile Abdulkadir Geylanî Hazretleri oturuyormuşlar.
Bir duvarın diminde çölde.
Genç bir çocuk geldi yanlarına 18 yaşlarında felan.
Demiş “amuca” demiş “siz şeyh misiniz?” demiş.
Abdulkadir Geylanî celâlli.
Allah şefaatini nâil eylesin!
Hazreti Rufaî de mülâyim böyle.
“Şeyhiz ya!” demiş.
“Siz demiş hani böyle, bazı şeyler yaparsınız!”
İşte kerameti anlatacak :
“Hani şöyle hiç kimsenin yapamadığını yapabilir misiniz?”
“Ohoooo ben neler yaparım!” demiş Abdulkadir Geylanî,
“Neler yaparım ben!” demiş.
“Peki demiş madem yaparsın demiş ben birşey yapıyım ondan sonra da sen yap!” demiş.
“Peki ne yapacaksın?”
“Ben demiş bi gizleniyim beni bul!” demiş.
Çocuktur.
“Peki gizlen oğlum!” demiş.
Şöyle duvarın arkasına geçmiş çocuk oradan: “Amuca oldu!” demiş.
“Ara beni!”
Abdulkadir Geylanî kalkmış duvarın arkasında yok.
Bir yıkık duvar.
Ordan bak, buradan bak.
Hazreti Rufaî bakmış.
Eee ortada kuyu da yok!
Kaçsa görünecek!
Vay anasına yokkk!
Abdulkadir Geylanî Gavsiyyet kuvvetiyle bütün dünyayı dönmüş.
Bir aramış dünyayı.
Yok efendim yok!

Bir daha bir saat aramış yok.
Hazreti Rufaî Hazretleri de yıldızlara da mutasarrıftır.
“Kardeşim demiş sen bir yıldızlara bak!” demiş.
Bunlar deli sözleri gibi oldu.
Başkası dinlese : “Bunlar deli lakırtıları mı anlatıyor!” der.
Asıl delilik bunları anlamamaktadır.
Hazreti Rufaî, bütün yıldızları dolaşmış.
Yok çocuk yokkk!
İkisi birden üç saat, yok çocuk!
Nihâyet gelmiş oturmuşlar bulamamışlar.
Ulaaan iş başkaaa!..
Abdulkadir Geylanî demiş ki : “Oğlum seni bulamadık çık bakalım nerdesin?”
Çocuk duvarın arkasından çıkmış gelmiş.
Demiş : “Nerdeydin oğlum?”
“Ben Ravzadaydım!” demiş.
Ravza-yı mutaharada!
Tâa Bağdattan bir salâvât-ı şerife çekiyor,
Çeker çekmez salâvât-ı şerifeyi Ravzaya düşmüş!
Ravza çocuğu emiyor.
Çünkü Ravza’ya İzn-i İlahî olmadan ne bir melek-i mukarreb hiç bir şey yanaşamaz.

“Sakın terk-i edebden, kuy-u Mahbubu Hüdâ’dır bu!
Sakın terk-i edebden Kuyu Mahbubu Hüdâ’dır bu!
Nazargâh-ı ilahî’dir Makam-ı Mustafa’dır bu!”

Nazar-ı Akdesi İlahiyye her gün Rasûlullah’ın Ravzasına inmektedir.
Kimse giremez oraya.
Hangi Abdulkadir, Hangi Rufaî hazretleri oraya edeben giremezler.
O halde bir salâvât-ı şerife çeker çekmez “huuub!” çektiği gibi alıyor.
O çocuk anasından mı öğrendi.
Hepimiz islamız “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!”
Çektir dur mırıldanaca.
Çek dur mırıldanaca.
Gece : “horul horuuul!” hayvan gibi uyuyacağına kalk bir de abdest al!
Aç pencereni bak temiz hava.
Yıldızlar pırıl pırıl.
Yakında ay çıkacak. Daldır!..
Kıl iki rekat namaz!
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed.
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!
De
gidiyor oraya!..
Medine’de Ruh-i Mübârek Rasûlullah :
“Benim ümmetimden birisi gece yarısı kalkmış yahu!Herkes uyurken nedir bu!”
Mübârek ruhaniyyeti gülmeye başlar.
Sen devam et!
Devam et! Devam et! Devam et!
Bir gün seni de çekerler oraya…

Hüsni Ağanın şeyini biliyorsun değil mi anlatmıştım?
Böyle Hüsni Ağalar çok vardır.
İçimizde de vardır.
Müslüman cevâhir gibidir hiç belli olmaz.
Hırpanî görünür.
Bakarsın içinde deryalar gizlidir.
Hiç belli olmaz…

Salâvât-ı şerife getirdiğin gibi,
Kur’ân da o demin söylediğim :
“inna fetehna leke fethen mübina!” Sûresinin sonundadır.
“Muhammedü’r- Rasûlullah” diye başlayan bir âyet.
Son âyet.
Tercüme edelim şimdi :
“Muhammedü’r- Rasûlullah!”
“Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah’ın Peygamberidir!”
Kur’ân-ı Kerim âyetidir bu.
“Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı metiiin, birbirlerine karşı merhametlidir” diyor Allah-ü Zülcelâl.
“Bu insanların secdeye kapandıklarını görürsünüz” diyor âyet-i kerimede.
“Çehreleri yüzlerindeki secde izinden bellidir.”
“simahüm fi vücuhihim min eseris sücud” âyet-i kerimedir.
O, Rasûlullah’ın ümmetini methediyor.
Allah da orada Rasûlullah’ın ümmetini.
Bu âyet, beş tane satırdır.
Ömründe bir defa oku ağamm oku!
Oku bu âyeti!
Hem gece yarısı bağırarak oku!
Mahalle : “Deli!..” desin sana.
Bunu okuduktan sonra bir Hafız Efendi bul, ama Efendi Hafız bul!.
Hafızlar da seksen türlüdür.
Hakiki Hafız olan yalan söylemeyen, haram yemeyen!
“Hafız haram yer mi?”
“Aha ha haa hangisi yiyor be birader ne diyorsun sen?”
Yemeyenin dimağı çürümez azizim mezarda.
Onun içine Allah’ın kelâmını sokmuş dünyada.
Kafatasının içindei onun beynine kurtlar çıyanlar hürmeten konmazlar.
Hafızasında Kur’ân âyetlerini hakiki hıfzetmiş de onu hiç zedelememiş insana sual de yoktur.
Ama nerdedir?
Siz benden daha iyi biliyorsunuz.
Yukarıda Hacı Kadir Efendi vardı bilirsiniz.
Buralı olanlar bilir.
Hacı Kadir Efendi.
Hamamı da vardır burda.
Evvelki sene onun hanımı hastalanmış beni çağırdılar gittim.
Oraya hizmet eden bir kadıncağız da var.
Hanımcağız kadın.
“Doktor bey bir şey soracağım size!” dedi.
“Buyur dedim hanım sor!” dedim.
“Benim dedi kocam öldü!” dedi.
“Bu Hacı Kadir Beylerin yanında çalışıyorum, ayda 50 lira veriyorlar bana” dedi.
“Burayı silip süpürüyorum.
Burada dedi felan Caminin hafızına, imamına söyledim ki benim kocam ben câhilim bir şeyi okuyuver!” demiş.
“Hatim getir, demiş Ramazan boyunca!”
“Peki teyze getiririm” demiş.
“Getirdi doktor bey!” diyor
Ben bayramdan sonra gittim oraya.
“Getirdi” diyor.
“Ben diyor her ay 25 lira yığdım” diyor.
“Buna, tam 175 lira para götürdüm!” diyor
“Hafız efendi şunu da al. Zahmet ettin. Helal olsun!” diyor
“Yooo, ben bunu almam!” demiş.
“Tam 300 kağıt vereceksin!” demiş
“Okuduğum Kur’ân-ı geri aldım!” demiş.
Aha burdan yalan söylemiyorum efendim ben!
Ne olacaktı?
Hacı Kadir Efendinin hanımı dedi ki :
“Zeynep Nene “ dedi “ Bana niye söylemedin?” dedi.
“175 mi götürdün? Al götür üzerini 125 lira daha götür ver!”
Zeynep Nine götürdü verdi.
Biz bekliyoruz orda.
Bekledim. Açmadım.
“Verdin mi verdim? Hangi Hafız?”
Bir gece yakaladım ben onu sokakta.
“Oğlum dedim sen utanmıyor musun?”
“Niye utanıyım ne oldu da?” dedi.
İnkar etti!
Bu da hafız!!..
Bunlar cennete gidecek!
Yok efendim hangi cennete!..
Hangi cennete? Hangi cennet?
Hangi cennetten bahsediyorsun?..
Onun için aziz cemaat, Kur’ân-ı Kerimde hakiki bir Hafız Efendi bulun!

Bizim Hafız bilir.
İmam efendi bilir.
Kur’ân-ı Kerimde 14 yerde “Elhamdulillahi Rabbilâlemin” diye başlayan sûre vardır.
14 yerde.
Bu 14 yerdeki “Elhamdulillahi Rabbilâlemininin” yedisi dünya hamdıdır.
Dünyada bulunduğumuz zaman hamd edeceğiz!
7 tanesi de âhiret hamdıdır.
Yani şudur 7 tanesi cesedin için 7 tanesi ruhun içindir……..
“Elhamdulillahi Rabbilâlemin Er Rahmanur Rahim.”
“Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi” Bütün semâvat ve yerin Allah’ına hamd olsun.
“El hamdü lillahillezi enzele ala abdihi…” başlayan vardır âyet-i kerime…


KELİMELER :

Teleskop : Fr. Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün.
Laboratuar : Tahlil, inceleme yapılan yer.
Aks-i sedâ : Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
Tiğ-i teber : bomboş, çırılçıplak.
Lillahi el fâtiha : Allah için Fâtiha.
El Kâsib : Kazanç sahibi. Kazanmak için çalışan. Kesbeden. Marifet için çalışan.
El Kâsib Habibulullah : Marifet için çalışan habibullahtır.
El Rızkı alallah : Rzıkı vermek Allah’a aittir.
Men’ : Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Manüple : Telsiz vs yi açıp kapayan âlet kısmı.
Vâcib : (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Farz : Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi..
Mülâyim : Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu
Celâlli : Çok çabuk kızan kimse.
Keramet : Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Gavsiyyet : Evliyaullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak.
Mutasarrıf : Tasarruf hakkı ve salâhiyyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idâre eden. Bir malın sahibi. * Eskiden, vilâyetten küçük olan Sancağın en büyük idâre âmiri.
Ravza-yı Mutahhara : Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Mukarreb : (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Ruhaniyet : Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.
Nazar : Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Nazargâh : f. Bakılan yer. Nazar edilen yer.
Akdes : En kudsi. En mübarek.


ESMAÜ’L-HÜSNÂ:

El Bedîü : Eşsiz, benzersiz, zıdsız güzellikte olan. Benzersiz şeyleri vücûda getirişte benzersiz olan. Sanatkâr-ı Mutlak olup seyrâna seren...Eşsiz, örneksiz ve benzersizliği mutlak olup, mahlükatını da her zerrenin şahsına mahsus eşsizlik, örneksizlik ve benzersizlik kimlik ve kişiliği içinde Ulühiyyeti hakkı olarak yaratma kudretiyle yaratan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Mübdiü : Yok iken ilk defa ortaya koyan, icâd eden, yaratan. Zâtınınibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Er Rahmânü : Genellikle merhamet eden ve mahlûkatının tümüne önceden ve şartsız ni'met veren bağışlayıcı, yargılayıcı, yâr muamelesi yapan cümleye Evvelî Rahmân. Âfâkî, vücûdî.. Merhameti zâtına mahsus ve sınırsız olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Özdeki "nun" un (Nûrullah) "mim" hakk olup Rübûbiyyet rüyetine çıkış çekirdeği…Koşulsuz ve genellikle tüm mevcûdatına RAHMAN olup hayat için lâzım ve lâyıkı bağışlayan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Es Sabûru : Çok sabır gösteren, sabbar. Mutlak sabrın sahibiolan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Eş Şekûru : Hakka inanıp salih amel işleyen kularına hesabsız sevâb veren ve şükürlerini kabul buyuran ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL
Eş Şâfi : Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). * Yeter görünen, kifayet eden.



SALÂVÂTLAR:

TÜRKÇESİ:

Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyi’l-ümmiyyi ve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâti’l-mü’minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI:

“ALLAH’ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyi’l-Ümmî’n olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve mü’minlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine ve salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!” (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


TÜRKÇESİ:

Allahümme bârik alâ seyyidine ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve'n nebîyyi’l-ümmiyî ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmihâti’l-mü’minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîm’e ve alâ seyyidinâ İbrâhîm’e fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI:

“ALLAH’ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyî’l-Ümmî’n olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesini ve mü’minlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin” (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


ÂYETLER :

سُبْحَانَرَبِّكَرَبِّالْعِزَّةِعَمَّايَصِفُونَ
وَسَلَامٌعَلَىالْمُرْسَلِينَ
وَالْحَمْدُلِلَّهِرَبِّالْعَالَمِينَ
“Sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesfun. Ve selamün alel murselin. Vel hamdü lillahi rabbil alemin : Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun! Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da hamd olsun!” (Sâffât 37/180-183)

إِنَّافَتَحْنَالَكَفَتْحًامُّبِينًا
“İnna fetahna leke fetham mübina : Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih 48/1)

إِنَّهُمِنسُلَيْمَانَوَإِنَّهُبِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِ
“İnnehu min süleymane ve innehu bismillâhirrahmanirrahiym : «Mektup Süleyman'dandır, rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır.” (Neml 27/30)

مُّحَمَّدٌرَّسُولُاللَّهِوَالَّذِينَمَعَهُأَشِدَّاءعَلَىالْكُفَّارِرُحَمَاءبَيْنَهُمْتَرَاهُمْرُكَّعًاسُجَّدًايَبْتَغُونَفَضْلًامِّنَاللَّهِوَرِضْوَانًاسِيمَاهُمْفِيوُجُوهِهِممِّنْأَثَرِالسُّجُودِذَلِكَمَثَلُهُمْفِيالتَّوْرَاةِوَمَثَلُهُمْفِيالْإِنجِيلِكَزَرْعٍأَخْرَجَشَطْأَهُفَآزَرَهُفَاسْتَغْلَظَفَاسْتَوَىعَلَىسُوقِهِيُعْجِبُالزُّرَّاعَلِيَغِيظَبِهِمُالْكُفَّارَوَعَدَاللَّهُالَّذِينَآمَنُواوَعَمِلُواالصَّالِحَاتِمِنْهُممَّغْفِرَةًوَأَجْرًاعَظِيمًا
“Muhammedür Rasûlüllah vellezine meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incil ke zer'in ahrace şat'ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukihi yu'cibüz zürraa li yeğiyza bihimül küffar veadellahüllezine amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran aziyma : Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/1)

إِنَّاللَّهَوَمَلَائِكَتَهُيُصَلُّونَعَلَىالنَّبِيِّيَاأَيُّهَاالَّذِينَآمَنُواصَلُّواعَلَيْهِوَسَلِّمُواتَسْلِيمًا
“İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima : Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb 33/56)

الْحَمْدُللّهِرَبِّالْعَالَمِينَ
الرَّحْمـنِالرَّحِيمِ
“El hamdü lillahi rabbil alemin. Er rahmanir rahiym : Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir.” (Fâtiha 1/1-3)

الْحَمْدُلِلَّهِالَّذِيلَهُمَافِيالسَّمَاوَاتِوَمَافِيالْأَرْضِوَلَهُالْحَمْدُفِيالْآخِرَةِوَهُوَالْحَكِيمُالْخَبِيرُ
“Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi ve lehüm hamdü fil âhirah ve hüvel hakimül habir : Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Âhirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.” (Sebe’ 34/1)

الْحَمْدُلِلَّهِالَّذِيأَنزَلَعَلَىعَبْدِهِالْكِتَابَوَلَمْيَجْعَللَّهُعِوَجَا
“El hamdü lillahillezi enzele ala abdihil kitabe ve lem yec'al lehu iveca : Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur.” (Kehf 18/1)

R Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ragime enfü raculin zükürtü indehu felem yusallî aleyye: yanında adım zikrolunup da bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat 100;İ.Ahmed II/254)

SAKIN TERK-İ EDEBDEN

Şair Nâbî, Sultan IV. Mehmet döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanı ile birlikte yola çıkar.
Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır.
Vakit gecedir, Rasûlullah (s.a.v) Efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir.
Fakat kafiledeki Eyüblü Rami Mehmet Paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz Peygamberin (s.a.v) beldesinde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir.
Kafile şafak vakti Medine-i Münevvereye girmektedir.
Ravza-yı Mutahharanın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır.
Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.
Nâbî dikkat eder, okunan, kendi kasidesidir.
Hemen minarenin kapısına koşar.
Müezzine, Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?
Müezzin şöyle cevap verir:
”Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v) i gördüm. Bana dedi ki :
“Yâ müezzin kalk yatma!
Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor.
Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir.
İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et!” buyurdu.
Bende hemen kalktım abdest aldım:
“Peygamberimizin iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir?” diye düşünerek minareye koştum.
Öğretildiği gibi okudum!”
Nâbî : “Rasûlullah benim için ümmetimden mi dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.
İşte o kaside:

Naat :

Sakın terki- edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bû

Felekte mâh-ı nev Bâbu's- Selâm'ın sîne-çâkidir
Bunun kandîli cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bû

Habîb-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açtı mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu

Murâât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-i kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu

Nâbî


AÇIKLAMASI:

Burası Allahın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı hakkın nazar buyurduğu Ravza-i Nebidir.
Bu gökteki yeni ay Bâbü’s- Selâm Kapısı’nın yüreği yanık âşığıdır.
Ayın kandili Cevza Yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, Allah (cc) Sevgilisi’nin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir.
Ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.
Bu toprağın ziyâsından yokluğun karanlıkları ortadan kalktı.
Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı.
Çünkü bu toprak gözlere şifâ veren sürmedir.
Bu dergâha edeb ölçülerini gözeterek gir!
Çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir!..

Âşık Nâbî ( 05.12.1641)- (21.12.1711)

Kendisi de ilim öğrenmek için Şeyh Yakup Halife'ye teslim edilidi.
Yakup Halife ona kuzularını gütmekle görevlendirdi.
Birkaç günlük çobanlık edereken; içinden kendi kendine : “Ben kuzu gütmeye mi, çobanlık etmeye mi geldim? Bir an önce İstanbul'a gidip de ilmi irfan öğreneyim” diye soruyordu.

Manevî yönüyle bunu gören hocası Yakup Halife bir gün onu yanına çağırır.
Hocası: “Yavrum Yusuf! Seni İstanbul'a göndermek istiyorum!” der.
“Hocam İstanbul kim ben kimim? Bu kadar okumuş, ilerlemiş talebelerin varken...”
“Yavrum, sen ilmi doğuştan almışsın! Yusuf gözlerinle gözlerime bak!” dedi ve bilmesi gerekenleri de transfer ediverdi.

24 yaşında İstanbul'a geldi.
Kendisini himaye eden Musahib Mustafa Paşa'nın ölümü üzerine İstanbul'dan ayrıldı.
Halep'e gitti. Burada 25 yıl kadar kaldı.
Rahat bir hayat yaşadı.
1710'da tekrar İstanbul'a döndü.
Çeşitli devlet memurluklarında bulundu.
İstanbul'da öldü.
Döneminde üstad bir şâir olarak kabul gördü.
Nâbî, didaktik şiire önem verdi.
Hikemî tarzın edebiyatımızdaki üstadıdır.
Sağlam bir tekniği ve kusursuz bir dili vardır.
Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir.

ESERLERİ: Yayımlanmış Dîvân'ından başka bir Farsça Dîvânçe'si,
Hayriyye, Hayrabad ve Surnâme adlarında üç mesnevisi bulunmaktadır.


SOHBETLER : IX
Vel âhireti müttakîn…
Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm.
Es salatallahu seyyidina muhammedin haşimî mubîn ve alâ âlihi vessahbihi vel murselîn.
ve ibadillahissalihin min vessemavati vel ardı.
Lebbeyk Allahümme lebbeyk!…

Aziz cemâat
Vaaza başlamadan evvel şimdi yolda gelirken iki tane aşağı yukarı benden yaşlı,
Ben yaşlı değilim o kadar,
İki adam giderken biri birinin koluna vurmuşta bastonu düşmüş diye kavga ediyordular.
Burada değil, dışarıda o hatırıma geldi size de söyleyeyim.
Dünya ne hâle geldi.
Çünkü mukadderdi. Bu olacaktı!..

İçinizde 40-50 yaşında olan 20 yaşındakine benzemiyor yüzü kırıştı saçları beyazladı, kuvveti ve eski çalakiyeti ortadan kalkmıştır.
Bu bir Kader-i İlâhidir.
Çocuklarla ihtiyarlar ikisi de zâti itibariyle birbirine benzerler. Arada bir ortaçağ vardır.
Ortaçağ bitirip de yaşlılık devrine girince ind-i ilahide büyük kıymet kazanır.
Dikkat buyurursanız Peygamberlerde nebîlik 40 yaşından sonra Cenâb-ı Allah’tan tebliğ edilmiştir kendilerine. Yalınız Hz. İsa essalâtu vesselam bundan müstesnadır. Onun istisnası burada söylenecek bir mevzu’ değildir. Bunu her adam kavrayamaz.
Onun için bu iki yaşlı adamın birbirleriyle kavga etmesi de bir tekâmül icabı dünyanın bu hale gelmesindendir.
Onun için ne olurdu bunlar birbirleriyle iyi geçinselerdi…

Bunları gördüm de Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir gün sahabeleriyle konuşurken yanına bir a’mâ adam girmiş.
Çok gevezeymiş o adam.
Sallallahu aleyhi vesellem, konuşmak istememiş onunla.
“Çık dışarı!” demiş.
Bir “çık dışarı!” demesinden dolayı “abese vetevalla” âyet-i kerimesi iniyor Cenâbı Peygambere.
“Sen diyor o adamı niçin kovuyorsun!” diyor.
Cenâb-ı Peygambere hitab-ı ilahi geliyor da Sallallahu aleyhi vessellem nerde görse :
“Merhaba senin yüzünden bana Allah dan tehdit gelen adam!” diye çağırırmış…

Onun için aziz cemâa!
Birbirimizle gayet iyi geçinelim.
Bütün Rasûlullah efendimizin hadisi mübareklerini bir teraziye doldurmak imkanı olsa hepisini birden milyarlarca hadisi.
Onun içinde bir hadis vardır onu alıp da bu yan ki göze koyduğumuz zaman öteki bütün hadislerden ağır gelir, milyonlarca hadislerden ağır gelir.
Bizim için söylediği o.
“Din, kardeşliktir!”
En büyük hadisi budur Sallallahu aleyhi vessellemin…

Kardeşçe geçinenler için Cenâb-ı Allah’ın büyük nimetleri vardır.
Biliyorsunuz her şey “SU” dan yaratılmıştır âyet-i kerime vardır bunun hakkında, sudan yaratılmıştır.
Her şeyin aslı o halde "SU" dur.
“SU” cennet nimetidir.
“SU” azizdir.
Dünyada cennet nimeti olarak gözümüzle gördüğümüz, elimizle tuttuğumuz, tattığımız yegane nimet “SU” dur.
Başka cennet taamı dünyada göremezsiniz.
Cennetin altından ırmaklar akar, “SU” dur.
“SU” o kadar azizdir ki aziz cemâat her şeyi temizler, kendisi pislenmez.
İşte cennet taamı olduğu bundandır…
Cennette yemek vardır, fakat pisleme yoktur.
Dünya da yegâne cennet taamı SUdur…

Ve SU o kadar azizdir ki her şeyi temizler kendisi pislenmez.
SUyun kullananın çok dikkat buyurunuz, SUyu kullananın mânevî seviyesine göre SUyu kıymetlendirmesi lazımdır.
Kullanılmış SU dinde -fıkıhta temizdir.
Fakat temizleyici değildir.
Kullanılan SU temizdir ve fakat temizlemek hassası yoktur.
Niçin?
“Efendim kuyu altı yandan geldi!”
Ben onları söylemiyorum ben işin esasını, SUyu tahlil ediyorum.
Kullanılmış SU temizdir.
Fakat temizleyici değildir.
Kullanılan SU pistir.
Kullanılmamış SU temizdir ve temizleyicidir.
Bunu ifade etmek için söylemiştim.

Buna göre SUya çok dikkat edin!
Bu büyük canlı hizmetine karşı kullanan kimsenin SUya göstermeğe mecbur olduğu bir hürmet meselesi ortaya çıkar.
Cennet taamı seni temizliyor senin de ona karşı hürmet etmek mecburiyetin çıkar.
O halde bi de elfaz aramak SUlara karşı herkesin hürmet göstererek temiz tutulması içindir.
Bu SU temizdir, şu şudur, bundan abdest alınır, alınmaz hikâyesi SUyun bu azizliği hizmetine karşı gösterilecek hürmetin ayarlanması içindir.
SUda israf etmemek SU nimetine karşı kanaat hasreti ile saygı göstermek teşekkür etmek demektir.
havuzun karşısındasın efendim yine kanaat edeceksin.
Edepsizlik yapmayacaksın.
Kanaat, SUya hürmetsizlik etmesin diye.
Birisi girer SUya böyle başlar çalkalamaya.
Kimi çalkalıyorsun.
Hakiki İslam bunu yapmaz, onu hayvan kılıklılar yapar.
Girer SUya karıştırır SUyu birbirine SUyu.
Güya köpük çıkarıyormuş.
Aaaa abiii!
SUya kıymet vermek lazım.
SU da HAYY esmâsının yâni insana canlılık veren Cenâb-ı Allah’ın HAYY esmâsının temizleyici nur halkaları, suç giderici marifet damlaları, rahmet verici hassaları gizlidir.
Onun için abdest ve gusülde her türlü temizlikte kullanılacak SU miktarı muayyendir…
Öyle teneke teneke SU değildir.
Bunlar âyet!..
Bu söylediğim her âyet, bazı insanlara farzdır, bazılarına sünnettir, kimilerine de hiçbir şey değildir!
Çok susamış bir insan kanarak SU içer kanar.
“Doydum!” der.
Böööyle çeşmeyi ağzına akıtmaz.
HAYY esmâsının halkaları SU ile vücûduna yayılınca HAYY akseder her tarafına.
Dilde o zaman : “Elhamdulillah!”
Elhamdullillah’ı SUyun içinden tenin vücûduna giren HAYY esmâsının dağılması söyletiyor.
İnsan Allah’la konuşuyor.
Bu hamdın içinde “oh çok şükür!” ellerde hamd vardır.
SU biter!
Cenâbı Peygamber : “En güzel kâse elindir” der içtikten sonra.
Bakınız cemâat!
Öyle dilermiş sözünü.
bu bu hamddır işte!..
İslamiyetin sessiz iştaharetli hamdı budur.
Bu hamdın içinde yâni SU içip de o büyük hamdın içinde rahmet mağfiret olmanın herkes tarafından anlaşılmayan nüvesi gibidir.
O girer SUyu içersin : “Elhamdulillah!” dersin.
O Elhamdulillah içerine yayılan HAYY esmâsından nur halkaları söyletiyor seni.
Temizliyor içini.
Çünki hayat SUdan başladığına göre HAYY esmâsı onunlan giriyor.
Cenazenin gasl edilmesi cenazeyi yıkıyoruz.
HAYY esmâsının tecellî yeri olan vücûdda mağfiret ve rahmet damlalarını kesmek demektir.
Kesiyoruz onun için…

“SU” bulunduğu kabın şeklini alır.
Avucunuza korsunuz avuca, şişeye koyuyorsunuz şişeye...
Anında onun şeklini alır.
SU bulunduğu kabın şeklini aldığına göre bu fizikî bir kanundur yâni Sünnetullah da dahildir.
Rahmet ve Mağfiret SUyun terkibinde vardır içinde.
Nasıl ki şerbette şeker erimiştir onun içinde de mağfiret ve rahmet damlaları.
Temizleyici vücûdun mânevî şekline göre tecellî eder.
İçtiğin SU yıkadığın kiri vücûdun isti’dadına göre, bazısı soğuk SUyla yıkanır bazısı sıcak SUyla yıkandığı gibi.
Maddî, fizikî değişmeyen bir kanun olan bu, SUyun kabının kabda şeklini alması Sünnetullahın muhakkak mânevî bir taraftan bilmukabili mevcuttur demektir.
SUyu kolluyor, mağfiret damlaları içinde HAYY esmâsı var.
Cennet taamı var içinde.
Hangi kaba koyuyorsan onun şeklini alıyor.
Demek SUdaki HAYY esmâsının mağfireti her suyu içene veriliyor demektir.
Her kalıba giriyor.
Anlıyabiliyor musunuz?
Her kalıba giriyor.
Kim içerse içsin amma onun hamdını yapmak lazım.
Onun temizliğini evvelce yapıp!
Bazı hayvanlar SU içerler, gözü de öte tarafta.
Kediye dikkat et, SUyu içerken gözünü yumar. ….
Hayvanlara dikkat cevaz ederken gözünü yumar, hiçbir hayvan yoktur ki böyle içerken etrafına baksın.

Yalnız insan hayvanı içerken etrafı!..
Ulan nimeti içiyorsun onu düşün!.. Yok!..
İşte böyle olmayana ne sünnettir ne farzdır.
Ondan biraz daha yukarı geldi mi sünnettir.
Daha yukarı geldi mi farzdır.
Ne farzı?..
Ne dedin de farzdır?
SUya karşı hürmet abdestle gusüldür.
Bu hiç inkar ve münakaşa edilemez.
Kat’î bir hakikat-i mutlakadır.
Anlamayan : “Aklıma girmiyor!” diye tepinmeye başlar.

Temizlik HAYY esmâsına hürmettir.
HAYY esmâsına hürmet etmek demek HAYY esmâsını tanımak demektir.
Bunu tanımak Allah’ı bilmek ve ona ubudiyet zühur etmek demektir.
Ondan dolayı temizlik imandandır buyurulmuştur.
En nazifetü minel iman.
“Temiz olanlar imanlıdır” demek değildir.
“Temiz olanlar imanlıdır” demek değildir.
“İmanlı olan muhakkak temizdir!” demektir.
Öyle yağma yok!..
Git traş ol, bilmem ne et falan, yıkan, sabunlan kolonya iletemizleniliyor.
Yooo yoooo!..
Eeee temiz olan, temiz olanlar imanlıdır, hayıııır!..
“İmanlı olan muhakkak temizdir!”
O imanlı olanın temizliği, işte farz temizliktir.
Temiz olmayan HAYY esmâsına hürmetsizdir.
Bilmeden imansızlığa girer işi.
Her tarafı hilesiz temiz olanın imanı muhakkak vardır.
İman, Allah’ı bilmek ve inanmak demektir.
O halde insanın kendi vücûdunu temizlemek için, Cenâb-ı Allah peşimizden dünyaya cennet taamını gönderiyor..
Milyarlardır sene yerden SUlar kaynıyor.
Bitti mi?
Senin elindeki sarnıç bitiyor.
Feselli ihzarına uyuyorsun da ondan.
Allah’ın SUyu bitmez!..
Bu anlattığım islamın ünlü hakikatlerini içki masaları, maddenin mülevves mülhidleri, haram içinde yüzen, Allah ve Râsülünün ne demek olduğunu bilmeyen münevver diye geçinen materyalist kafalara anlatmak niyetinde değilim…

Câhil, elinde yabanî tokmağı, cenneti kimseye vermez!
Sağına döndün mü : “Kâfir!”
Soluna döndün mü : “Kâfir!”
“Şunu yapma zındık oldun!”
“Bunu bilmedin günah oldu!” diye salyaları ağzından akan bazı cins zavallı hoca kılıklı, kılıklara da öğretmek kaygısında değilim…

Leş böceğinin, pislik sineğinin, gül veya bal üstünde işi nedir?
Zâten oralara konmazlar, sevmezler hem de konamazlar.
Balda yapışıp kalırlar.
Efendim, arının leş üstüne konduğunu gördünüz mü?
Hiçbiri söyledi mi size.
Onun işi, hep çiçeklerdedir.
Leş yiyen böcek vücûdundan yine pislik çıkarır.
Fakat çiçek, çiçek yiyen arı karnından asel, asel-i musaffa bal çıkarır.
Arada dünyalar kadar fark, gökler kadar azamet ve heybet gizlidir.
Bizim sözlerimiz gül kokan bir cesed, semâlar kadar temiz nurlu, büyük nehirler gibi coşkun iç âlemleri olanlar, başını secdeye koyanlar içindir, konuşuyorum ben.
Ruh cesedle birleşti mi KUL olur.
Ona abid derler Kur’ân lisanında.
Cesede ruh girdiği zaman, başlar kıpırdamağa bunun ismi abiddir.
Cesedden ruh çıkıp gitti mi onun ismine de demin namazını kıldığımız gibi ölü derler.
Cesede ruh girdimi ayağa kalkıyor abid oluyor.
Cesedden ruh çıkıp gitti mi buna da ne diyoruz.
Şimdi söyledim yahu, ölüm diyoruz.

Ruhun eli o halde cesed.
Cesede ne alıyoruz; Nimet, rızık, gıda dolduruyoruz cesedin içine. Onu sarf ediyoruz neces çıkarıyoruz, pislik çıkarıyoruz.
Cesed o halde dünyada necis, pislik yapıyor. İ’mal ediyor. …
Günah işliyor…
Haydi herkesin elinde zenbiller doğru pazara, neces i’mal için erzak gidip alıyorlar!..

Çok şayâne dikkattir efendiler!
Bunlarda ibretler gizlidir.
Bu kelimelerden ahreti görürsünüz.
Bu kelimelerin yan tarafından cenneti görürsünüz.
Hepsine baktın mı Allahu Zülcelal görünür.
Rasûlullah’ı görürsünüz.
Açın gözlerinizi açın!

O halde cesedin içine giriyor arı pislik imal ediyoruz.
Hepimiz bir pislik makinası.
Ruh da edepsizlik yapıyor.
O da günah işliyor.
Onun için yiğit insanlar riyazâta girerler, yemeği reddederler.
Sebebi, hiç olmazsa ben senede bin kilo neces yapıyorsam üç kiloya indireyim.
Bunu, Cenâb-ı Allah secdeye başını koyanlar için Ramazanı koymuştur.
Hiç olmazsa senede bir ay şey etme!
Pislik imal etme!
Onun için Recep, Şaban Ramazan.
Birisi Allah’ın ayı, birisi Rasûlullah’ın ayı, biri de secdeye koyanların ayı.
Öküz gibi obur gibi yeme!
Üç aylar diye büyük eskiler tutarlardı.
Bunun içindir bu!..
Yoksa şişmanlamak zayıflayım, bilmem ne demek için değildir. Ruhun Allah’a intikalı.
Cesedsiz oluşu büyük bir nimettir.
Mesela, şimdi ölen zât-ı muhterem.
Allah mağfiret eyleye!
Cesedinin içinde şeyin, tabutun yanında ruhu gitseydi bunun. Ruhsuz gitmesi yâni ruhun başka tarafa cesedin başka tarafa yâni huzur-u ilahiyeye cesedin ruhsuz gitmesi bizim için, insanlar için büyük bir nimettir.
Niçin?
Ruhun bütün günah ve cezasını cesede bırakıyor ruh, çekip gidiyor.
Cesedin toprakta yok oluşu, ruhun huzurda utanmasın diye Cenâb-ı Allah cesedi yok ediyor şeyin içinde.
Hep pisliğin bunun içinde gördü mü :
“Aman yahu ben ne yaptım deyip de utanmasın benim huzurumda diye cesedi yok ediyor Cenâb-ı Allah şeyde, kabirde.
Onun için cesede şeye giderken mezara, Setr-i avret emr olunmuştur.
Ruhun cesede işlettiği fenalıkları görmesi gafleti, nasibinden insanı mahrum eder, küfre yuvarlar.
Çok dikkat edin!
Ruhun cesede işlettiği fenalıkları görmesi gaflet, nasibinden insanı mahrum eder ve küfre yuvarlar.
Arada mazeret kapıları bulunsun.
Kulu affetmek çareleri mevcut olsun diye Cenâb-ı Allah bu şiyi etmiştir.

La yesetteru abdi inni fihi dünya la seterullahi yevmü’l- kiyameh.
Bir hadiste diyor ki dünyada bir kul kendini setreder, setri avretine riâyet ederse yarın yevmi’l- kıyamette Allah onun setri avretine şiy eder.
Onun için, hamamlarda erkekler, kadınlar çırçıplak!
Karanlıkta bile çırlçıplak olamaz İslam!
Bu şu demektir : “Karanlıkta, hamamda Cenâb-ı Allah hazır değil görmüyor!” demektir.
Başkası için setr-i avret değil, kendin için yapacaksın setr-i avreti. Evinde çırçıplak dolaşmak yok.
İslama yaraşır iş değildir bu.
Gusül yıkanma demektir Arapçada.
İgtisal tamam cesedi yıkanmak demektir.
Sıcak su ile yıkanmaya Araplar istigmam derler.
Soğuk su ile yıkanırsan igrak.
Hep ayrıdır Arapçada.

Onun için yalnızken bile setr-i avret emrolan yerlerinize..
Bazısı geçer aynaya etrafını metrafını seyreder, Maazallahu Teâlâ.
Ama ona farz değil bişey olmaz.
Ben secdeye başını koyanlara diyorum.
Kılma git, yap onu!
Fakat secdeye başını koydu mu bir kontrotuya girdin.
Bir kontrat yaptın Allah la.
Ben şunu şunu yapıp bu edebsizliği yaparsan bu kontrata sıkışmış olursun.
Allah’la alay etmiş olursun.
Secdeye başını koyanlar muayyen disiplin altına muayyen kaidelerin yolunda gitmek mecburiyetindedirler.
İşte setr-i avrete riâyet edenler.
Hayâ makamında olurlar ki bunlara hem hadis vardır hem âyet vardır : sual yoktur aşağıda!
Hayâ makamında âhirete intikal edenlere sual yoktur.

Hz. Osman-ı zünnüreyn radiyallahu anh bu makamında haşr olunacaktır.
Bir defa ömründe Hz. Osman çok yakışıklı güzel bir zât-ı muhterem.
Bir defa edep yerine bakmamıştır gözleri.
Kitaplar yazıyor.

Yarın Rûz-i İlahide Mahkeme-i Kübra’da Hz. Osman’ın sırası geldiği zaman, doğru gidecek, hangi cepheye gidecek bilmiyoruz ki mevkiilere mi gidecek emir çıkacak : “Ya Osman nemta!”
Hiç sualsiz doğru illiyine cennete gidecektir...

Onun için hayâ makamı böyle bildiğin gibi önünü iliklemek.
O önünü iliklemek şunu yapmak, bunu yapmak hayâyı görebilmek için lazım olan şeylerdir.
Hakiki hayâ büyük velîlerin hayâsı.
Bütün Cenâb-ı Rasûlullah’ın emirlerini bihakkın yerine getirmedikten, Allah’ın emirlerini de bihakkın yerine getirmedikten sonra Allah’a el kaldırmamaktır, hayâ diyor.
“Hangi yüzünen bir şey isteyeceğin!” diyor.
Hayâ gittikçe kıymetleniyor.
Yüzüklerde öyledir.
On kuruşluk yüzük, yirmi kuruşluk yüzük, elmas yüzük, pırlanta yüzük, bir milletin alamayacağı kıymette yüzük…

Onun için aziz cemâat!
Bu otobüs değil ki birinci kaçtı ikinciye bineyim.
On dakika evveli bir daha gelmez.
İslam otobüsü çekti mi gider.
Boş lakırtılara aldırmaaaaa!
Buğdayı çorak yere de ekme!
Yanı zıvırtı mıvırtı kafana doldurma!
İyi ve fena hükümler insanların idrakine göredir.
Dikenden gül, gübreden buğday çıktığı zaman.
Dikenden gül çıkara bilirsiniz.
Buğdaydan da, gübreden de buğday çıktığı zaman güzel ve kötü hükümleri değişir.
Kötü dediğin şeyden iyi çıkar, iyi dediğin şeyden fenâ çıkar.

Size gene bir şey daha vaaz harici söyleyeceğim.
Geçen günü öteki caminin oraya gittim.
Oralarda dolaşıyordum.
Bir belde pazara gittim.
Kur’ân-ı Kerim satıyorlar.
Yeşil kablı, kırmızı kablı, üstünde de yaldızlı yanlarında :
Lâ yemessuhu illelmutahherune.
“Buna temiz olmayanlar elini sürmesin!” yazdığı halde şöyle yerde, bu teyp kadar yüksek bir şiyin üstüne koymuş dolaplar molaplar yok Kur’ân-ı Kerim satıyor dükkanda, dışarıda…

Belki okumuşlar vardır içinizde Ebu Leysü’l İbrahim Semerkandî’nin Tenbihi’l- Gafilin diye bir kitabı vardır.
Büyük adamdır bu.
Onda Muaz İbnü Cebel radiyallahu anhdan bir hadis nakleder.
Hazel Kur’ânil metin ve nuri’l- mübin ve şifaün nafiül hikmetin müntenbih.
Bu Kur’ân metin ve nur-i mubin havi bir Kur’ândır.
Buna ismeti olmayanlar temiz olmayanlar ellerini yanaştırmasınlar.
İkinci hadiste Selasetümül gurba fiddünya.
“Üç şeyde Kur’ân dünya da garip kalacaktır!” buyurmuş Cenâb-ı Peygamber.
El Kur’âneti yevi’z- zalim.
Yev Arapçada boşluk demektir.
Zâlim insanın kafasında ezberde Kur’ân.
Zâlim Hâfızın.
Zâlim Hâfız demek ötekini berikini kıran değil.
Ne kırarsın seninde kafanı ezerler.
Zâlim demek Allah’ın emrettiği yolda gitmeyen, Sallallahu Aleyhi Vesellemin târif ettiği vazifeyi yapmayan, bilerek yapmayan ….

El Kur’âne zicevfi-z zalim.
“Kur’ân hangi o bilmeyen herifin kafasında ezberde ise!” diyor.
El Kur’âni zicevfi-z zalim, er rucülus salihi kavmü-s suve el mushafil beytül layıka
“Öyle bir ev ki içinde Kur’ânı Kerim açılıyor okumuyor kimse.”
Kur’ân orda gariptir.
“Öyle bir diri ki musaf-ı Kerim re’sden yukarı götürülmüyor.
Kur’ân okunurken memeden yukarı!
Kur’ânı evde asacağınız zaman!
Nasıl yahu evinizi yaptırırsanız kapı şu kadar boyda olacak diyor Belediye.
Yaptıramıyorsunuz başka.
Bu da Allah’ın Belediye emridir.
Kur’ân bir evin içine asıldığı zaman o evde en yüksek boylu kim ise onun re’sinden bir karış yukarı asılacak.
O adam “Allahuekber!” dediği zaman böyle elinin üst tarafında olur.
İzku-n nase menfahu’n-n nas!
“İnsanlara hayırlı olan en hayırlısıdır.”
Nabî olan Kur’ânı bu vaziyete sokup!
Öteki yaşlı bir insanı, öteki secdeye başını koyan bir insanı rendice etmeye hiç kimsenin hakkı selahiyeti yoktur.
Kur’ân-ı Kerime hürmet böyle olmaz efendiler!..

Rahmetli Aksekili Hamdi Efendi.
Eski Diyanet İşleri Reislerinden.
Bu Ankara da Cebeci de bir evcağız yaptırıyor.
Benim de bir ağabeyim vardı Allah rahmet eylesin.
Onun ile beni çok severdi gittik.
Bir Pazar günü ziyarete Cebeci’ye yanına Ankara’da.
Karşıladı bizi.
Kısa boylu, çok mübarek bir zâttı.
İlm-i kuvvetli.
Yalnız biraz asabiydi Allah rahmet eylesin.
Girdik kapıdan içeri sağda, solda bir oda, merdiven var, ordan çıkıyorsun, 4 oda da yukarda.
Mucize salonu var oturduk.
Soldan kapıdan girdin mi büyük kütüphanesi var böyle tavanlara kadar kitap dolu.
Diğer odalara çıkardı.
“Amuca!” dedim ben
“Birde üstünü görelim yeni yaptırdığın ev!”
Çıktık üstüne oralarda döşenmiş güzel bir ev.
Bi oda var : “Burası ne?”
“Ora kapalı, boş!” dedi
Hele hele dedim ki : “Ne hal aç da bakalım!” dedim.
Anahtarı üstünde açtık oda bomboş beyler.
“Amuca niye burası boş?”
“Oğlum dedi kütüphanenin üstüne geldi burası.
Ben kütüphaneyi yukarı yapacaktım!” dedi.
“Bir defa oldu. Aşağıda kitapların içinde Tefsirler var, şunlar var bunlar var. Yukarı çıkıp da oturmak doğru değil!” dedi.
Bunu Diyanet İşleri söylüyor.
Reisi Söylüyor.
Şimdi Diyanet İşlerinden şiy geldi efendim git hafız efendi bana İstanbul’dan bilmem ne Kur’ân-ı Kerimi yolla haydi postaya.
Haydi çuvaldan çuvala.
Yok efendim!
Bunlar hususi arabaynan nakledilir.
İşte bunlardır insanı harab eden.
Harab eden bunlardır insanı!
Sizin kolunuza şöyle bir balta birden vursa kesse acısı bir saniyeliktir.
Fakat baltayı şöyle yavaş yavaş yavaş sürtseler ne olur.
Haberin olmaz amma böyledir bunlar.

Zâtın birisi bir kağıt parçası üzerinde Allah’ın ismini çamurda bulmuş “Allah! Allah!” demiş.
Temizlemiş almış yıkamış götürmüş kurutmuş Kur’ânı Kerim’in üstüne koymuş.
Gece o artık rüyalarında bilmem nelerinde felan ikinci gün adama bir Tecellî-yi Rabbani geliyor Velîyullah oluyor adam.
Bu talebelerine söylüyor diyor ki : “Ben çamurdan, bir Allah’ın ismi vardı!” diyor “Onu kaldırdım Allah bunun hürmetine bana verdi!”
Daha bir kelime.
Biz koskoca Kur’ân’ı bu hale getirdik.
Benim kafam almıyor, bilmiyorum.
Kafam almıyor.
Onun için daima Allah indinde mertebe ta’zim ile isteyelim.

Eski büyüklerden Helvanî.
“Ben kalemimle bişey yazacağım zaman kalemimin ucunu keserken abdestliyim!” diyor.
“Hiçbir yazılı şiye ister Kur’ân olsun ister ne olursa olsun abdestsiz elime almam belki o kitabın içinde bir Allah kelamından bir harf vardır!” diyor.
Hürmete bakınız.
Hürmete bakınız.
Edebî hürmete bakınız!..

“Biz ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz!” buyuruyor Cenâb-ı Allah .
Biz diyor Allah.
“Ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz.
Fakat siz bunu göremezsiniz!” âyet-i kerime bu.
Ölü görür çünkü ondan perde kalkmıştır.
Ne demek istedim hiç biriniz anlamadınız.
İki âyet-i kerime.
“Biz ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz. Fakat siz göremezsiniz” buyuruyor Cenâb-ı Allah.
İnsanın gözü ancak ölüm halinde açılır.
Bir de ölü görür diyor.
Çünkü ondan perde kalkmıştır.
“Mutu kable ente mutu.”
Ölmeden evvel ölenin de gözü açıktır.
Nasıl açılır?
Bütün pislikleri yok ettin, pencere buğulu olursa elinlen silersin ondan sonra dışarı.
İşte âyeti pencerenin yanında.
Pencere buğulanırsa görmek için elini açarsın.
O görme işi de : “mutu kable ente mutu.”
“Ölmeden evvel ölünüz!”
İçinizdeki bütün pislikleri atınız.
Nur-u Muhammedi ile görünüz.
Onun için sokaktan geçiyor.
Kur’ân orda hiç göreniniz yok. Neden?
Vaiz ordan geliyor bilmem ne hamam böcekleri gibi dolaşıyorlar.
Allah Allah!...
Cemâat gözünüzü açınız.
Gözünüzü açınız.
Allah hepimize hidâyet nasip eylesin.
Allah’ın haber verdiği şeyde gizlilik yoktur.
Bunlar âyet.

“Size şah damarınızdan daha yakinim!” diyor Cenâb-ı Allah.
Kulda Allah’a yakınlık vardır.
Herhangi bir insanı diğerinden ayırmadı Cenâb-ı Allah.
“Size şah damarlarınızdan daha yakinim!” diyor.
Mü’mine, Velîye, Peygambere, kafire, Firavun’a.
Ayırmıyor.
Size diyor.
Beşere iniyor.
Beşer meşveretten gelir Arapçada.
Konuşmaya giren demek.
Allah’ın muhasibidir.
Onun için insanlara diyor.
Ben size şah damarınızdan daha yakinim.
Kim olursa olsun kafiri zındığı, hepimize şah damarımızdan daha yakin.
Hiç kimseyi ayırmıyor.
Onun için âhir zâhirin aynıdır.
Batında evvelin aynıdır demek.
Hakk’ı, Hakk’tan, Hakk gözüyle gören kimseler Hakk’ı bilenlerdir.
Nefsin gözüyle âhirette görmeyi.
Haaa ben öldükten sonra âhirette göreceğim diye uğraşanlar câhillerdir onlar.
Nefsin gözüyle âhirette görmeyi bekleyen kimse de câhildir. “Dünyada kalb gözü kör olan, âhirette de kördür” âyet-i kerime. Burada göremiyorsun orada ne göreceksin?
İşte câhil bu!
“Ben herkesin andığı gibiyim” diyor Cenâb-ı Allah.
Bu dünyada Allah’ın bütün esmâsını göremezsen ötede arama göremezsin.
Hakk’ın nurunu taşıyan bedenin, Hakk nuru taşıyor bedenin şuh çekmesi bu nura hakaretdiiir!.
Onun için İslamiyette fuhuş, şu bu hepisi haramdır.
Taşıdığın nura.
Kur’ânı da bu vaziyete getirmek yine fuhuştur.
Fuhuş yalnız kadının erkeğin gayr-ı meşru birleşmesi değildir.
Anil fahşai vel münker.
Nuru korumak için helâlen cima’da, karı koca cima’ yapar, helal olduğu halde Cenâb-ı Allah nuru taşıdığın için : “Kalk yıkan!” der.
Emri çıkar.
Bunun için kalkar gusleder...

Kalb nuru!
Kalb, yüzük taşını taşıyan yuva vardır ya.
Elinizde yüzük vardır bakın yüzüğe.
Bir yuvası var yüzük taşı oraya giriyor.
Kalb, yüzük taşının yuvası gibidir.
Yuvarlak ise taşta yuvarlaktır.
Köşeli ise taşta köşelidir.
Kapalı ise taşta kapalıdır.
Kalbde Allah’ın tecellîsi Kalbin bu yüzük taşının yuvasına göredir.
Nasıl yuvan var ise ona göre tecellî eder.
Sıkarsın o yuvayı.
Apartımanlan, şunlan, edepsizliknen olursa kıpırda oraya taş girmez.
Onun için : “Bu dünya da kör olan âhirette de kördür!” âyeti bu demektir.
Yoksa gözünü kapa aç, gözlüklü!
Bu dünyada gözlüklü iken aşağıda da gözlüksüz gibi bir âyet olur. Yooo Allah’ın âyetlerinde hiç gizli bişiy yoktur.
O yuvayı temizle onar!

Allah, kulun isti’dadı derecesine göre tecellî eder. Âyet.
Allah’ın dünya da iki türlü tecellîsi vardır.
Tecellî ne demektir?
Görünmek demektir.
Bak ziya var burada güneş tecellî etmiş hani güneş ötede arıyorsun.
İşte birbirimizi görüyoruz yavvv!
Tecellî işte bu!
Tecellî iki türlü bulanların dünyası.
Bir gayb aleminde tecellîsi.
Bir şehadet aleminde.
Huvallahu ellezi la ilahe illahu alimul gaybu ve şehadeh.
Bu alemlerden gelen tecellîdir.
Gaybî Tecellî kalbin kendisine kendisinde mevcut isti’dada göre olandır.
Bu tecellî gayb alemine ait Zâtî Tecellîdir.
Senin kalbinin şiyin, yüzüğünün kalb yüzüğünün yuvarlaksa sana kuyumcu efendi yuvarlak şiy gönderir.
Yassıysa yassı gönderir.
İriyse iri gönderir.
Kapalıysa gene şey burada adres yoktur diye gerisin geri gider.
Bu Gaybi Tecellîdir.
Kalb içun istidat hasıl olunca, eğer bu gaybi tecellîden istidat hasıl olursa o zaman Sururî Tecellî başlar.
İnsan başka aramağa başlar.
Başka olur.
Öteki insanlardan başka olur.
Bambaşka olur...

Onun için Kur’ânı Kerim de bir âyette buyuruyor ki :
“Bunda yâni hazel Kur’ân bu Kur’ân’da kalb sahibi olan kimse için muhakkak öğüt vardır!” diyor.
Çok dikkat edin cemâat!
Fazla inceliyorsun kopmasın!
“Kalb sahibi olan kimse için muhakkak öğüt vardır!” diyor.
“Akıl sahibi için!” demiyor dikkat buyurun.
Kur’ân-ı Kerim âyet : “Kalb sahibi için muhakkak öğüt vardır!” diyor.
“Akıl sahibi için!” demiyor Kur’ânı Kerim.
Kur’ân akıl sahibi olan kimse için bir öğüt değildir.
O ancak kalb sahipleri için bildirilmiştir.
İşte âyet-i kerime!..
Akıllı olan, akıl için olaydı bu kadar dünya gibi akıllı insan var hepsi şiddetle algılardı.
Bunlar neye benzerler bilir misin?
Şişi verdik gözü de şişmeyi semizlik sayan şey.
Şişmeyi semizlik sayanlara söylemiyorum!
Ateşsiz odunu üfülemeye kalkanlarınan da konuşan yok!
Bunlar bundan bişiy anlamazlar!..

Onun için bir âyet-i kerime de :
“Allah her an her gün şuyundadır”
Yâni her an tecellî etmektedir.
Her tecellî derhal zail olarak yerine yeni bir tecellî demektir.
Bu var ile yok olma arasındaki zaman o kadar kısadır ki, bir tecellî ötekine bitişik gibi görünmekte ve hissedilmekte tecellîde tekrar yoktur.
Bir tecellî bitecek tekrar edip de yoo!.
Aman aman aman haa!..
Tecellî de tekrar yoktur.
Olsa Allah’a az ile şey ider!
“Demek ki bitti bundan sonra yapamıyor!” demektir.
Tecellî de tekrar yoktur!
“Yok olup Var ol!”
İnsanlar her an-ı vahidde yok olup var oluyorlar biz farkında değiliz!..

Bakın bu elektrik saniye de 60 defa yanar söner mütenâlkib ceryandır.
Fakat biz onu devamlı görürüz.
Pervane dönerken onu siz dönmüyor görürsünüz.
İnsanlar an-ı vahidde yok ve var olurlar.
Onun için :
İnnehu min süleymane ve innehu bismillahirrahmanirrahiym : Belkısa gittiği zaman Belkıs dönüyor şeye biliyorsunuz.
Bâhira isimli veziri : “Ben daha çabuk getiririm Belkıs’ı!” diyor.
An-i vahidde Belkıs’ın köşkü Hadremut’tan kalkıyor şeye geliyor.
Belkıs : “Bu benim köşkümdür!” demiyor.
Niçin demiyor bunlar Kur’ân’ın icadıdır.
“Benimkinin aynı!” diyor.
O, ordan alıp da böyle getirilmedi.
An-ı vahidde yok olup var oldu.
Bir anda yok oldu bir anda var oldu.
Bizim idrak hududumuza girmediği için bakın işte âyet bu!
60 defa saniye bir dediğimiz zamanda 60 defa yanıp sönüyor.
Onun için bizim idrak hududumuza girmiyor.
İnsanın kendi nefsine gözcülük etmesi Hakk’ın onu gözetlemesidir.
Allah’ın gözüyle bakıyor.
Bir hadisi kudsi de ne buyuruluyor bakınız :
Hakk’ın Allah’ın kendisine dua eden kulun sesi hoşuna gidince : “Yâ Rabbi dua ederim!”
Bu ses Allah’ın hoşuna giderse diyor gecikince ondan yüz çevirdiği için değil ancak kulunu sevdiği için kabulu geçiktirir diyor Cenâb-ı Allah.
Taki kul tekrar duasını yapsın diye.
Yâni tecellîsi devam etsin, bitirdi mi duayı yok artık demektir. …. Kul dua eder geçiktirir mahsus onun hoşuna gider Cenâb-ı Allah’ın bir daha yapsın diye geciktirir.

İhtiyarlık yaradılışın aslına dönmeye namzedliktir.
“İhtiyarım!” denmez.
Zayıf daha fazla olsun da kötü bile ihtiyarlık durumu aynıdır.
Farkı, onun dışında, size bişey diyemem.
Onun için deminde dediğim gibi Peygamberlere 40 yaşından sonra Peygamberlik Nebîlik gelmiştir.
Bu hikmet çok incedir.
Bunu da böyle söyledik!
İhtiyarlık yaşında insanlar hakiki insanlar ketum olurlar.
Gençlik yaşında gevezedirler.
Bazılarının çenesi düşer onlar insan değildir zâten.
Onun için Araplarda bir tabir vardır.
“İlim gibi ruhanî ve dua gibi de hissi”dirler.
Nasıl olur?
Şu Eskişehir de köpek mi çoook, koyun mu çok?
Koyun çok.
Koyun her zaman kesilir.
Köpeği kesen yok.
Koyun bir defa doğurur.
Köpek 9 tane birden doğurur, 3 defa doğurur.
Sayın bakalım koyun mu çok köpek mi çok.
Koyun çoook.
İşte bereket budur.
Tevhidde bunun gibi görünmek.
Onun için Velî diye bir lakırdı vardır.
Velî, Velî.
Velî Allah’ın isimlerindendir.
Nebîlikten büyüktür Velîlik.
Allah’ın esmâlarında var mı Resul, Nebî, Peygamber diye fakat Velî esmâsı vardır.
Mubalağa ile Arapçada mübalağa vardır.
Sagir, küçük. Asgar daha küçük daha küçük.
Azim büyük Azam daha büyük.
Mubalağa derler buna. .
Acem düzmesi mübalağa değil, mubalağa.
Velî kelimesi mubalağa ile hamdedici demektir.

Onun için Cenâb-ı Peygambere hamdedici manası ile biliyorsunuz velîyül denmekte
Nebîler yâni Peygamberlik gelmeden ki Nebîler kendi aile efradı, yakınları ve ümmetleri arasında karanlıkta kalanlar için bir nimettir, değil mi?
Nebîlerde böyledir.
Allah Peygamberlerin ümmetinden amel ve şükür ister. Kendilerinden istemez Peygamberlerin.
Zira peygamberlik verdiklerinden bilmukabele istemiyor.
“Al Peygamberliği verdim.
Bana şu kadar kurban kes!
Şu kadar namaz kıl!
Üç yüz kile buğday gönder!” yook!
Vehhab ismi vardır El Vehhab Allah’ın.
Bol nimetle bağışlayıcı demektir.
Hangi isim Vahhab ismi hangi kula nasıp olursa Allah’ın vermesidir.
Tek nasib.
Şükür onlarda, feyzli ışık alanlara düşen bir vazifedir.
O mübârek kandili yakan o zâtı gönderen Allah’a teşekkür etmek lâzım.
Peygamberin yolunda yürümek!.
O geldi haber verdi!..


KELİMELER :

Çalakiyet : f. Çeviklik, süratlilik, tezlik.
Tekâmül : Kemâl bulma. Olgunlaşma.
Yegâne : Tek, bir.
Taam : Yemek. Yenilen şey.
Hassa : (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Tahlil : Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak. * Yemine kefaret etmek. * Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması. * Fiz: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esas unsurlara ayırma, çözümleme. * Kim: Analiz. * Tıb: İlâçla şişliği gidermek.
Kanaat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.(Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir. M.) (Bak: Himmet)
Gusül : Boy abdesti. Temizlenmek. Maddî, manevi temizlik için şartları dâhilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir.
Muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Kâse : f. Tas veya çanak. Kâse gibi olan çukurluk. * Başı kaplayan ve başın üstündeki kemik.
Gasl : Yıkama. Gusül. Şartlarına uygun şeklide boy abdesti almak. (Bak: Gusül) * Birisini döğüp vücudunu acıtmak.
Terkib : Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler.
Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
İsti’dad : Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Bilmukabil : Karşılıklı. Karşılık olarak. Mukabil olarak
Kat’î : Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz.
Mutlak : Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
Hakikat-i mutlaka : Kesin hakikat.
Mülevves : Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış. * Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan. * Tazelenmek için suda ıslatılmış şey. * Karışık, intizamsız.
Mülhid : Dinden çıkan, dinsiz, kâfir, imânsız. Haşir ve âhirete inanmayan.
Münevver : (Nur. dan) Mc: Kur'anî ve imanî eser okumakla ve ibadet ve taatla nurlanmış. Nurlandırılmış, ışıklı. * Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş. * Parlatılmış.
Materyalist : Fr. Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Bak: Maddiyyun)
Asel : Bal. Şehd. * Tatmak. * Su akarken yüzünde hâsıl olan kabarcık. * Cennette bir su.
Musaffa : Sâfileşmiş. Temizlenmiş. Süslenmiş.
Asel-i musaffa : saff bal..
Abid : Kullar. Köleler.
Abd : Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
Cesed : Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.
Neces : Murdarlık, pislik, necâset.
Necis : Temiz olmayan. Pis.
Zenbil : İçine öteberi konulup elde taşımaya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap.
İ’mal : Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. * Kullanmak. * Zabt, idare ve hâkimlik etmek. * Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.
Şayân : f. Münasib, lâyık, yaraşır.
Erzak : (Rızık. C) Rızıklar. Azıklar. Yiyecek içecek maddeler. İhtiyaçlar. Maddi, mânevi muhtaç olduğumuz şeyler.
Riyazât : (Riyazet. C.) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.
İntikal : Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Yevmi’l- kıyamet : Kıyamet günü.
Setr-i avret : Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek. (Bak: Avret-Tesettür)
İgtisal : Yıkanmak. Gusletmek. (Bak: Gusül)
İgrak : Suya batırmak, boğmak. * Kabı doldurmak. * Edb: İmkânsız bulunan mübalâğa.
Maazallah : Allaha sığındık. Allah korusun.
Kontrotu : Kontrat, sözleşme.
Rûz-i İlahi : Rûz-i Haşr. (Ruz-i hesab) Kıyamet günü. * Âhiretteki toplanma günü. Haşir günü. Dirilip toplanıp hesap görülecek gün.
Mahkeme-i Kübra : Öldükten sonra, âhiretteki ve Allah (C.C.) huzurundaki mahkeme. Bütün insanların muhakemesinin huzur-u İlâhiyede yapılacağı yer.
Bihakkın : Tamamıyla, hakkıyla.
Tenbihi’l- Gafilin : Gafillere tenbihler, uyarılar.
Re’s : Baş, kafa. * Tepe. Uç. * Başlangıç. * Reis.
Nabî : Haber veren, haberci.
Selahiyet : Bir işe karışmağa veya o işi yapmağa hakkı olmak, vazifeli olmak, bir iş için emir almış olmak. * Bir dâvaya bakabilmek.
Ta’zim : Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Meşveret : Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
Muhasib : Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
Şuh : f. Şen ve hareketlerinde serbest olan. * Nazlı, işveli. * Açık saçık, hayasız. Oynak.
Fuhuş : Fuhş. Edeb ve terbiyeye uymayan hareket. * Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram. * Çok günah ve çok fena bir fiil olan zina.
Gayr-ı meşru : Allah'ın rızâsına uymayan, şeriat hârici, kanunsuz iş.
Cima’ : Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek.
Sururî : Sevinçli. Neş'eli.
An-ı vahid : Bir anda.
Mütenâlkib : peş peşe olan.
Hadremut : Yemen tarafında bir ülke.
Ketum : Sır saklayan. Herkese her şeyi konuşmayıp sırrını belli etmiyen. * Her şeyi gizleyen.
Mubalağa : (Mübalağa) Bir şeyi çok büyük veya çok küçük göstermek. Bir şeyi olduğundan fazla veya eksik göstermek. * Haddini aşmak. * Edb: Bir şeyi ifade ederken ya olduğundan fazla veya olduğundan çok noksan göstermek." Habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapmak."
Bilmukabele : Karşılıklı. Karşılık olarak. Mukabil olarak.
Vehhab : Çok fazla ihsan eden. Çok bağışlayan.


ÂYETLER :

abese vetevalla :

عَبَسَوَتَوَلَّى
أَنجَاءهُالْأَعْمَى
وَمَايُدْرِيكَلَعَلَّهُيَزَّكَّى
أَوْيَذَّكَّرُفَتَنفَعَهُالذِّكْرَى
“Abese ve tevella. En caihul'a'ma. Ve ma yudriyke le'allehu yezzekka. Ev yezzekkeru fetenfe'ahuzzikra. : (Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi. (Resûlüm! onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.” (Abese 80/1-4)

لَّايَمَسُّهُإِلَّاالْمُطَهَّرُونَ
“Lâ yemessuhu illelmutahherune. : Ona ancak temizlenenler dokunabilir.” (Vâkıa 56/79)


أَوَلَمْيَرَالَّذِينَكَفَرُواأَنَّالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضَكَانَتَارَتْقًافَفَتَقْنَاهُمَاوَجَعَلْنَامِنَالْمَاءكُلَّشَيْءٍحَيٍّأَفَلَايُؤْمِنُونَ
“ E ve lem yerallezine keferu ennes semâvâti vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey'in hayy e fe la yü'minun : İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?“ (Enbiyâ 21/30)

Biz ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz :

وَنَحْنُأَقْرَبُإِلَيْهِمِنكُمْوَلَكِنلَّاتُبْصِرُونَ
“Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lakin la tubsirune. : (O anda) biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.” (Vâkıa 56/85)

Size şah damarınızdan daha yakinim :

وَلَقَدْخَلَقْنَاالْإِنسَانَوَنَعْلَمُمَاتُوَسْوِسُبِهِنَفْسُهُوَنَحْنُأَقْرَبُإِلَيْهِمِنْحَبْلِالْوَرِيدِ
“Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Dünyada kalb gözü kör olan, âhirette de kördür :

وَمَنكَانَفِيهَـذِهِأَعْمَىفَهُوَفِيالآخِرَةِأَعْمَىوَأَضَلُّسَبِيلاً
“Ve men kane fi hazihi a'ma fe hüve fil ahirati a'ma ve edallü sebila : Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsrâ 17/72)

Anil fahşai vel münker. :

إِنَّاللّهَيَأْمُرُبِالْعَدْلِوَالإِحْسَانِوَإِيتَاءذِيالْقُرْبَىوَيَنْهَىعَنِالْفَحْشَاءوَالْمُنكَرِوَالْبَغْيِيَعِظُكُمْلَعَلَّكُمْتَذَكَّرُونَ
“İnnellahe ye'müru bil adli vel ihsani ve itai zil kurba ve yenha anil fahşai vel münkeri vel bağy yeizüküm lealleküm tezekkerun : Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)

Huvallahu ellezi la ilahe illahu alimul gaybu ve şehadeh. :

هُوَاللَّهُالَّذِيلَاإِلَهَإِلَّاهُوَعَالِمُالْغَيْبِوَالشَّهَادَةِهُوَالرَّحْمَنُالرَّحِيمُ
“Huvallahulleziy la ilahe illa huve 'alimulğaybi veşşehadeti huverrahmanurrahiymu. : O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.” (Haşr 59/22)


Kalb sahibi olan kimse için muhakkak öğüt vardır! :

يُؤتِيالْحِكْمَةَمَنيَشَاءوَمَنيُؤْتَالْحِكْمَةَفَقَدْأُوتِيَخَيْرًاكَثِيراًوَمَايَذَّكَّرُإِلاَّأُوْلُواالأَلْبَابِ
“Yü'til hikmete mey yeşa', ve mey yü'tel hikmete fe kad utiye hayran kesira, ve ma yezzekkeru illa ülül elbab : Dilediğine hikmet verir. Kendisine hikmet verilmiş olan bir kimse ise, muhakkak ona birçok hayır verilmiş olur. Ve bunu ancak halis akıl sahipleri tefekkür eder.” (Bakara 2/269)

Âyet-i celilede geçen ve halis akıl olarak tercüme edilen :
Elbâb : Lübbün çoğuludur.
Lübb : Öz, kalb, fuaddır.
Lübbü’l- lübb : Özün özüdür. Muhiddin Arabî Hz.lerinin bu isimli bir eseri vardır.
Burada kal, fuad vd. leri Özler olarak ifâde buyurulmuş ve Hocam da kalb olarak toplamıştır içindekileri..


Allah her an her gün şuyundadır :

يَسْأَلُهُمَنفِيالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضِكُلَّيَوْمٍهُوَفِيشَأْنٍ
“Yes'eluhu men fiyssemavati vel'ardi kulle yevmin huve fiy şe'nin. : Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahmân 55/29)

İnnehu min Süleymanel :

إِنَّهُمِنسُلَيْمَانَوَإِنَّهُبِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِ
“İnnehu min süleymane ve innehu bismillahirrahmanirrahiym : «Mektup Süleyman'dandır, rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır.” (Neml 27/30)


SOHBETLER : X
Rasûlullah’ın huzuruna girdiği zaman Rasûlullah bir kızına kıyam ederdi.
Ne Cebrail’e ne Ebu Bekir’e hiç kimseye kıyam etmezdi.
Hz. Fatıma girdiği zaman ayağa kalkardı.
Torunları olduktan sonra Hz. Fatıma’nın, torunları yine kızına kıyam ediyor.
Bir gün Rasûlullah efendimiz namaz kılıyor Hz. Hüseyin efendimiz omzuna yapışmış.
Onunla beraber secdeye gidiyor.
Fahr-i Kâinatın, torun sevgisi.
Bu sevgiler tomurcuk verdiği zaman ortaya çıkar.
Bir kadının evladı olduğu zaman, zayıf kansız bir kadın gece sabahlara kadar uykusuz kalır.
Sabah sanki uykusunu uyumuş gibidir.
Kim veriyor onu.
Asıl Allah sevgisidir.
O parça ondandır.
İnsanı sevmek.
Birbirinizi sevin demek Allah’ın bir Allah’ın Hayy’ı var sende.
Allah’ın menevişi var.
Nur-u Rasûlullah var onu sevmektir.

İsmail oluyor.
Hz. İbrahim diyor ki :
“Oğlum sen benim ciğer pâremsin. Ben seni Allah yolunda zebh edeceğim. Keseceğim!” dedi.
Evladını Allah yolunda kesecek.
Allah sevgisi demek, evladı da sıfıra indiriyor.
Oğul : “Baba mâdem böyle diyorsun, Allah emretti hay hay!” diyor.
İtiraz etmiyor babasına.
Gidiyorlar meşhur dağa.
Yatırıyor.
Bıçağı hazırlıyor. Hazırlamış. Gizlemiş.
“Baba diyor gözümü bağlama” diyor.
“Ben yumarım. Yalınız ellerimi bağla” diyor.
“Belki kesilirken!” diyor
“Bir yere takılır bıçak. Ben çırpınırım, babalık şefkatın galebe çalar Allah’a karşı vazifeni yapmış olmazsın!”diyor.
İsmail şey ediyor. Bağlanıyor böyle.
Mübârek boynunu uzatıyor.
Hz. İbrahim kaldırıyor bıçağı : “Ya Rabbi Sana nezr edeceğim oğlumu niyet etmiştim. Şey edeceğim!” diyor.
Bir içini çekiyor bir : “Bismillah! Bismillahu Allahuekber!” der demez, taş titriyor taş!
Bu babaya itaatın, evlada karşı muhabbetin Allah’a karşı sevginin hepsine galip geldin mi!
Cenâb-ı Allah zâlim değildir.
O anda : “Bıçağı çekme!” emri çıkıyor.
Bıçak kesmiyor.
O zaman Cebrail, bildiğimiz koyunu kucaklıyor bir koçu getiriyor : “Bunu yerine kes!” diyor.
Onun için kurbanda şimdiki kurbanlar, kıyma yapmak için bir, kavurma yapmak için, iki gösteriş için.
Kim ne derse desin bu böyle.
“Efendim senede bir defa fakirler yesin senede!”
Bir defa fakirlerin et yemesinden ne çıkar oğlum?
Sen her gün yiyorsun.
Yediğin zaman : “Elhamdülillah!” dediğin zaman yemeyenleri düşünebiliyor musun sen?
Mesele orda.
Düşünebiliyor musun?

Koyun..
Şimdiki koyunlar getiriyorlar işte davardan şuralarda buralarda.
Hacı amca şey alacak, eee alda kes!
“Ben beş tane alacam!” Zengin adam
“200 lira!”
“Yav 190 liraya ver!”
Eller ortada aldıydı, verdiydi, aldıydı.
Allah unutuluyor orda.
Öteki ise Hacı efendiyi kazıklamaya çalışıyor.
Hacı efendi biraz eksiğine almak istiyor.
Ama bunlar hakiki içinden gelmiyor.
Hakiki kendimizi unuttuk.
Bizim üstümüzdeki iğreti insanlığımızdan geliyor.
Çünkü o koyun yavru.
Anası doğurur onu iki küçük emzirir.
Hacı ağıla girer yavrular orda melerler.
Anası orda meler.
Çünkü sütü mandıraya gidecek, satılacak yağ yapılacak.

Asıl kurbanın ne olduğunu biliyor musun?
İsmail’i taklid eden kurban olacak!
Sen kuzuyu anası süt vermekten artık men’ edecek.
Anasından hakkı olan Allah’ın verdiği hakkı olan o sütü emecek doyuncaya kadar.
Tarayacaksın süsleyeceksin 3. 5, 6 ay evdekiler alışacak ona. Çocuklar : “Kuzum nerde ana?” diyecek.
Mektepten gelen onu : “Bak mektepten gelende yaprak getirdim ona!” diyecekler.
Kuzu evin halkından olacak.
Kurban geldiği zaman, şimdi çocuklar gelecek :
“Baba kesmeyelim bunu!”
“Baba kesmeyelim!”
Hanım : “Yavv nasıl keseceğiz, efendi başka bir koyun al! Bu bizim için şey oldu!”

Ahaa o İsmail yerine geçiyor.
Üzüntü şekli, aha bu kurban olur.
Öteki ne olur.
Öteki müsâdenizle kavurmadan başka bir şey olmaz.
“Ama ben kestim oldu!”
Devam edin öyleyse olursa.
Hakiki kurbanı söylüyorum.
Bizim gibi gösteriş için değil.
Nasıl ki biz Allah’ın kelâmını bu gün iki şeyde kullanıyoruz. Otomobillerimize küçük Kur’ân asıyoruz bizi korusun diye.
Bir yere giderken cebimize koyuyoruz.
Bir de Mezarlık Kitabı yapıyoruz.
O, bizim Kitabımız!..
Kur’ân canlının kitabı, mezarın kitabı değil!
Onun için : “Allah!” denilmeyen evde hayır yoktur oğlum.
Rasûlullah buyuruyor.
Ben uydurmuyorum...

Onun için insanın cesedi benim lakırtım değil oğlum.
Ben neyim ki benim lakırtım olsun.
İnsanın cesedi efendi oluuur!..
Birde ruhu efendi olur.
Cesed, cesedi efendi olarak doğan bir adam olur, ruhu edepsizdir.
Ruhu cesedinden utanarak o da efendi olabilir.
Yahut cesedi onu efendi haline sokar.
Ruhu efendi olan cesedi efendi değilse, ruhun efendi olması çok
güçtür oğlum!

Bir adamı bağlıyorlar bir yere, çoluğunu çocuğunu, anasını babasını karısını gözünün önünde kesiyorlar bu adamın.
Ve kaçıp gidiyor iki kişi.
Bu cemiyette her gün gazetelerde okudunuz.
Adam ondan sonra iplerini şey ediyor.
Bu adam Ruhen maktul mudur?
Ruhen maktuldur.
Çoluğunu çocuğunu gözünün önünde ruhunda, anasına, babasına çocuğuna karısına ait bir sevgi, bir bağlılık vardı sen onu kestin.
Katlettin bunları.
Bu adam maktuldür. Yani katledilmiştir ruhu.
O adamda hiddetten gidiyor.
O vuran adamları temizliyor.
Cesedinden katildir bu adam.
Ruhundan maktul cesediyle katildir.
Ne ceza verirsiniz buna.
Konuşmaz!…

Bir adam dış görünüşüyle gâyet doğrudur.
Fakat iç görünüşü ile zâlimdir, hırsızdır.
Ne ceza verirsiniz buna.
Bir adam dış görünüşüyle zâlimdir.
Fakat iç görünüşüyle fevkâlede doğrudur.
Bunlar Allah’ın hikmetleri.
Onun için hiç kimseyi hakir görmemek lazımdır.

Bir, nur yüzlü bir genç.
Fakir elbisesi yok üzerinde.
Aç şöyle böyle, aç kalmış.
Almış başını yürümüş gitmiş.
Gelmiş ki bir şehirde davullar çalınıyor.
Zurnalar vaaar!
Askerler maskerler şunlar.
“Nedir bu?” demiş.
“Efendim demiş bizim padişahın çok güzel bir kızı var.
Otuz kırk tane şehzâde, başka padişahlar da geldi.
Kızına talip oldu. Padişahta hangisine vereceğini bilmiyor.
Bunları imtihan ediyor!” demiş.
“Yav demiş ben açım! Güzel diyorsun. Bende bir talip olayım!” demiş.
Gitmiş orda oraya girecek adamlara demiş ki :
“Bende talibim!”
“Ulan hadi git işine!” demiş ama,
Çocuğun yüzü başka elbisesi yırtık ama, gözleri böyle deniz feneri gibi bakıyor çocuğun.
Ehemmiyet vermemişler.
Çocuk bir nâra atmış.
Padişah demiş : “Nedir o?”
“Efendim böyle böyle kızınıza bir talip var!”
“Getirin!” demiş.
Bakmış çocuğa çok yakışıklı.
“Ee bu talipler prens ama demiş kimisi çirkin, kimisi iri yarı, kimisi yaşlı, kimisi çok genç.
Bu çocuğun çok güzel yüzü var!” demiş.
“Bunu bir elbiseyle giydirin prenslerden güzel olur. O da girsin imtihana!” demiş.
“Dur oğlum!” demiş
“Yalnız, Efendim demiş ben üç dört gündür acım bana bir yemek verin!” demiş.
Çocuğu doyurmuşlar.
“Allah Elhamdulillah!” demiş.
“Ben senelerdir aç perişan dolaşırım.
İmtihana girerim.
Ya kazanırım ya kazanamam.
Kazanırsam prens gibi padişahın damadı olurum.
Kazanamazsam vursunlar kafamı ne olacak!” demiş.
“Nedir imtihan?”
“Zâten imtihanları olanlar yapamıyor hep kafa gidiyor!”
Padişah öyle demiş.
“Şurdaki ahır var ya, falan!” demiş.
“Oraya gireceksin” demiş.
Çocuğu götürmüşler.
Bir hasırın üstünde belki 30-40 bir iki ton kadar kum var.
Kumun içindede yine yarım ton kadar pirinç karışık.
Karmakarışık.
“Aha bunları sabaha kadar kumu bir tarafa pirinci bir tarafa ayıracaksın! Elek melek yok oğlum. Hiçbir âlet yok elinde!”
Çocuk gelmiş.
Kapıyı da kitlemişler üzerine.
“Yarın sabah olmazsa!..” demiş.
Yemekte koymuşlar.
Çocuk düşünmüş düşünmüş.
“Yavv ben ne yapayım?”
Ulan demiş : “Ben bunu yapamam! Şu koydukları yemek.
Bir gecelik padişahlık padişahlıktır . Sabaha ne yaparlarsa yapsınlar!” demiş.
Gece yarısına kadar okumuş.
Yatmış aşağı haradan!
Artık düşünmüyormuş : “Sabah ne olursa olsun!”
Gece birden uyanmış.
Hemen oradaki ibrikten su almış.
“Bir de gece namazı kılayım!” demiş
Hepiniz devam edeceksiniz gece namazına.
Gece namazını kılmış.
Düşünüyor yine.
Topuğu çıplak çocuğun ayağının.
Topuğunu bir şey ısırıvermiş.
Orda işte bir de mum yanıyor.
Bakmış ki küçük bir karınca.
Almış onu eline :
“Hayy mübârek sen ne arıyorsun burada?” demiş.
“Ezecektim seni!” demiş.
Karınca diklenmiş ayakları üzerine.
Konuşmağa başlamış.
Bizim gibi mi?
Onlarında başka türlü konuşması vardır oğlum!
Bir hayvanın bacağı kırılır, kan akar.
İçin cızlar : “Vah vah!” dersin
O da sana böyle bakar.
Ama konuşuyorsunuz.
O sana bi şey acısını duyurur senle konuşur.
Sen demiş aslanım Süleyman nasıl konuşmuş karıncaynan.
“Sen” demiş “Bundan 5-6 sene evvel” demiş.
“Bizden bir karınca!” hepisi birbirine söylüyor bunu.
“Bir suyun kenarından geçiyordun ayağına bir diken battı” demiş.
“Oturdun orda o dikeni çıkardın” demiş.
“Bir karıncacıkta o suya gitmişti” demiş.
“Şöyle tuttun kurtardın onu da koydun güneşli yere” demiş.
“O karınca senin bu iyiliğini unutmadı hepimize yaydı” demiş.
“Sen yiğidim yatadur biz sabaha kadar temizleriz onu” demiş.
Yatmış çocuk sabahleyin kakmışlar ki bir tarafta pirinçler, bir tarafta kum var.
Haaa oğlum dostun olacaksa karıncadan olsun!.
Hiç kimseyi hor görme bakarsın bir karınca velî olur karşına çıkar.
Böööyle kafanı kaldırma!

Hazreti Davud, Peygamber olduğu halde bir defa yüzünü yukarı kaldırmamıştır.
Kibir gelir bana diye…

Onun için dünyadaki dört tane okyanus vardır.
Okyanus, büyük denizdir biliyorsunuz.
Bunları dolduran sulardan daha çok insanoğlu Hz. Âdem’den bu yana göz yaşı dökmüştür.
Bunlardan daha da çok.
Bu gözyaşının on bin tonsa bu.
Yarısı eğlence, kahkaha, edepsizlik gözyaşıdır.
Yarısı insanların birbirine karşı,
Onun geriye kalan yarısı da birbirlerine karşı duyduğu üzüntülerden,
Şunu kaybetti bunu kaybetti ondan.
Geriye bir bardak yaş kalıyor.
Ahaa o bir bardak yaş olmazsa dünya kubbesi düşer.
Hadis şu : “kudiyet kulibet”
Allah yolunda doğruluktan ayrılmayıp gece gözyaşı getiren insanlar olmasa idi.
Gök kubbesi yarılırdı.

Ölüm acısı duygusundan kurtulmak için gözlerini dünyaya bir köpük parçasına bakıyormuş gibi, bir rüya görüyormuş gibi, çeviren insan ölümün pençesinden muhakkak kurtulmuştur…

Sevinçten elem doğar.
Sevinçten korku doğar.
Sevinçten yakasını kurtaranlar içinde elem yoktur.
Böyle bir insana korku nereden gelecektir?
Bulun bana deliğini de söyleyeyim.
Biz tıkayalım o deliği.
İnsana acıyan büyük bir kalb ağrısını görmemek imkansızdır.
Araba, ne tekerlek ne dingil ne de teknedir.
Araba dediğimiz zaman.
Bunların hepsine bir tek verilen ismidir.
“Ahmet deriz. Hasan Bey!” deriz. “Ömer Bey” deriz.
Bu kelimeler, ne gözdür, ne kulaktır, ne de duygudur.
Bunların hepsidir, verdiğimiz “Ahmet efendi” diye isim verdiğimiz.
Onun için insan haddini bilmelidir.

Okyanusta kaç bardak su vardır birisi sana söylesin.
Ganj nehri yatağında kaç tane kum tanesi var.
Bunlar mesaha edilmez, kabul edilmez, ölçülmez bunlar.
Ölümden sonra bir hayat var veya yok düşüncesi de aynı nev’îdendir.
Sorulacak suale ikisi de yanlıştır.
İnsan korkuya veya imana bir şeyin karşısında döner.
Bir hastalığın karşısında.
O hastalık nedir?
En büyük hastalık açlıktır oğlum.
Niçin açlıktır?
Oruç da diyoruz. Çok dikkat buyurun.
Oruçta diyoruz El Rezzak esmasını bir tarafa itiyoruz.
Hay’ la Hayy oluyoruz.
Hay ile Hay ama her an Hâlvet olmak insanı yakar.
Yakamadığı için açlık hissinde : “benilen çok ahbaplık etme dön dünyana!” emridir bu.
Çünkü insan yalnız ekmekle değil mânâyla da beslenir.
Hindistan da adamlar var otuz gün mezarın altında aç susuz duruyor. Durulur.
“Ben duramıyorum!”
Sen baştan aşağıya midesin de ondan.

Arılar gelir çiçeğin üzerine konar.
Çiçeğe hiçbir zarar yapmadan oradan balı alıp nasıl giderlerse insan öyle çalışması lazımdır.
Tutuşmuş ateş üzerinde kıvılcımlar, binlerce kıvılcım çıkar.
Yanar sönerler, yanar sönerler.
İşte bütün kâinatta da her şey her an ölüyor ve her an var oluyor.
Biz onun farkında değiliz.
Bak bu elektrik saniye de 60 defa yanıp sönüyor.
Biz onu göz ve hafızamız onu idrak edemediği için devamlı addediyoruz…

Yalınız insan ibadetini düşünür.
Muhakkak bir gün karanlıklar aydınlanacak insandaaa.
İnsanı hapseden şeyler kendi içindedir.
Geçmişte yapılmış, yapılan yanlış hareketler, elem.
Geçmişte yapılan iyilikler ise saadet verir.
Onun için gençlere söylüyorum.
Gezsin, sinemasına gitsin.
Futbol oynasın.
Şunu yapsın, bunu yapsın, cesedinlen bu.
Gıpta etmesin!
Haram yemesin!
Kimsenin ırzında olmasın!
Büyüklerine hürmet etsin!
Hükümete hürmet etsin!
Küçüklere hürmet etsin!
Fakat namazını kılsın!
Bu başka o başka.
İnsan biraz da ma’siyyet ister.
Onun için Cenâb-ı Allah diyor ki :
“Herkes temiz ve doğru olaydı. Ben fenâlık yapacak bir cemaat halk ederdim.” diyor.
O halde Cenâb-ı Allah insanlarda bir ma’siyyet istiyor.
Bu ma’siyyete istemezse idi cennetten Hz. Âdem kovulmazdı.

Karlı bir tepede duran adam nasıl başının üstünde bir sonsuz mavilik bulursa, kendi nefsine hakim olan da buna benzer.
Böyle bir insanı bu dünyada sarsacak hiçbir kuvvet yoktur...

Billur, haa şu yapma billur.
Bu billur değil tabi.
Uydurma yalancı billur.
Bir billur alınız elinize.
Billur parçasının her yanından nüfuz eder ışık.
Her taraftan başka renk verir.
Fakat billur ışık mıdır?
Hayır!
Billur yine, bir kum tanesinden başka bir şeydir.
Çünkü billur cam kumundan yapılır.
Ama billurun şu billur!.
Acaba donmuş bir sis olmasın billur.
Kim aksini iddia edebilir.
Onun için insan aklı muayyen bir hududda durur.
Ötekisine hürmet etmek lazımdır.
Gökyüzü gözle görünen Allah’ın kudretinin en büyük delilidir.
Bakın görün!

Amerika reisicumhurlarından Abraham linkon Cılbir isminde bir arkadaşı varmış bunun.
Her akşam, o Beyazsaray onun zamanında yapılmış.
O Beyazsaray.
Ahşaptan yapılmış o beyaz saray.
Çıkar böyle havaları seyredermiş.
“Bak!” dermiş
“Şu yıldızlara bak! Şunların gidişlerine bak. Göğe bakıp da bunun bir Hâlik’ı olmadığını inkar edene şaşarım!” dermiş.
“Ama yere bakıp da inkar edene şaşmam!” dermiş.
Ve onun zamanında bu günkü dolarlara bakarsanız.
Gümüş dolarlara ve kağıt dolarlara üstünde İngilizce bir kelime yazılıdır.
O zaman yazılmış : “In God we trust: Allah’a i’timadımız vardır!” Hâlâ yazılıdır.
Amerikan parasının da dünyadaki kıymetini.
Bir tanesi bizim12 lira. İngiliz.
Nerden çıktı bu nedir.
Efendim işte senayi vardır.
Senayi niye bize vermedi?
Küçük bir bahane Cenâb-ı Allah’ın Gayur esmasına dokunur.
Böyle indirir aşağıya, rızkını indirir aşağıya.

Allah sana ruhu vermiştir.
Ruh, hiçbir zaman kendisini verene hıyanetlik etmez oğlum.
Ama biz bambaşka olduk.
Bu dünyada hayatta cezalandırılmamış cinâyetlerrr.
Mükafatlanmamış faziletler daima!
Mahkeme edilecekleri başka bir hayat muhakkak zaruridir oğlum.
Aha basit bir mantıkla çıkıyoruz.
Bu dünyada birçok cinâyetler işlenmiştir.
Bu dünyadan birçok faziletli adamlar geçmiştir.
Öyle cinâyetler işleyenlerin cezaları dünyada bazıları cezalarını görmemiştir.
Bazıları da faziletlerinin mükâfatını görmemiştir.
Hani Cenâb-ı Allah âdildir.
Âdil ise, bunların faziletlerinin dağılacağı, o cinâyetlerin cezalarının verilecek bir mahkeme vardır.
İşte o mahkeme de aşağıdadır!..
Tehlike, tehlikeler olmayan hiçbir fazilet yoktur.
Fazileti boşuna sarf ettiğiniz vakit bu tehlike ile karşılaşırsınız.
Onun için faziletinizi yerinde muhafaza edin!
Sizi tahkir edenlerden katiyyen intikam almayınız.
Alçak gönüllük ruhun tevazu’dur.
Harici tevazu’ medenîlik vasfıdır.
Alçak gönüllülük kendini hakir görmek değildir.
Allah’ın huzurunda : “Ben yoğum, Sen varsın!” demektir.

Onun için aziz cemaat akarsu nereye akarsa orasını yeşerir.
Secde-i Rahmâna kapanan nurlu insan nereye girerse oraya tenbid eder.
Gözünde gözyaşı varsa oraya muhakkak rahmet nâzil olur.
Şüphe etme bu sözden.
Rasûlullah’ın sözüdür.
Ateş, ateşe tapana bile lütfetmez.
Mecusiler ateşe taparlar.
Mâdem senin Allah’ın ise girsene içine derhal yakar.
Ateşin tabiatı da değişmez, unsuru da.
Çünkü Allah’ın kılıcı izinle keser, izinle yakar.
Ateş, her şeyin hakikatini ortaya koyan bir nimettir.
Pirit, Arapçası : “humze yedline hadid : Demir çıkan şey”
Karabük’teki o taşları atarlar ateşin içinde demir bir tarafa ayrılır, posası bir tarafa.

Amber ateşe atılmazsa güzel kokusu çıkmaz.
Ateş HAYY esmasının hakikatini ortaya çıkarır.
Fakat bunun farkına herkes varmaz.
Ateşin içinde nur vardır, ateşin içinde gül bahçesi vardır.
Hazreti İbrahim’i hatırlayın!
Ateşin içinde yeşil çemen vardır.
Yine o peygamberi hatırlayın!
Ateşin içinde nimet vardır.
Ateşin içinde rahmet vardır.
Ateşin içinde de söylenemez denilen bişey vardır.
Onu da sen bul!

Cenâb-ı Peygamber diyor ki :
“Dünya bir andan ibârettir”.
Ateşle, şöyle bir çöp alalım elimize ucunu yakalım.
Köz olsun.
Şöööyle çevirdiğimiz zaman bir daire şeklinde görürsünüz.
İşte kâinat böööyle döndüğü için biz ömrümüzü uzun zannediyoruz.
Ömür uzunluğu, Allah’ın tez tez peş peşe bu şey gibi elektrik gibi sönüp yanmasından ibârettir.
“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid” (Kaf 50/15)
Allah birini öldürür tekrar yaratır.
Âyet-i kerime.
Bunun sırrını insan kendiliğinden öğrenemez, âlim de olsa fazıl da olsa ona öğretirler.
Siz biriniz içinizden derki : “Hoca efendi sen öğrendin mi?”
Bilmesem bu tehlikeli kürsüden herhalde mırıldanmam!..

Gözde, aaha bu gözde, hakiki Dost’u gören göze derler göz.
Gözünü yum hiçbir şey görmezsin.
Ama gözünü yumup da uykuya girdiğiniz zaman göz etlikten çıkar artık yoktur göz.
Peki, göz uykudaysa et parçası nasıl oluyor da rüyada gördüklerini hafızanda tutuyorsun da gelip ötekine anlatıyorsun.
O halde başka bir göz var.
Aha o gözdür asıl göz.
Dostun gözü.

Soğuk, kar koruğa dokunur.
Üzüme dokunmaz.
Olmuşa dokunmaz.
Herkes eline bir asa alır amma, Musa da alır.
Bizim elimiz nerde Musa’nın eli nerde.
Bu lakırtıları biraz deşerseniz oğlum.
İçinde çok şeyler var.
Yağmur çemenlere ne yaparsa, çemene yağmur.
Haa biz bu sözlerimiznen de size onu yapmak istiyoruz.
Çünkü, sizde o çemen var.
Çemen çünkü secde eder.
“Ven necmu veş şeceru yescudan.” Âyet-i kerime.
Necm Arapçada çemen demek.
Müfred olarak kullanırsa necm, çemen Arapçada.
Nücum olursa yıldız manasına Kur’ân-ı Kerim lisanında.
“Ven necmu veş şeceru yescudan.”
“Çemen ve ağaç secde ediyor” diyor.
Bütün kuşlar secde ediyorlar.
Ama siz bunun farkında değilsiniz.
O halde kâinat bir tesbih, bir Allah’ı hamd ve senâ silsilesinden başka bir şey değildir.
Rüzgar esti mi yoldaki tozları, mozları kağıtları kaldırır.
Onların arkasına girer.
Rüzgar kendini göstermez.
Bu hareketler de böyledir!.

Onun için her insanın içinde Hakk’tan yaratıcısından bir tad vardır.
Onun için Peygamberler dışardan seslendi mi.
İnsanların canı içinden hoplar ve secdeye kapanır.
İslamın niye secde yaptığını, niye oruç tuttuğunu, niye zekat verdiğini, niye sadaka verdiğini, büyüklere hürmet ettiğini, hiç hiddet etmediğini, islamda hiddet yoktur oğlum!
Bu işin şu Secde-i Rahmân’dan kapanıp da televizyon gibi bütün manevî alemi görebilmek için katiyen hiddet etmeyeceksiniz.
Bu çok büyük bir iştir.
İslam dininde yasaktır hiddet.
Kızmayacaksın bişeye!
Koyun gibi : “Peki!” diyeceksin.
“Efendin buna ahmaklık derler!”
Ahmaklıktan asıl hamaklığa gidilir.
Hamaklıktan da asıl akıllılığa gidilir oğlum!
Deli olmadan velî olmaz insan.
Onun için hiçbir şeye kızmayın!
Evinizde ailenize karşı daima munis güler yüzlü olun.
Çocuklarınıza karşı : “Baba şunu isterim, baba bunu isterim!”
Kızma! Kızma!
Okşa onu, okşa!
“Peki oğlum!” de.
“Para elimize geçerse alırız!”
Katiyen kızma, yolda birisi sana çarpsa kızma!
Ama bazı kızacaksın.
Kızacak yeri ben anlatayım.
Evvelsi günümü idi Hafız Efendi, bir şeye gidiyorduk.
Öğlen namazından sonra hangi camii o.
Bahçeli Evler’e gidiyorum.
Para verdiler ordan ki : “Hoca efendi dediler her gün bu parayla gidip gelirsin!” dediler.
Orda taksi bulamadım.
Bir dolmuş gidiyordu.
Elimde de cübbe.
Bu dolmuşa giriverdim.
6-7 dakka var, ezana.
Şoföre dedim ki : “Oğlum!” dedim.
“Biraz çabuk gitmek mümkün mü?” dedim.
“Ben dedim orda vaaz yapacağım!” dedim.
Şimdi benim yanımda da bir adam oturuyor.
Gözlüklü, kıravatlı temiz giyinmiş bir adam.
“Peki dedi yetiştiririm ben Hoca Efendi seni!” dedi.
Vaiz olduğumu söylediğim için “Hoca Efendi” dedi.
Ben böyle oturuyorum.
Bu da naylona sarılı dizimde.
Bu adam döndü bana :
“Sen dedi vaaz mı yapacaksın?” dedi.
Dedim : “evet!” dedim.
“Camide bir iki lakırtı konuşacağım!” dedim.
“Peki dedi orada dedi neler söyleyeceksin!” dedi.
“Aklıma ne gelirse, eserse onu söyleyeceğim!” dedim.
Kızmıyorum.
“Peki” dedi “ordakilerine sen söylesene!” dedi.
“Camilerde gelenlerin hepisinin ayakları kokuyor!” dedi.
“Çamurlu pisli giriyorlar oraya!” dedi.
“Onları söyle onlara!” dedi.
Şimdi burada susulmaz oğlum!
Sen yine kızma böyle bir şeyinen karşılaşırsan yine hiddet etme! Çünkü oradaki vereceğim cevabı bilmezsin.
Herif bir pehlivan olur. Seni döver.
Ama cılız görüp de şu karınca gibi az önce demin anlattığım karınca gibi pehlivanlar vardır.
Padişah zamanında bir veli var 70 – 80 yaşında Yahya Efendi. Anadolu Hisarında güreş pehlivanlar.
Yağlı güreş. 140 okka herifler.
Yağlı güreş sebebi yağlı olmasa tuttu mu koparıyor adamı!
Avrupa’dan bir adam gelmiş hangi pehlivan çıkıyorsa altına vuruyor.
Padişah deli olacak : “Şunu yenecek yok mu?”
Yahya Efendi demiş ki : “Şevketlüm müsade et” demiş “şununan!”
“Aman demiş Hoca Efendi!”
70 Yaşında benim gibi kambur böyle.
“Aman etme demiş Hoca Efendi!”
“Müsaade edin Şevketlüm!” demiş,
Yahya Efendi çıkmış.
Herife bir el ense vurduğu gibi belini kırmış herifin.
Haaaa bu o kuvvete benzemez oğlum.
Böyle kazığı dikti mi hiçbir kimse elini çeviremez aşağıya...

“Onlara” dedi “söyle” dedi.
“Ayaklarını” dedi, “çorapları delik, pis pis kokuyor, secde yapılacak yerler!”
Ben dedim : Bunu aklınnan mı söylüyorsun? Yoksa gittin mi oraya?”
“Öyle söylüyorlar!” dedi.
“Senin dedim ayağındaki çoraplar dedim ipek değil mi?” dedim. “Temiz?”
“Temiz ya!” dedi.
“Ben o Secde-i Rahmâna kapanıp ayakları kir kokan, ayakkabısı delik çamur olan adamın tabanını öperim ama!” dedim.
“Senin nerene bile tükürmem. İn deyyus aşağı burdan!” dedim.
“Durdur şurda arabayı!”
Şöfor durdurdu arabayı. “İn aşağıya!” dedim
Bir celâl geldi bana.
Şöfor : “Evet beyim dedi in aşağıya!” dedi.
İndik aşağıya.
Torbayı bıraktım oraya.
Önce : “Bi şöyle tuttum mu boğarım!” dedim herife.
Hiç sesi çıkmadı.
Allah aslan gösterdi beni ona herhalde.
Ondan sonra bindik arabaya gittik.
Zaten şeye hiddetli çıktım.
Allah affetsin kürsüye.

Onu sen bırak adamına, karıncaya bırak oğlum!
Karınca onu temizler sen otur.
Onun için su da daima kalmak balığın kârıdır oğlum!
Yılanın değil.
Bu denizde öyle balıklar vardır ki yılanı bile balık yaparlar.
Onları ara bulabilirsen, Allah Dostunun ihsanına uğramak büyük bir iştir.
Cömertlik bile utanır yanında.
Çok söze daldık.
Yav hikayeyi söyleyelim derken biz hikaye olduk be!
Biraz da hikaye söyleyelim canım insanlar bunalıyor.

1050 yılı 1050 hicr’i yani bundan 334 sene evvel.
334 sene evvel.
Şu Şişhane yokuşunu İstanbul’da çıktığınız zaman 6. daireye dönmeden Perapalas’ın altından giden bir yol vardır hatırlarsanız.
Bi de soldan Kasımpaşa’ya inen yol vardır.
Ordan aşağıya biraz in!
Sağda tepenin üstünde bir türbe görürsün.
O türbe Lohusa Sultan’ın türbesidir.
Üç yüz küsur seneliktir.

Onun yanında eskiden bir mescid vardı. 300 sene evvel.
Orada yüzü gâyet güzel sesi fevkâlede muhlik.
Az çok ilmi var.
Halkın çok sevdiği bir müezzin varımış.
İsmi Abdullah.
Birde anası var.
Gâyet güzel ezan okur.
İmam gelmediği zaman mihraba geçer.
Bunların hepsi Osmanlı İmparatorluğunun Tomar-ı Osmaniyesinde yazılıdır bu lakırtılar.
Öyle tavatura.
Zaten bu kadar dünyanın en uydurma romancısı gibi bunu uyduramaz.
Bir hadise olacak.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Ama İslam inanır buna hiç şek düşmez.
Bu, birden bire dertlenmiş bu adamcağız.
Yüzü solmaya başlamış.
İştahı kaçmış. Bir keder.
Aylarca bu devam etmiş.
Kimseye de derdini söylemezmiş.
Bir gün anası : “Abdullah oğlum sende bir dert var ama! “ demiş. “Yüzün soldu, kimseyinen konuşmuyorsun. Tuhaf bir halin var. Söylesene ben ananım!” demiş.
“Yok ana bişeyim yok!” demiş.
Git gide artıyor bu.
Anası demiş : “Otur oğlum, derdini söyle yoksa analık hakkımı helal etmem sana!” demiş.
Emir yüksek yerden.
Ağlamaya başlamış.
“Anne!” demiş. “Ben demiş bir rüya gördüm. O rüya şu demiş.
Zamanın Padişahı, onun kızını rüyada gördüm!” demiş.
“Âşık oldum bu kıza!” demiş.
“Saraya git kızı bana iste!” demiş.
“Aman oğlum demiş biz neyiz. Padişahın kızını nasıl isteriz. Sana nasıl verir!”
“Valla ana git iste!” demiş.
“İsterse bizi kessin, isteyeceksin!” demiş.
Padişahın kızı da, bu Hocayı görmüş rüyasında.
O da ona âşık olmuş ama birbirlerini görmemişler.
Kızda eriyor.
Bu, olmuş bu!..
Tomar-ı Osmaniye de.
Nihâyet kadıncağız gitmiş saraya.
Demiş ki : “Ben padişahı göreceğim!” demiş.
“Sen kimsin?” demişler.
“Ben felan yerde müezzin var onun anasıyım!” demiş
Yaşlı nur yüzlü bir adam.
“Söyleyelim Padişaha!” demişler.
Padişaha mabeynciler gitmiş söylemiş demiş ki :
“Bir iki gündür gelen bir kadın var. Zât-ı devletlerini görmek ister!”
“Alın gelsin!” demiş.
Gitmiş kadın. El etek öpmüş.
Nurlu bir kadıncağız.
“Söyleyin valide!” demiş padişah.
İstanbul da bizim Padişah zamanında oluyor.
“Şevketlüm” demiş “söyleyeceğim sözler edep harici sözdür!” demiş.
“Beni ma’zur görün!” demiş.
“Ben oğlumun namına geliyorum!” demiş.
“Buyurun söyleyin buyurun!” demiş.
Demiş ki : “Efendim benim oğlum Allah’ın emriyle sizin kızınızı istiyor!” demiş.
“Babası yav sen çıldırdın mı kadın?” demiş.
“Valla çıldırıyım çıldırmayıyım şevketlüm evladım gitgide erimekte siz bilirsiniz!”
O sırada da kız padişahın kızı dinliyor bunu duymuş, o kadar.
“Siz bilirsiniz şevketlüm!” demiş.
“Müslüman kadın gönlünü kırmayayım!” demiş.
“Peki teyze verelim ama demiş 9 katır yükü altın getireceksin bana!” demiş.
Tomar-ı Osmaniye de yazıyor bunu.
Topkapı Müzesinde gidin okuyun.
Gelmiş oğluna demiş ki : “Padişah verecek, 9 katır altın istiyor!” demiş.
İmam başlamış göbek atmaya.
“Hay Allah razı olsun!” demiş.
Gitmiş çuval almış.
Evinin bahçesinde küreknen dolduruyor toprağı.
Doldur babam doldur, 9 tane çuval doldurmuş.
Arabaya yüklediği gibi ertesi sabah dayamış şiyden içeri.
Saraydan içeri.
Bu olmuş efendim olmuş.
Olmuş!..
Zâtı Sungur bunlardan daha şeyini yapıyor.
Bu salak milleti atlatıyordu.
Allah Dostu oluyor bu adam.
Saraydan içeri girmiş.
Padişaha haber vermişler.
Demiş ki : “Efendim dün bir kadın geldi, 9 çuval altın istemişsiniz!” demiş.
“O imam nerdeyse geldi” demiş.
Gelmiş Padişah: “Nerde?” demiş.
“İşte padişahım!” demiş.
Saraydakiler almış bahçeye devirdikçe altın, devirdikçe altın.
9 şey altın.
Tomar-ı Osmaniye de yazıyor.
Devletin arşivi.
Olur mu?.
Buz gibi olur oğlum!..
Burada olmaz ama bir kağıt parçasını ben vereyim.
Yum, kapat, aç istediğin altını yapayım ilm-i kırtasiyedir bu.
Ama sana vermem!...

KELİMELER:

Kıyam : Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. * Ayaklanmak. İsyan. * Ölümden sonra tekrar dirilmek. * Bir işe başlamak, devam etmek.
Fahr : Övünme. Yaptığını sayarak övünme. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet. Büyüklük. Şeref.
Zebh : Kesme, boğazlama. Kurban kesme. (Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da "zebiha" denir.)
Galebe : Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
Nezr : Adak adamak. * Fık: Cenab-ı Hakka ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.
Maktul : Öldürülmüş, katledilmiş olan.
Addediyoruz : Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.
Ma’siyyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
Billur : Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.
Senayi : Sanayi, San'atlar.
Gayur : Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli. * Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması yanlıştır.)
Zaruri : (Zarurî. C.) Mecburi işler. İster istemez olan işler.
Tenbid eder : yeşil ot, nebat yetişir bastığı yerde.
Nâzil : (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.
Munis : Alışılmış. Ehlileşmiş. Cana yakın. Sevimli. Ünsiyyet edilmiş.
Deyyus : Derare. Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam.
Mabeyn : Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. * Haremle selâmlık arasındaki oda. * Padişah yakınlarının bulunduğu oda.
Şevketlüm : Tar: Padişahlar hakkında kullanılmış bir tâbir olup, azamet ve heybet sahibi mânalarına gelir.
Er Rezzâku : Yaratıklarına tek ve mutlak rızıklarını vericiolan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Bütün mahlûkatının rızkını maddî, mânevî; her zaman, her yer ve her hâlde lâzım ve lâyıkınca veren.
Er Râziku : Tüm mahlükâtının rızkının mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Hayy : Devâmlı hayat sahibi, mutlak diri, dirilerin dirilik kaynağı, hayat veren tek.. Mutlak diri, gerçek hayat sahibi ve Bâkî olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Muhyî : Maddî-mânevî hayat verip dirilten, canlandıran, canı var eden ve ruh veren. Diri ve hayatta kılma gücünün mutlak sahibi ve can verici olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.


ÂYETLER :

أَفَعَيِينَابِالْخَلْقِالْأَوَّلِبَلْهُمْفِيلَبْسٍمِّنْخَلْقٍجَدِيدٍ
“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid : İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kaf 50/15)

وَالنَّجْمُوَالشَّجَرُيَسْجُدَانِ
“Ven necmu veş şeceru yescudan. : Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.” (Rahmân 55/5)


SOHBETLER : XI
Gül tohumu vardır aziz cemaat.
Gül tohumu.
Bunu bir tahlil edelim.
Gül tohumunun içinde renk vardır.
Çok dikkat edin!
Koku vardır.
Görünmez bu.
Gül tohumunu yar!
Kimya laboratuarına gönder!
Ne koku vardır içinde ne renk vardır.
Ancak içinde amidon vardır.
Birazda fosfat vardır.
Yani nişasta ile fosfat vardır.
Başka bişey yoktur…

Gül toprağa girip EL REZZAK esmasıyla beslenmeye başladığı zaman, gülün bu zâhiri kısmı kaybolur.
Bâtını çıkar içeriden.
Bâtınında o halde zâhirini kaybetti.
Bâtınını ortaya çıkarmak için Allah ona bir mükâfat verir.
Nedir o mükâfat?
El ile tutan tohumda bir bâtın var bir gizli bir şey var.
Zâhir olmak için yani içinde tahlille bulunmayan kokuyu, rengi, yeşilliği çıkarmak için ne yapması lazım.
Toprak altına konur bu.
Çünkü, yaratma unsunu topraktan başlar.
HAYY, EL REZZAK, EL BEDİ’ topraktan çıkar.
EL BEDİ’ renkler güzellikler.
HAY canlılık.
EL REZZAK yemek.
Hep topraktan. Toprak altından…
Su verilir buna.
Mâdem ki bâtınını dışarı çıkarmaya savaşıyor.
Su gelir.
Ve minel mayi külli şeyin hay.
Es seyhanu vec ceyhanu. El fıratü vel mim. Küllin min emharı cenne.
Seyhan ve Ceyhan. Fırat ve Dicle(hadisin orjinalinde yok gibi gözüküyor), Nil nehri cennet nehirleridir buyurmuştur Cenâb-ı Allah.
Cennetin altında ırmaklar akar.
O halde su dünyada elle tutulan, gözlü görülen yegâne cennet taamı sudur.
Onun için su pislik tutmaz!
Onun için insanlar huzur-u ilâhiye ye giderken cennet taamı su ile yıkanırlar.
Su pislik tutmaz.
Dünyanın milyarlarca suyu akar çeşmeler bitmez.
Akar dereler bitmez.
Cennet taamıdır.
Cennetten bu bâtınını zâhire çıkardığı için cennet taamı su verilir gülün tohumuna.
Güneşten hararet gelir.
Böyle kendini Allah yoluna verdin.
Sakın affedileceğini yahutta tamamiyle azap göreceğini, ikisi de şüphelidir.
Allah’a bırak onun için cehennemden hararet verilir buna.
Onu da unutma demektir.
O halde güneş, merhamet, rahimden başlıyor olgunluk geliyor güle.
Aha bunların hepsi nefistir oğlum.
Bu nefisi ortadan kaldırdığın zaman geride SABÛR esması kalır. Allah’ın Es SABÛR esması kalır.
Gül açar, toprağa çıkar.
Klorafili gelir de güneş var yemyeşil olur.
Tomurcuk gelir.
Olgunluk haline gelmiştir.
O zaman güle bir mükâfat verilir.
Nedir o?
Koku…
Koku içinde değil.
O kırmızılık haline geldiği zaman, nasıl ki ziya aynaya akseder de ondan aksederse, koku sonradan verilir güle.
Eğer gülen kendisinden olaydı.
Cenâb-ı Allah herkesi kıskanç ve hâsid yaratmıştır.
Gül etrafa kokusunu vermezdi.
Yani gülün bâtını zâhiri bâtın olduğu için bütün esmalar çıkarır. Sende bâtını zâhirini yok et, içinden güzel kokular çıkar ağzından.

Bütün dünyadaki çiçekler iki çiçeğin sırrını kapamak içindir.
Onları örtmek için yaratmıştır Cenâb-ı Allah bütün çiçekleri...
Biri manolya biri de güldür.
Dikkat edin dikkat edin daha lakırtı bitmedi.
O halde senin içindeki kalbine gelen Nur-u Rasûlullah’ı aksettirip onun kokularını onun güzelliklerini onun menevişlerini ortaya çıkarmak için kalbini hazırlamak lazım.
Bunların hepsine nedendir?
Gülün bize kokusunu göstermek içindir oğlum.
Hanı eski şairlerden birinin bir sözü vardır “ne güzel lakırtıdır” diye edebiyat muallimleri tahlil ederler.
Bide evinizde manevî gözle tahlil edin bunu.
Gel gül dedi. Gel gül dedi. Bülbül güle.
Bülbül orda. Gel bana dedi gel.
Gel gül dedi bülbül güle.
Gül gelmedi gitti.
Gül bülbüle, bülbül güle yar olmadı gitti.

Bu insanın kendi şeklini anlatır.
Birbirimize kendi kendimize tekme atıyoruz farkında değiliz.
Yoksa koku çıkarmak için mi?
Tohum iken gülün kokusu nerede idi?
Nefsinin altında, nefsinin altında!
Çay! Çay! çay!..
Al çayı kokula!
Koku yok.
Çayı suya koyacaksın.
Sıcak edebine girecek.
Sıcaklıklan haşr edecek.
Koku veren o zaman kendisine verilir.
Kendisi çıkarmıyor.
Zâhirin bâtın ve bâtının zâhir oluşun.
Bunların yarısı irade-i cüzi ye tabidir diğeri de küllî iradeye.
Sen kendini.
Huve’l- Bâtını ve’z- Zâhir.
O halde gül toprağa giriyor çıkıyor koku haline intikal ediyor.
Huve’l- Bâtını ve’z- Zâhiri tesbih ediyor.
Her tesbihinde de EL BEDİ’ esması tecellî ediyor gülün güzel rengi. Koku bu tesbihin titreşiminden ibarettir.
O halde sen Allah Allah içinden dersen o gülün kokusu gibi çıkmaya başlar koku.
Bu güzel tecellîden dolayı gülün kokusu hoşumuza gider oğlum!

Gülün bu sırrı, insanlar bile sırrını çıkarmasın ortaya diye isim değiştirmiştir.
“Nasıl isim değiştirdi Hoca Efendi?”
Biraz sonra söyleyeceğim nasıl değiştirdi.
Gül yağı deriz. Gül yağı.
Gülü alır, asidi sıfır zeytinyağında kaynatırlar muamele ederler. Gül kokusunu yağa verir.
O bile bizi yine şaşırtmak için insanlar dili dolanmıştır ismi başka vermiştir.
O gül yağı değildir oğlum.
Gül yağı, gülden yağ çıksaydı.
Şimdi o linkolin bilmem efendim pamuk yağı, fındık yağı, bilmem efendim kabak çekirdeği yağı diye milletler ondan yağ çıkarırdı yerdi.
O gül yağı değildir.
Güllü yağdır. Güllü yağ.
Bu bile yanlış.

Bu sırrı gizlemek için Cenâb-ı Allah bütün çiçekleri yaratmıştır. Güllerin de seksen türlü rengi vardır.

Bi de manolya çiçeği vardır dokundunuz mu solar şöyle büyük açar o, bembeyazdır.
Büyük ağaçları vardır.
Yaprakları kışın dökülmez onun.
Bu kauçuk ağaçları gibidir yaprakları.
Yaprağın ismindendir.
Niye solar?
Manolya da oğlum tanen vardır tanen denilen mazıdan çıkan birşey.
Elmada da vardır.
Ayvada da vardır.
Ayvayı elmayı ısırırsın biraz sonra havanın oksijeni ile birleşti mi tanen açığa çıkar kararır o.
Haa onun gibi.
Sen elini vurduğun zaman manolya solar.
Dokunmak bir nevi manolyanın temizliğine mekruh sürmektir.

Şaibelerden kurtulmuş temizlenmiş bir insana da küçük bir mekruh aynı böyle manolya gibi yapar.
Cenâb-ı Allah vücuttaki esmalarının menevişlerini toplar biter o zaman.
O zaman araya perde misüllü şeytan girer Havva ile Âdem .
Havva ile Âdem arasına nasıl şeytan girdi onları kandırdı.
Âdem ile Havva hikayesi aynen devam etmektedir.
Son nefesimize kadar devam edecektir.
Âdem bütün insanların, Havva bütün kadınların…
Bu hikaye hâlâ devam etmektir.
Manolya ya şöyle bir emir çıkar.
“Bu kul senin temizliğinin kıymetini bilmedi sana el sürdü.
Bende bütün mevcudatımı kulumun emrine musahhar kıldım.
En efdal kulumu yarattım.
O senin kıymetini bilmedi.
Ben onu senden yüksek yarattığım için verdiğim rütbeyi geri almak şanıma yaraşmaz.
Sen benim basit bir çiçeğimsin, onlar senin kıymetini bilmedi.
“Dön Bana! Bana dön!” emridir.
Bunun için manolya solar oğlum.
“Senin kıymetini bilmiyorlar Bana dön Manolya!” emridir bu.
Onun için manolyaya dokundun mu soluverir…

Onun için islamlar içinde manolya gibi insanlar vardır.
Zaten Secde-i Rahmana kapanan da bir gün muhakkak gül kokusu ortaya çıkacaktır.
Rasûlullah efendimiz gül gibi kokar.
İnsanlar kendi kokusunu aziz cemaat alamazlar.
Nasıl ki şu kağıda bakarsan yüzünü göremezsin, aynada görürsün.
İnsanlar kendi kokularını alsaydı Cenâb-ı Peygamber buyuruyor hepsi çıldırırdı.
Çünkü tefahur gelir adama ben ne kokuyorum diye.
Onun için herkesin kendine mahsus bir kokusu vardır.
Gidersiniz bir memlekete bakarsınız bir yere yanaşırsınız bir koku gelmeye başlar.
O koku oranın kokusu değil azizim.
O adam ve yahut o muhit senin aynan oldu.
O koku kendi kokundur.
Ancak o temiz insanda sana intikal ediyor o koku.
O adamın kokusu değildir.
Bağırsaklarımız ne dolu biliyorsunuz değil mi kokusunu almıyorsunuz.
Siz bir insanın karnının yarıldığını görseniz.
Ameliyat esnasında, ben operatörüm.
Midesini açtım felan.
Bir koku gelir karından imkanı yok duramaz insan.
Ama ben senelerce alışmışım koku almam.
Koyunu kestiğiniz zaman karnından bir sıcak koku gelir.
Ondan daha fenadır o koku.
Onun için Allah bunu gizlemiştir.

“Efendim felan bir Şeyh Efendiye gittim sarıldım ona aman ne güzel kokuyor!”
Ulan Şeyh Efendide, Şeyh Efendinin kokusu değil o.
Senin kokun.
Senin kokunu ayna gibi sana aksettiriyor.
Herkes o kokuyu başka türlü şey eder kimi menekşe duyar, kimi gül duyar.
Kimi bilmem ne kokusu duyar.
Kendi kokundur o.
O adam kokusunu almaz.
Onun için o hale gelenler.
Hepimiz inşallah geleceğiz o hale.
Sen ne zannettin 40 sene 50 sene namaz kıl da sonunda hüsrana mı uğrayacağını zannediyorsun?
Bu dünyanın sapık ve âhir zamanında namazını kılıp orucunu tutabilen her babayiğide kâr değildir.
Her babayiğidin kârı değildir.
Bu şükür makamıdır.
Şükür makamı Allah’ın izni olmadan olmaz.
Şükür makamını Allah az çok sevdiklerine ikram eder.
Şuraya sizi birisi mi zorladı geldiniz.
Muhakkak Allah’ın sizin haberiniz olmadan aldığınız bir telgrafla geldiniz.
Onun için aziz cemaat bahane arayın bahane.
Baha değil.

İstanbul da bir Zeynep Kamil Hastanesi vardır bilirsiniz. Haydarpaşa da.
Zeynep Sultan tarafından yapılmıştır.
Zeynep Sultan aynı zamanda Şehzâdebaşı’ndaki Zeynep Hatun binası vardır.
Fen Fakültesidir orası.
Şimdi başka türlü yapıldı.
Üniversitenin idi orası.
Orayı yaptıran mübârek padişahın vâlide-yi muhteremeleri.
Bu kadıncağız, hacca gitmiş bir iki defa.
Küçüklüğünden beri namazını bırakmamıştır bu mübârek kadın.
Zeynep Hatun.
Nur yüzlü bir kadın.
Padişahın anası.
Bir gün Şeyhü’l İslamı saraya davet etmiş.
Gelmiş Şeyhü’l İslam : “Buyurun Sultanım!” demiş.
“Hoca efendi sana bişey soracağım.” Demiş.
“Buyurun Sultanım” demiş.
Aha Zeynep Kamil Hastanesi.
Başhekimi şimdi Belediye Reisi oldu orda.
İstanbul da.
“Ben demiş hacca gittim hiç namazımı bırakmadım.
Borcum yok. Orucum yok. İyilik yapıyorum demiş.
Dünya gözüyle bana bir anahtar usulü öğrette demiş.
Rasûlullah’ı rüyamda göreyim” demiş.
Şeyhü’l İslam demiş : “Sultanım! Üsküdar kısmında bir hastane yok demiş. Oraya emredin de bir hastane yaptırsınlar” demiş.
Emrediyor, Zeynep Kamil Hastanesi yapılıyor.
Bir doğum hastanesi. Hastane yapılıyor.
İçinin çanakları, çatallar matallar Viyana’dan geliyor.
Şişli Çocuk Hastanesini de Abdulhamid yaptırmıştı.
Ordaydı onlar.
Şimdi hep kayboldu.
Herkes çaldı evine götürdü.
Her şey yapılmış.
Aradan bir iki ay geçmiş.
Hastane işliyor.
Binlerce kadın gelip doğurup gidiyorlar.
Doktorlar, moktorlor bakılıyor.
Şeyhü’l İslam’a haber göndermiş demişki : “Dediğinizi yaptım göremiyorum!” demiş.
“Sultanım demiş bir defa ziyaret buyurun hastaneye.” demiş.
Kalkmış saraydan.
Eskiden kırk kişi çekerdi kayıkları.
Haydarpaşa’ya gitmiş.
Doğru hastaneye.
Hastane hekimleri : “Buyurum sultanım” demiş.
Paşalar falan. İşte.
Gezmiş hastaları.
Girmiş bir koğuşa : “Nasılsınız” hepisi Sultanı tanıyor.
Hep kadınlar.
“İyiyiz Sultanım Allah ömür versin” demiş.
“Bir arzunuz var mı?” demiş.
“Yok Sultanım çok iyi bakıyorlar” demiş.
“Başka bir arzunuz var mı” demiş.
“Söyleyin yiyeceklerinizden, içeceklerinizden şundan bundan.”
“Yok Sultanım demiş Allah senden razı olsun! Hepimize bakıyorlar” demiş.
Orayı, burayı bütün hastaneyi gezmiş.
Doğumhâneye gelmiş ki bir kadın bağırıyor orda.
Doğum sancıları çekiyor.
“Niye bağırıyor orda” demiş.
“Sultanım demişler bir ermeni kadıncağızı var genç kadın o doğuruyor” demiş.
“Görebilir miyim?” demiş.
“Eee biraz sonra doğuracak” demiş.
Kadının sesi kesilivermiş o anda.
Demişler ki “Doğurdu. Buyurun” demişler.
Girmiş ki güzel bir ermeni kızcağızı.
Yeni doğurmuş.
Çocuğunu da ebe yıkıyor.
“Nasılsın kızım” demiş.
Teri yüzüne vurmuş.
“İyiyim Sultanım” demiş.
“Geçmiş olsun” demiş.
“Allah bir evlat verdi sana” demiş.
“Bir arzun var mı yavrum yapıyım?” demiş. “Arzun isteğin.”
“Yok Sultanım” demiş. “Allah razı olsun senden.”
“Söyle yavrum demiş bişeyin.”
Yok demiş Sultanım.
Bitmiş hastanedeki ziyareti.
Binmiş kayığa saraya gelmiş.
O gece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem rüyasına giriyor.
“Ya Zeynep!” diyor. “Hastaneyi yaptırdın diye senin rüyana girmedim!” diyor.
“ O doğuran ermeni kadınının yüzünü okşadın, onu ziyaret ettin. Onun için rüyana girdim!” diyor.
Aha bu bahane ağaamm.
Bahane arayım aziz müslümanlar.
Bahane de Allah’ın rahmeti, Rasûlullah’ın şefaat-i uzması gizlidir.
Hiç kimseyi hor görmeyin!
Dua edelim efendim!
Haa söyleriz.
Amin.
Elhamdülillahi Rabbilâlemin.
Errahmanirrahim.
Allahümme salli muhammedin ve ali Muhammed.
Subhaneke ya allam ta aleyte ya Selami cinna minna ve affike ya mücir.
Ya Gani Ya Allah Ya Hay Ya Allah Ya Kayyum Ya Cebbar Ya Allah!

* * *

Birisi bişey söyler!
Haa hahaa!..
Herif zınbırtıynan uğraşır.
Gelmiş oruçlu adam bişey alacak…
İşte hayâ buradan başlar oğlum.
Bu hayâyı yapabiliyor musun gel hayânın içinde seni cennete gönderecek Rasûlullah’ın tahsilatını söylüyorum.
Yoksa bunlar olmadan orta mektebi bitirmeden liseye almazlar. Liseyi bitirmeden de üniversiteye almazlar.
Acele yok İslam dininde.
Her şey damla damla.
Kan nakli gibi insana damla damla damla verirler.
Bak şurdaki ihtiyar mübârek adama.
Onu da hor görenler vardır haaaa.

Dağ volkanı sinesinde yetiştirir oğlum. Volkan dağı deler.
Ağaç kurdu içinde besler. Kurt ağacı yer.
İnsan hülya kurar. Hülya insanı kemirir.
Aha bunların hepisi hayâsızlıktandır…

Birisi birine demiş ki : “Allah Hafızdır her şeyi korur!” demiş.
“Evet korur!” demiş.
“He he he demiş. Atsam ben kendimi bakalım koruyacak mı?”
Öyle söylerler size.
Bir çok münevverler çıkar.
“Allah seni koruyacak haa benim tabancamdan koru bakalım.”
Ona verilecek cevap “ben Allah’a öyle inanıyorum ki senin sapık lakırtın için Allah’ı imtihan mı edeceğim?”
Cevap bu.
O vakit yapışır dudağında kalır.
“Atsam sen kendimi de Allah korusun.”
“Ben Allah’a öyle inanmışım ki senin gibi köpeğin lakırtısından Allah’ı mı imtihan edeceğim de sana ispat edeceğim!” dersin.
Onun için bir büyük insana bağlandığın zaman Onu sınamaya kalkma!
Acaba bunda şu var mıydı bu var mıydı deme!
Senin şüphen o.
Allah’ı hakiki seveni ateşe atsalar, Allah’a duyduğu sevgi o ateşi gül bahçesine çevirir.
Gönül gözü kapalı olanlar bu lakırtıdan da hiçbir şey anlamazlar.
Onun için başına bir dert geldiği zaman O’na isyan etme!
Üzülme, ne yapacağım deme!
Çünkü o dert hayâ hududunun noktasıdır.
Allah sendeki hayâyı ölçüyor.
Çünkü bu gelen dert, insana bedava gelmez oğlum!
Sabret altında cennet nimetleri gizlidir.
Onun için Cenâb-ı Peygamber bir hadiste buyurmuş ki :
“Savaştan evvel yiğitlik olmaz” demiş.
“Ben şöyleyim, ben böyleyim!”
Al kılıcı da gel karşı karşıya geçelim.
İnsanın öyle gizli tarafları vardır.
Peri gizlidir periden daha gizlidir.
O halde fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet son düğmesi hayâ. İnsanın yaradılışında mevcut ilâhi nakışlardır.
Cenâb-ı Allah : “Ben bir gizli hazine idim. Görünmek için kâinatı yarattım” dedi.
Serpti esmalarını böyle.
Elektrik gibi serpti.
Bu esmalar toplandı.
Hepisi ilâhi esma.
Birbirine mafsalları var bunların.
Hani çocukların kutularda oyuncaklar satarlar Japon mağazalarında.
Alır çocuk onu oraya getirir, onu oraya getirir.
Bu olmadı der oraya.
Bi de bakarsınız bir ev resmi çıkar.
Aha onun gibi bu esmalar, Kudret-i İlâhi ile toplanır verir toplandı mı bi şekil çıkacak ortaya.
İşte insan şekli o.
Onun için “Ben kulumu kendi suretim yarattım” demesi bu.
Yoksa Allah şeklinde yarattı demek değildir.
Esmalarının toplanışından husûla gelen.
Bir gül tohumunu burada da eksen.
Endülüs’te de eksen, Amerika’da da eksen yine gül aynı çıkar.
Her yaratıkta bu nakışlar mevcuttur.
İnsanın kıymeti işte bunlarla.
Fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet hepsinin torbasının ağzını bağlarsan, hayâ zinciri ile bağlarsın bunu.
Bu nakışlar tezâhür imkanlarını bulamayan veya onları örtecek hal ve tavırlarda bulunanlarda ortaya çıkmaz.
“Hayâsız” deriz ona, “merhametsiz” deriz, “şefkatsiz” deriz, “yalancı” deriz “faziletsiz” deriz.
Bütün bu nakışlardan iki tanesi birisi fazilet diğeri hayâ.
Bütün ibadetlerden bütün bu nakışlardan dünyada kazandığınız neticeleri en sonunda yıkarlar seni, çıkacak netice faziletlen hayân varsa âhirette seninlen o devam eder ötekiler hepsi mezar kapısında kalır.
Bunlar şah damarlarınızdan daha yakin olan Allah’ın nakışlarıdır. Burnu nezleden kapalı olan kokuyu alamaz.
Fakat koku dimağındaki merkez bozuk değildir.
Gözü hasta olan göremez.
Göz merkezi şey değildir.
Efendim gözü kör adamın da görmüyor.
Yahut katarakt oldu.
Biliyorum katarakt olan gözü kör olan rüya görmez mi oğlum?
Neynen görüyor? Neynen görüyor?
Sapık konuşmamak lazım.
İnsan bilmediği yerde bütün frenlerini çekmekte bir hayâdır.
Ondan sonra “Yok efendim şöyleydi. Felan kitap böyleydi!” demek hayâsız.
Hayâ kelimesine sözü kimisi uzun ilave eden kimisi kısa ilave eder.
Bu edepsizlik olur.
Kulağa tıkalı olan, iç kulak iltihabı olan adam, yahut orada bir tümör olan adam duymaz.
Fakat kulağın içindeki merkezin bozuk olduğu demek değildir.
Dili paslı olan tad almaz.
Bu arızalar o uzuvların merkezlerinin yani ruhun hasta olması değil.
O halde fazilet ve diğer yüksek duygu tezahürlerinin ortada olmaması aynı temizliği bulamadığından ortaya çıkmıyor demektir.
Sen o temizliği bul!
İlahi nakış senin vücudundan eksik olmaz.
Çıkar ortaya.
Yalınız temizler.
Abdest almadan namaz kılınmaz bilirsin.
Muayyen bir temizliğe varmak lazım.
Kur’an-ı Kerim de bir âyet var.
Biz onların, biz onları mühürledik.
Kalplerini mühürledik.
Gözlerini kapadık.
Kulaklarını kapadık.
Eşşek kulağı çünkü, anlamazlar.
Öyle bir âyet var.
Şimdi birisi derki “ulan böyle âyet olduktan sonra beni Allah fena yarattı bana ne?”
Her şey Allah’ın emrinde değil mi?
Eeee evet!
Yarın âhirette ben çıkarım avukatta tutarım yanıma :
“Ya Rabbi sen şöyle şöyle söyledin.
Beni fena yarattın.
Bende ne kabahat var!”
Öyle diyemeyecek.
Âyet onlar gelemez.
Onlar bizim nakışlarımızın ortaya çıkmasına müsait durumda olmadıklarından biz kendi kendimizi mühürledik demektir.
Ortaya çıkmamı, çıkamadık demektir.
“Ben kulum ile görür, kulum ile işitirim” diyor.
“Bizim nakışlarımızın ortaya çıkması için onlara kötüyü, fenâyı temyiz hassası verdik.
Bir de irade verdik.
Onlarla bize yanaşın dedik.
Eğer bunu yapmazlarsa Ben ortaya çıkamıyorum.
Onlar Beni mühürledi demektir.
Bende kusur olamaz çünkü, her türlü noksandan münezzehim” diyor.
Onlar kendi kendilerini mühürlediler demektir.
“Ve Ben de Şanımın icabı, onları Kendime mazhar yaptım.
Ve her tarafını kapadım dışarı çıkmazlar.”
İşte Allah’ın büyük sabrı burada.
O kadar edepsizlik yaptığın halde dışarı çıkarmıyorsun
Onu orada sabrediyor.
Belki kulum, belki kulum diyor.
Onun için tövbe kapısı İslamiyet’te son nefese kadar açıktır.
Beyazid-i Bestamî hazretlerinin ki,
Beyazid-i Bestamî, El Vahab isimli kitabı vardır.
Diyor ki “benim kapımın önünden geçen köpek velî olur.”
Öyle bir büyük Velî.
Cafer-i Sadık’ın yetiştirdiği.
Beyazid-i Bestamî’nin ismi geçtiği zaman koskoca Gavs-ı Geylanî hazreti Abdulkadir Geylanî kıyam edermiş.
Bir gün bir papaz gelmiş 70 yaşında yanına.
Demiş “Ya Beyazid ben İslam olacağım ne yapayım?”
“La ilâhe illallah Muhammedu’r- Rasûlullah” demiş.
Papaz başlamış ağlamağa.
Olmuş İslam gitmiş.
Beyazid-i Bestamî başlamış saçlarını yolmaya.
“Ya Beyazid ne oluyorsun?” demiş.
“Nasıl olmayayım ben 70 senedir secdedeyim.
Bu herif 70 senedir demiş küfürdedir.
Bir La ilâhe illallah’ınan hepsini kurtardı bir anda tertemiz oldu!” demiş.
Onun için tövbe kapısı oğlum şeye kadar açık.
İçinizde olabilir yaa.
“Efendim ben şimdiye kadar hiç namaz kılmadım, ara sıra kıldım.
Edepsizlik yaptım.
Vaiz efendinin sözlerini dinledim.
Ben ben bu gün secde edeceğim artık ama sonu ne olacak eskiler?
Eskileri geç.
Sende bu günden itibaren İslam oldum!” de.
Hulusi kalb ile ondan sonra başla kazaya.
Size namazlar nasıl kaza edilir.
Onun usulünü öğrettim.
Çukur eşeceksin.
Hepsinin kolayı var.
Öyle rap tut haydi sok cehenneme sok adamı.
Allah yakar mı müslümanı be!
Geziyor diyi.
Abdulkadir Geylanî : “Ceddim Rasûlullah’ın şefaatı olmasa diyor ben hakiki müminim, şöyle tükürüknen söndürürüm cehennemi!” diyor.
“Lev şefaatü ceddü muhammedün fe tefeyte bi nari cehennemi cebren”.
Kolay iş değil bunlar.
Müslümana her şeyi kolay
Yani kulum kapanır her tarafını kapar, temizlik derecesine varmaz.
“Beni bırakmaz çıkayım dışarı.
En müşkil zamanlarda kulumun içindeyim.
Acımam huzursuzdu. Onun en müşkil.
Onun için kulun aklına her zaman gelirim.
Birde kendisinin daime Beni hatırlasın diye müşkil zamanlarında şöyle bir fiske vururum!” diyor. Hadis-i kudsi bu.
“Münasebetsiz zamanlarında hatırından geçiveririm.”
Hâşâ sümmi hâşâ helâda bile Cenâb-ı Allah insanın aklına gelir.
Eeee bunlar hikmet oğlum.
“Aman efendi ben. Helâda Allah aklıma geldi günah mı?”
Padişah binmiş atına resmi geçide gidiyor. Yaldızlı felan giderken at dursa abdest etse.
Padişahta mı kabahat, atta mı oğlum!.
Ne korkuyorsun?
“Gizli hazine olan Hâlık görünmek istedim. Kâinatı yarattım” diyor.
Esmalarıyla tecellî etti. Kâinat var oldu.
Bilinmek istedim. İnsanı halk ettim.
Konuşmak istedim. İnsana bir makine verdim.
Vahyinnen işte konuştu biznen.
Sessiz, sözsüz hassız kelâmıyla konuştu.
Bu sessiz, sözsüz kelamın tecellîsi için de bir cihaz var insanda.
Bir müstesna bir insan yarattı.
Onun nurunu beşeriyete yavaş yavaş asırlarca, binlerce sene alıştırmak için peygamberlerden peygamberlere, peygamberlerden peygambere bu nuru nakletti.
Nihâyet nur Rasûlullah Efendimizin dünyaya teşrif ettiği zaman tecellî etti.
Resûlun içinden ve dilinden hassiz, sessiz, kelimesiz kelâmını bizim duyabileceğimiz, anlıyabileceğimiz şekilde konuştu.
O halde Rasûlullah, Hâlık’ın konuşma cihazı oldu haa konuşma cihazı.
Anca Cenâb-ı Peygamberlerle Allah biznen konuşur, bizde Allah’a yöneldiğimiz zaman Rasûlullah kanalıyla gelir.
Bu kanalın telefonunu temiz tut oğlum.
Telefonun daima alarm da durması için her zaman salavat-ı şerife.
Telefon santralinden birisiynen ahbab olun.
Ankaraynan İstanbul’dan tüccarlar konuşacağı zaman :
“Kızım bana İstanbul da 47 31 bilmem kaçı ver! Daha çok bekliyecek miyim?”
“Beyefendi 18 kişi var. Seninde işin acele.”
“Acele yaz!”
“Acelede de 15 kişi var!” dedi.
Ama ordaki hanımlan tanışıyorsan sen haa : “Buyur amca sen merak etme ben aradan sokuveririm” der.
Sende bu kadar gaflet içinde olanlarlan boyuna salavat-ı şerife getir!
Abdestli geziyorsun.
Sokakta içinden söyle yürü! Söyle yürü!
Kimse duymasın. Kendin bile duyma!
İçinden söyle!
Rasûl ümmetini senelerce bu kelâma alıştırdı.
Herkeste olan asıl nurun fenerini yaktı ve sende konuş dedi bize.
Bunu ümmete emânet ederek çekildi gitti.
Onun için “Benim hadisimden kırk tane ezberleyen, başkasına söyleyene, ben yarın âhirette şefaat bana vâcib olar farz olur” diyor Cenâb-ı Rasûlullah.
“Nerden ben hadislerini ezberleyeyim yahu!”
Yahu ahaaa sana Türkçesini söyleyeyim.
“Büyüklere hürmet edin. Küçüklere şefkat gösterin!”
Hadisi yalnız lakırtıyla söylemek olmaz ki.

* * *

Hepinizin İslami yüreklerinizde muhakkak küçük bir üzüntü var.
Bu üzüntü Ramazan’ın çıkması dolayısıyla târif edilmez, lafla izah edilmez bir üzüntüdür.
Bu üzüntünün nereden geldiğine tahlile savaşmak da doğru değildir.
Çünkü temiz islami yüzlerinizi çevirdiğiniz şu karşıdaki mihrap, evinizdeki basit seccade ve postunuz bile doğrudan doğruya çevrildiği kıble bu mihrabın bir cinsidir.
Çünkü hakiki saadetin bu mihrapta anahtarı asılı olduğu şuursuz bir surette idrak ederiz hepimiz.
Cenâb-ı Peygamber bir hadisinde buyurmuştur ki.
“Zemin her tarafı mesciddir.”
Yani dünyanın her yeri mesciddir.
Pis yer yoktur dünyada çünkü hepimiz topraktan yaratıldık.
İslamda kapalı yer diğer dine mensub olanların tapınaklarında, ibadethanelerinde muayyen bir dekora lüzum vardır.
İslamda buna luzüm yoktur.
Kıbleyi bulabilirsen çevrilirsin.
Bulamazsan aklın nereye eriyorsa o tarafa çevrilirsin.
Allah’a İslam, dağ başında, damda, ağaç üzerinde, su üzerinde, su altında her yerde ibadet edebilir.
Bu Allah’ın Rasûlune ve Kendine inanlara büyük bir bağışıdır bilirsiniz.
Bu üzüntüde insanın vücudunun içine ruhuna Allah’ın sevgisi dağılmış o sevgisinin şuurlanmamış üzüntüsüdür.
Oruç, bir nevi ruhun banyosudur.
Hepimiz tuttuk.
Her şeyi Cenâb-ı Allah şunu yaparsan şunu veririm.
Bunu yaparsan bunu veririm.
Şunu yaparsan şu cezayı veririm der fakat bu vereceği mükâfatı doğrudan doğruya kendisiyle değil kendi esmalarından tecellî eden menevişlerle, mükâfatlarla, rızıklarla mükâfatlandırır.
Halbuki oruç için diyor ki “doğrudan doğruya onun mükâfatını Ben vereceğim.”
Çünkü oruçta hile yoktur.
Namazda hileniz olabilir.
Kıbleye çevrildiğimiz de aklınız başka tarafa gidebilir.
Şeyin yıkılacağını hissetseniz.
Bulunduğunuz yerin namazı bırakıp kaçabilirsiniz.
Şunu bozabilirsiniz.
Fakat oruçta hile yoktur.

Doğrudan doğruya Allah’la beraberdir insan.
“Ya Rabbi! Sen bana rızık veriyorsun.
Ben rızkı da tepiyorum.
Ben Hayyımnan Hay nan senli benli konuşacağım!” demektir onun için.
Onun için ikinci vakti sana bir zengin çıksa.
Senin çeketin bile yok.
Evinde bir çorban bile yok.
“Alsana yüz bin lira oğlum. Bozuver orucunu!”
Gülersin. Kim sana mâni.
Çünkü Allah’nan o kadar berabersin ki ayrılamazsın O’ndan.
Onun için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem demiş ki :
“Cenâb-ı Allah’la öyle bir anım olur ki aramıza ne bir Nebiyi Mürsel, ne bir Melek-i Mukarreb girebilir.”
Bu aynen Rasûlulluh’a inanan sizin gibi nurlu Müslümanlarda da aynen böyledir.
İşte oruçta aranıza ne bir Nebi girebilir, ne Melek girebilir.
Hele şeytan, oruçlunun yanına yanaşamaz.
Çünkü oruçlu bir adam Hazreti İnsandır.
Meleklerin secde ettiği, Tahiyattü Secdesi yaptığı o İNSANdır.

Sevgi de biz ilk defa canımızı düşünürüz.
“İlk defa can sonra cânân.”
Böyle bir kelime vardır değil mi.
İlk defa kendimi düşünürüm sonra sevdiğimi düşünürüm.
Şimdi bu kelime hotgamlık perdesi altına gizlenmiş asıl sevginin ifadesidir.
Çok dikkat edin kelimeye!
Bazıları anlayabilir ama içimizde kafası İslami bilgi ve fennî bilgiyle dolu münevver insanlar var.
Hotgamlık perdesi altına gizlenmiş asıl sevginin ifadesidir.
Diğer sevgiler, ana sevgiler, evlat sevgisi, sevgili sevgisi, vatan sevgisi, din sevgisi, şu sevgisi bu sevgisi hepsi asıl sevginin gaflet perdesine bir suya aksetmiş akisleridir.
Asıl sevgiye insanı alıştırmak nimetidir o.
Onun için ana babaya itaat farzdır.
“Cennet anaların ayağı altındadır” demek anaya sevgiden kusur etmeyin.
“Bir baba çocuğunun yüzüne bakması ibadettir” buyuruyor.
Cenâb-ı Peygamber.
Bir baba evladının yüzüne bakması onun için bir ibadettir.
O halde o sevgiyi bir Raddeye hududa kadar onun altında Allah sevgisi gizlidir.
Demek ki bu sevgilerin verilmesi asıl sevgiyi öğretmek için Allah tarafından verilen bir nimettir.
Ananın elini öpersin aynı dudakla başka türlü zevk duyarsın.
Sevgilini öpersin başka türlü duyarsın.
Bir nurlu ihtiyarın elini öpersin başka türlü bir zevk duyarsın.
Evladını öpersin başka türlü şey edersin.
Bu şuna benzer.
Et. Koyun eti. Pirzola yaparsın. Et aynıdır.
Köfte yaparsın et aynıdır.
Bilmem biftek yaparsın et aynıdır.
Kül bastı yaparsın, şiş köfte yaparsın et aynıdır amma tadları başka başkadır.

Asıl bu sevgiyi işte bulabilmek için, biliyorsunuz İbrahim Peygamber çocuğu olmadı dua etti :
“Ya Rabbi bana bir evlat ver! Bana bir evlat ver! Onu Senin yolunda kurban edeceğim!” dedi.
Evlat verildi.
İsmail 14-15 yaşına geldi nur topu gibi bir çocuk.
Evet, 80 küsur yaşındaki bir adamın evladı oluyor.
Başka evladı yok.
Ona bağlanmak, onu sevmenin tartısını siz kendi kabiliyetinizle ölçün.
Sevgi insanın içindedir ama tomurcuk bulursa çıkar.
İçimizde daha evladı olmayanlar vardır.
Evladı olduktan sonra ananızın babanızın kıymetini bilebilirsiniz.
Torununuz yok mu, torununuz olduktan sonra torunun kıymetini bilebilirsiniz.

KELİMELLER:

Tahlil : Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak.
EL BEDİ’ :
Yegâne : Tek, bir.
Hâsid : Hased eden, kıskanan.
Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Musahhar : Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. * İstenilen hâle konulmuş. * Birine bağlanmış.
Tefahur : Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
Husûl : Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
Fazilet : Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
Hayâ : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.
Müşkil : (Müşkile) Zorluk, güçlük, zor olan iş. Çetinlik. * Edb: Mânasının derinliği veya edebi bir san'atla ifade edilmiş olmasından dolayı teemmül ve tefekkürsüz anlaşılmayacak derecede hafî olan lâfızdır. Mânaca nass'ın mukabilidir.
Münasebet : İki şey arasındaki tenasüb, uygunluk, yakınlık, bağlılık, mensubiyet, yakışmak, vesile, alâka.
Mukarrib : (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan. Hotgam : Bencil.


SOHBETLER : XII

Arşa hakiki mü’min, bir sivrisineğin kanadından daha yakındır. Fakat hakiki kalbde, bu alnını secdeye koymayanlar ve ondan zevk almayanlar için Arş-ı Âlâ güneşten daha uzaktır.
Uzaklaşırsa insan küfre girer.
Çünkü her yerde hazır ve nazır olan Cenâb-ı Rabbü Teâlâ’ya mekan verilir.
Yanaştıkça insan hakiki imana girer.
Onun için Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimiz mi’racda : “Kâbe kavseyn : bir ok kadar yanaştılar!” diyor.
O meseleyi mânevî edeb içinde mütalâa etmek için söylenmiş bir sözdür.
Bu iş 4000 senelik mesafededir.
4000 sene ışık senesi.
Işık aynen elektrik süratındadır.
Bir saniyede 300.000 kilometre kat’ eder.
Yani bir saniye de dünyamızı yedi buçuk defa dolaşır.
Hem elektrik hem de ziyâ.
4000 senede geliyor bize. Güneşin ziyâsı.
Fakat güneşe baktığınız zaman güneşin gözbebeğinizin içinde, doğar doğmaz sıcaklığını elinde hissedersiniz.
Bunun için Secde-yi Rahmândan zevk alıp hakiki mü’min sınıfına girmiş insan, güneşi kendi içinde, Allah’ı kendi içinde duyar.
Yok bunu yapmayan insan otuz kat pencerenin içinden uzaktan güneşin havasını ve ziyâsını hisseder gibidir.

Onun için Evliyaullah’tan birisi daima böyle otururmuş.
Çocuklarından birisi :
“Baba niye ayağını uzatıp oturmuyorsun?”
“O’nu görürken ben ayağımı nasıl uzatırım?” demiş.
Onun için İslamda edeb, yalınız kaldığı zaman Cenâb-ı Lemyezel’in onu gördüğünü ve daima Nur-u Resûlullah’ın onu yıkadığını hissedecektir.
Bunu hisseden insan daima edeb içindedir.
Onun için muhtelif va’zlarda size söyledim daima abdestli gezin efendiler.
Abdest, Allah’a ve Rasülüne yani Nur-u Resûlullah’a edebin en büyüğüdür.
“Bundan ne çıkar efendim?” demeyiniz.
Âhir zamandır.
Yarın âhirette göreceksin.

Onun için Sallallahu Aleyhi Vesellem : “İlim şuradadır, takva buradadır, ibadet şuradadır!” dememiştir.
“Şuradadır!” demiş, mübarek parmaklarıyla derken üç defa kalbini göstermiş.
Takva, Allah’a iman hepsi buradadır.
Şu et parçasının içindedir.
O et parçası bilirsiniz kalbdir.
Kalbin teknikte, anatomisinde, yani anatomisi; kalbi çıkarsak, baksak ve yarsak içinde neler var.
Dört tane gözü vardır.
Dört göz bu et parçasına hediye kalsın.
Biz mânevî gözlerini şey edeceğiz.
İslam dininde Sallallahu Aleyhi Vesellemin bildirdiğine göre, burada Sallallahu Aleyhi Vesellem ne söyledi Kur’ân’da ne var onu söylüyor.
“Hasan efendi şunu söyledi.
Mehmet Bey bunu söyledi!” yok.
Dili tutulur burda insanın.
“Onlar öyle, şu kitap şöyle diyor. Bu kitap böyle diyor!” onlar geveze insanlar.
Kur’ân-ı Kerim Sallallahu Aleyhi Vesellem’in hadisi şeriflerinden, burdan söylüyorum ben.
Çünkü niyetim öyle.
Aksi söylersem burdan paldır küldür sokağa topal çıkarım dışarı.
İki yarım, iki gözü vardır.
Birine gönül, “Fuad” kısmı derler Arapça da.
İkinci yarım kısmına, yarı kısmına Sabır, sabır, sabır.
Veyahut “Denis” veyahutta “Denes”
Esrede okunur, üstünde okunur Arapçada.
“Denis” veya “Denes”.
Kalbin kirli, paslı dünyaya, dünyanın şehvanî ve nefsanî arzularına bağlı tarafı demektir.

Bu iki kısım, Nur-u Resûlullah la yıkanır.
Bütün canlılarda; dinsiz, kafir, münafık, İslam ve Nurullah kim olursa olsun hepisinde Nur-u Resûlullah vardır.
Nur-u Resûlullah’ı az ismini bilen ismini Hasan kor, İslam cemâatında yaşar.
Daha kıymetini bilen Cuma ya gider.
Daha kıymetini bilen, beş vakite gider.
Daha kıymetini bilen geçmişlerini kılar.
Daha kıymetini bilen, daima abdestli gezer, Allah-u Lemyezel’in mübarek ismini ağzından bırakmaz.

Aşağıya doğru nakıs tarafa gidersen küfre kadar gidersin.
Bunun için eşref-i mahlukat yalnız islamlan değildir.
Onunla birlikte dinsiz de imansızı da eşref-i mahlukat yaratılmıştır.
Fakat onun kıymetini bilmezse.
Bir antika yüzük tasavvur edin.
Antikacıya gidersiniz buna on bin lira der.
Fakat demircinin örsü yanında bir demir parçasından farkı yoktur.
İnsana kendisi kıymet vermelidir.
Kendi muhasebe-i ruhîyesini yarıp da kıymetini mânevî terazide ölçüp,
Emniyet-i Muhammedi de elde ettiği derecesinin ayarını, denesini, derecesini bulursa o zaman kendine şey eder.
Efendim ben günahkârım, sen günahkârsın.
İlmin din elinde mükemmel bir temizleyici âlet vardır, size söyledim.
Estağfirullah, Tevbe, Tevbe-i Nasuh.
Allah’ın ismi vardır.
Katiyyen ve katiyyen me’yus olmayınz.
Bunlar mertebe mertebe, mertebe mertebedir.
Hatta ömründe bir defa : “Lâ İlâhe İlallah” içinden söyleyen adam bir gün cennete girecektir.
Yani Allah’ın Cemâli’nin mütebessim tarafını görecektir.
Gazab tarafını değil.

Onun için denis tarafına.
Sabır tarafına daha çok insanlar meyyal olunca mesela şairler, romancılar, hatipler, vaizler, şırıltıcılar, dedikoducular ne kadar millet varsa hepisi denes tarafından konuşur.
Onun için burada bir vaiz başka söyler,
Amerika’da konuşan vaiz başka söyler,
Ankara da konuşan başka söyler.
Endülüs’te konuşan başka söyler.
Mekke’de konuşan başka söyler.
Yemen’de konuşan başka söyler.
Hudeybe’de konuşan başka söylerdir.

Bunu temizlemek için biliyorsunuz Sallallahu Aleyhi Vesellem cesed itibariyle kul olması bakımından, onun bu denis tarafı da temizlensin diye :
“Elem neşrah leke sadrek.
Biz onun göğsünü de yardık.”
O tarafı da temizlenmiştir.
“Elem neşrah leke sadrek!”
Mü’minin kendi elindedir.
Mü’minin kendi Cebrail’i kendi elindedir.
Resûlullah’ı Sallallahu Aleyhi Vesselemi nasıl küçükken Halime’nin yanında aldı geldiler.
Şima ismindeki kız kardeşi, süt kardeşi gördü.
“Kardeşimin göğsünü yardılar. Yıkadılar onu!”
İster bunu mânevî yıkadı kabul et, ister bıçaknan açıp!
Nasıl kabul edersen et.
Resûlullah’ın sadrı tamamiyle Allah’ın Nur Suyuyla bütün necislerden temizlenmiştir.
Fakat bu hadiseden sonrada da Elem neşrah leke sûresini, sûre-i mübarekesini de mü’minin eline vermiştir.
Hançer’in elinde, yar göğsünü, yıka!
Elem neşrah leke sadrak. Yap!

Onun için böyle fuad tarafından konuşanlar, fuad kısmından konuşanlar.
Yani nefsi tamamiyle kaldırmış, konuştu mu insanlar.
Veliyullahlar öyle konuşur.
Allah’ın en yakın kulları öyle konuşur.
Böyle bir kul söylesin.
Endülüs’te söylesin.
Amerika da söylesin.
Avusturalya’da söylesin.
Şurdaki yanımızdaki cami de söylesin.
Söylediklerinin hepisi birbirinin aynıdır.
Çünkü o ilhamı o şeyden, fuad kısmından geliyor.
O Allah’ın feyz yeridir.

Onun için Hazreti Vessak meşhur, onun “El Aziz” diye bir kitabı vardır.
Orda der ki :
Allahu lem yezelden bütün mahlukat-i kainata ışık süzmesi şeklinde sayı hesabına girmeyecek feyz-i ilâhi iner.
Feyz!
Bu feyzin bir tanesi Sallallahu Aleyhi Veselleme inmiştir, Resûl olmuştur.
Resulullah’tan da binlerce feyz çıkar.
Peki kime?
Bir huzmesi, milyonlardan bir huzmesi, bir kula nasip olursa Veliyullah olur. Veliyullah olur.
Ve Allah’ın kapalı örtüsü altına girer.
“Benim bu evliyalarımı Benden başka kimse bilmez!”
Bu sırdır.
Onun için Sallallahu Aleyhi Vessellem üç defa :
“Buradadır iş! Buradadır iş! Buradadır iş!” demiş, kalbi göstermiştir.
“Efendim nasıl temizleyeyim?.”
Usulleri var.
Abdestli gez, abdestli gezene şeytanı şey etmez

Allah’a inkâr kapıları tamamıyla bu son asırda kapanmıştır. Kimse inkâr edemez.
Âyet-i kerimeye bakın.
Onun için zaten insanın ilmi biraz artmaya başlarsa aşktan uzaklaşmaya başlar.
Sapıtır yani Türkçesi.
Basit insanlar Allah’ı havanın oksijenin mucizesi gibi, bir çiçeğin kokusu gibi içinde hissederler.
Biraz kitap okumuş :
“Ben şurdan mezunum, sen şunu okudun, ben bunu okudum.”
“Ya İlâhi!” der.
Elini kafasını yukarı kaldırır.
Birde bir gün gelir görecekmiş gibi.
Ellerimizi yukarı kaldırmamız, göğe bakmamız.
O müteâl büyük varlığa en münasib yer, içimizde o temizlikte gördüğümüz için göğe bakarız.
Kevatan merkezi buradadır.
Kalbinize bakın.

Cenâb-ı Peygamber hakiki mü’min Allah’a çevrilip dua ederse dağlar yerinden oynar diyor.
Hakiki mü’min.
Efendim gel dua edelim öyleyse.
Ohooooo hakiki mü’min sabır hasletinin içindedir.
Kızmazlar.
Bunalmazlar.
Şöyle boyunlarını büktü mü :
“Yâ İlahi!” buyur bir iş, daha birini demeden leb olur iş olur.
Öyle :
“Vır vır vır para ver!
Vır vır vır öküz ver!
Apartuman ver!
Otomobil ver! “
Kuru zırıltı bu, dua değil bu!..

Hazret-i Davud bir defa edeben başını yukarı kaldırmamıştır. Çünkü böyle dururken kafanı yukarı kaldırmak bir şeyi arzulamak demektir, istemek demektir.
Başı daima önde imiş.
Tevekküle giriyor.

Hazreti Ebubekir Radyallahuanhu bir gün Huzur-u Risalette otururken dişi ağrıyormuş.
Artık tahammül edemiyor.
Üç gündür devam ediyormuş.
Gözünden yaş gelmeye başlamış.
Sallallahu Aleyhi Vesellem : “Yâ Eba Bekir ne oldu?” demiş.
“Bir şey yok Yâ Resûlallah!” demiş.
“Hele hele!” demiş.
“Yâ Resûlullah üç gündür dişim ağrıyor da uyuyamadım.
Şimdi de çok şiddetlendi.
Tahamülsüzlükten gözümden yaş geldi!”
Resûlullah’ın refiki Ebabekir.
“Yâ Eba Bekir bana niçin söylemedin demiş.
“Yâ Resûlullah Cenâb-ı Allah’ı sana mı şikâyet edeyim!” demiş.

Kış gelir “üşüdük”, yaz gelir “terledik”, “nezle olduk”, “aman aman başım ağrıyor öleceğim.”
Bir şeyin kaybolur “ölsem de kurtulsam!” dersin.
Bunlar İslamlık değil efendiler, bunlar İslamlık değil.
Bırak kendini.
Yüzmek öğrenmek isteyen denize bırakırsa kendisini üstünde kalır.
Batacağım derse gittikçe dibe batar.
Zaten İslam müslüm, selem, teslim olan, selamete teslim olan efendiler.

Resûlullah’ın bize kadar uzanan buraya kadar uzanan elleri vardır. Fakat biz bunlara yapışmak usulünü bilmiyoruz.
Cenâb-ı Peygamber’in bir hadis-i şerifi vardır.
“Birinin çocuğu doğsa” diyor
“Çocuğu doğsa, ismini benim ismimle Mim, Mim harfi ile başlayan Muhammed koysa çocuk ve kendisi cennettik olur.”
Bu hadis peygambere sevginin sırrını beyân eder.
Çok deşmeye gelmez bunlar.
Onun için biz “Mehmet” der geçeriz.

Resûlullahu Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimizin Mim harfiyle başlayan mübarek ismini bir iki ders anlattım size.
Gelişi güzel öyle, Hasan, Hüseyin, Ömer, Tülin, bilmem efendim Haççe gibi çok konuşma.
Mi’racda iken konuş.
Namazda iken konuş.
Salâvatı Şerife getireceksin.
“Essalatu vesselamı aleyk Yâ Resûlullah” işte bu salâvatı şerife.
İsmi örseleme.
İçini temizle.
Ondan sonra örselemeye başla.
O salâvat kanadı gibidir.
Tutuyum derken hem onu incitirsin, hem de kendin bir hatadan dolayı kendin berbat vaziyete düşersin.
Bu lakırtılar, “Fuad” kısmından söylenen lakırtılardır.
“Denes” kısmından değil.

Bu kısma giren insanlar Velilere, Velilerden sonra Sahabelere, Sahabelerden sonra Peygamberlere yanaşırlar.
Onun için peygamberler bilirsiniz ağlarlar.
Ağlıkları kuruduğu zaman ağlıkları…
“Efendim namazda ağlarsan, abdest namaz bozulur!” muş.
Sen o kadar geç kendinden de gözünden yaş gelsin.
Bozulursa ben abdestimi sana veriyorum.
Ama kafan mahallede geziyor.
Gözün bilmem nerede geziyor.
Aksırıp ağlıyorsun.
Ulan zaten senin abdestin yoktu…

Yine Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vesellem’in bir hadis-i mübarekesinde :
“Bir ümmet içinde, bir ümmet içinde Allah korkusuyla ağlayan bir kişi olsa onun hürmetine bütün ümmeti Allah Rahmetle tecellî eder, karşısında..”
Bu korku cehennem korkusu değil.
Edeb dışı kabahat korkusudur.
Mü’min, hakiki mü’min cehennem ateşi nedir ki, hakiki mü’mini yaksın!

Abdulkadir Geylânî Hazretleri anlatırken böyle demiş buyuru vermiş fermanı.
“Lev şefaatü ceddü muhammedün fe tefeyte bi nari cehennemi cebren”.
“Benim ceddim Muhammed’ün şefaati olmasa ben şöyle parmağımın tükürüğüynen cehennemi söndürürüm!”
Cehennemden korkan adam bu işi güç olan adamdır.
Hesabını veremeyeceklerdendir.
Onun için insanlara biraz ma’siyyet lâzımdır.
Biraz hata lâzımdır.
Hatanın sebebi, bir memlekette hasta olmasa eczahâneler kurur. Cenâb-ı Allah o an esması rahmettir.
Sen hata yapacaksın : “Aman Yâ Rabbi!” diyeceksin.
O seni güler yüzle affedecek.
Ve Rahmetini şey edecektir.

Cenâb-ı Allah rahmetini dağıtmadan duramaz.
Bir Hadis-i Kudsi de bir adamın biri âhirete intikal etmiş.
Hadis-i Kudsiler.
Sallallahu Aleyhi Vessellem’in anlattığı hadisdeki hikayeler olmuş gibi beyân edilir.
Çünkü O mübarek bütün hadiseleri ezelden bilir.
Gitmiş hasenatı ve seyyiatı yâni edebsizliği ile iyiliği tartılmış, hiçbir şey yok.
Arz edilmiş. Onların hesap memurları : “Yâ İlâhi bunda bir şey yok!”
“Yoksa neyse verin eline gideceği yere gitsin.”
Cehenneme doğru gidiyor adam.
Tabii kula anlatmak için söylüyoruz bu hadiseler böyle değil.
Dönmüş o kul böyle bakıvermiş.
Hitab-ı İlahi gelmiş :
“Kulum niye baktın?” demiş.
“Hiç Yâ İlahi!” demiş.
“Hele Hele” demiş.
“Benim hiç iyi tarafım yok. Edebsizlik tarafım çok.
Ben dünya da iken birşey Allah belki beni affeder rahmeti büyüktür hatırımdan geçti de ondan döndüm baktım!” demiş
“Dur!” demiş.
Emr-i İlâhi çıkmış.
“Götürün cennete bunu. Ben kulumun zannı üzere tecellî ederim!” demiş.

Onun için “hablil verid”den daha yakın olan Cenâb-ı Allah’nan konuşun efendim.
Nasıl konuşulur.
Konuşulur işte, namaz mi’racı mü’minin…

Onun için bir ümmetin içinde edebsizlik çoğalsa bir tane ordaki sevgilinin gözünden bir yaş gelse Yâ İlahi bunlar sapıtmışlar.
Sen bunları yola getir değil haaa, yola getir duası bu çok büyük insanın duası olacak ki kabul olacak.
Yâ İlahi sen bunları rahmetinde Şefik Rahim esmanla tecelle et diye hatırından geçti mi o ümmet kurtulur.
İşte bu gibilerin rengi sararmış Hakk korkusundan yüzleri solmuştur bu insanların.
Öyle kırmızı yanaklı bulamazsın onların içinde.
Bunların gıdaları ruhanî, işleri nuranî, sözleri de semavidir.
Gıdaları ruhen beslenirler bunlar.
Fazla mide içini doldurmazlar.
İşleri nuranîdir.
Hep iyilik yaparlar.
Sözleri de semavidir.
Ya Resûl’dan ya kitaplardan konuşurlar.
Romanlardan değil.
Cingöz Recainin Romanlarından değil.
Bilmem nerden değil.
Allah’ın muhkem âyetlerinden.

Eğer bunların âlemini bilmeyen biri asıl varlıklarıyla onları görür ise hemen ölür. Hemen ölür.
Onların hakiki öyle insanların hakiki varlıklarıyla bir insana görürse öteki adam ona tahammül edemez.
Beyazidi Bestamî Hazretleri, iki tane veli konuşuyormuş.
Beyazidi Bestamî zamanında.
Birisi demiş : “Size ne oluyor ki bana günde yedi defa tecell-yi ilâhi oluyor!” demiş.
Tecellî İlahi ne?
Kaybediyor kendini, dalıyor, konuşuyor.
Demiş ki : “Niye o kadar kuruluyorsun sen?” demiş.
“Sen git de Beyazidi Bestamî’yi gör!” demiş.
Aradan bir ay geçmiş bu zat gelmiş demiş ki : “Bana günde yetmiş defa tecellî oluyor!” demiş.
“Sen gitte Beyazidi Bestamîyi gör!” demiş.
“Ulan demiş Beyazidi Bestamî nasıl bir gideyim!” demiş.
Kalkmış evine gitmiş.
Demişler ki : “Efendim ormanda.”
Kalkmış ormana gitmiş.
Veli Velinin geldiğini kendi radar aletiyle uzaktan anlamış hemen ormanın dışına çıkmış.
Veliyullah yanaşmış yanına Beyazidin mübarek yüzünü görür görmez “Küt!” diye düşmüş, ölmüş.
Çünkü Bayaziddaki tecellîye o tahammül edememiş.
Beyazidi Bestamînin karşısındaki o tecellîye Veliyullah tahammül edemiyor küt diye düşüp ölüyor.
Onun için böyle insanların karşısına biz geldiğimiz zaman bocalarız belki de nalları dikeriz.

Bir adamın mektep müdürü asabi bir adam olsun.
İkinci sınıftaki seni istiyor diye kapıcı çağırdı.
Yahut neferi paşa çağırsın.
Bu da Allah’ın paşası.
“Tuuuuuu! Tuu!” olur insan.
Bunları cahiller bilemez.
Onların işine cahilin aklı da ermez.
Onların alametleri yok değildir.
Vardır ama bilemezsin.
Bu bilgisizlik, bu bilmek bilgisi gaflettendir.
Onların daima kalbinde Allah’ın Ahad TEKlik heybeti yaşar.

Hele bir insanlar birbirine “Köpek!” der. “Köpek!” der.
Kendini köpekten üstün biliyorsan nidelim ki bu bilgi kendi köpekliğindendir insanın.
Öyle birbirine köpek söyleyen adamlar vardır.
Bu söz, yalancı, münafık, iki yüzlü, faziletsiz, merhametsiz, sadakat ve doğruluk bilmeyenlerin söylemesi gereken bir sözdür.
Sadakat gösterene Allah’ın ADL esması kanadıyla ecir verilir.
Köpek bundan dolayı Ashab-ı Kehf in içinde bulunmuştur.
Köpek diyipte geçmeyin.
Sadakat timsalidir.
Eciri de onun Ashab-ı Kehf e arkadaş olmuştur.

İnsanların sadakatını hele bu asırda değiştirmek mümkündür. Ceketin düğmesi gibidir.
Fakat köpeğin sadakatını değiştiremezsin.
Evinizdeki köpeği nereye atsanız geri gelir.
Kuyruğunu kesseniz yine gelir.
Bacağını kırsanız yine gelir.
Bir lokma ekmeğe senelerce sadakat gösterir.
Gösterin, oğullarınız bile yapmaz bunu.
Cenâb-ı Peygamberin bir hadisi vardır :
“Köpeği evin dışında saklayınız. İçinde saklamayınız. Melâike girmez” buyuruyor.
Bu bildiğimiz başka, bunun mânâsı derindir sen o kadar bil oğlum. Onun derin hadislerinde de beş altı mânâları vardır.
Onların mânâlarını söylersek insanın kafası bocalar.
Onun için o kadarı yeter oğlum.

Birgün Bağdadda bir çobanın sürüsüne kurt saldırmış.
Kurt saldırmış.
Bir koyunu param parça etmiş.
Çoban : “Eyvaaaah!”
“Ne bağırıyorsun Eyvah!” diye.
“Hazreti Ömer öldü!” diye bağırmaya başlamış.
“Nereden bildin?” demişler.
“Hazreti Ömer sağ iken kurtlar sürüye saldırmazlardı!” demiş.
Az sonra gerçek anlaşılmış ki Hazreti Ömer Onun o kurtun parçaladığı zaman yarım saat evvel İbni Mülcem tarafından Medine’de katledilmiştir.
Adalet öyle yaygındır ki efendiler.
Öyle yaygındır ki.
Efendim adalet.
Sen adaletin içine gir bir yayıl da bak nasıl yayıldığını görürsün.
Adalet Allah’ın Kanunudur.
“En büyük cihad zalim hükümdar karşısında hakikati söylemektir.”

Geçen derslerimde Medine’de geçen bir hadiseyi size anlatmıştım biliyorsunuz.
Bazısı efendim bunların hepisini unutur.
Kürke bürünür bööööylee bir kibir içinde.
Ne oluyor böyle insana kürke girmiş.
Kürk. O kürk içindeki.
O kürk, içindeki hayvanı bir ömür boyunca muhafaza etmişte yine hayvanlıktan kurtarmamış.
Sen hayvanı öldürdün üstüne giydin adam mı olduğunu zannediyorsun?
Hayvanın kürkünü giydin hadi. Samur.
Bir zamanlar vardı ya eskilerde samur.
Kuruluyor samurunlan, ne oluyorsun?
Bu, doğduğundan beri hayvanın üstünde idi bu. Hayvanlıktan kurtuldu mu samur kürkü?”
“Yok!”
Eee sende aynısın.
Kurtarsaydı o hayvanı kurtarırdı.
Onun için bir kelime söylenir, birşey görürsünüz, gâyet güzel gelir size.
Bu kürk hikayesini unutmayın.
Ne güzel kürk.
Hayvan öldür de.
Güüüüm bıldırcını vurdun.
Güüüüm sülünü vurdun.
Bilmem neyi vurdun!
Vur ulan vur hadiii mideye.
Dağda bayırda gez!
Avcılık diye bir şeyler vardır, hayvan öldürmek.
Sonları yoktur.
Mideye korsun.
Dört saat sonra o mide onu tam çevirir.
Neye çevireceğini bilirsiniz.

Hazreti Adviye zamanında yaşamış bir ümmî kadın, Ukayre.
Güzel bir isim Ukayre vardı Bağdadda.
Bu o kadar ağlarmış ki gözlerinin ikisi de kör olmuş.
Yanına gitmişler : “Yâ Ukayre!” demişler. “Gözsüz kalmak çok çetin bir iş değil mi?” demişler.
Ne demiş cevap mübarek kadın :
“Allah’tan mahcup kalmak daha çetin!” demiş.
“Hele Allah’ın emirlerindeki muradı görmeyip de gönülü, gönül körlüğüne düşmek o büsbütün çetindir!” demiş.

Hızır, bir kör adama rastlamış.
Demiş ki : “Yahu ben Hızır’ım!” demiş
“Senin gözünü açıyım. Dua edeyim de!” demiş.
“Teşekkür ederiiiiiiim Hızır Efendi” demiş.
“Hadi güle güle yoluna!” demiş.
“İstemem!..”
“Niye iste miyorsun?” demiş.
“Ben Allah’ın kaderini iki gözümden daha çok severim!” demiş.

İşte dersin başında söylediğimiz hakiki mü’minlerin lakırtıları bu. Hakiki mü’minlerin lakırtıları.
Bu Ukayre’nin bir de Hacce isminde bir hizmetçisi varımış.
Hakiki Mü’min gökte ay var iken uyumaz gece.

Şems bu câmi kadar.
Kamer avucum kadar.
Koskoca cami avucun içine girer mi?
Koskoca Şems Kamerin içine giriyor.
“veşşemsu vel kamer.”
“vel kameru veş şems” değil.
Niçin?
Kamer mânevîyatın mümessilidir.
Güneş Şems maddiyatın mümessilidir.

Bu âyet bir gün kıyametin kopacağına delildir.
İkincisi mânevîyatın maddiyatı daima boğacak ve ondan üstün geleceğine delildir.
Onun için aylı gecelerde uyumayın!
Gece kervanlar geçer.
Uyuyormuş böyle bir gece.
Ayağınan Ukayre Hatice’ye dürtmüş : “Kalk!” demiş.
“Burası uyuyacak bir yer değil.
Uyku yeri mezardır mezar.
Çok uyuyacağız orda!”

Açık olun efendim açık.
Yemekleri ye. Etleri ye. Köfteleri ye. Ayranı iç.
“Horruu harrrııı, hurruuu!”
Kervanler geçer.
Senin haberin olmaz.
Bir gün de bakarsın efendim kaybı oldu.
Hasan efendinin bişey oldu bak.
“Ne oldu efendim?”
Kalbden, zırttan gitti.
Gözünüzü açın efendim.
Gözünüzü açın!.

Bize bir çok menkıbe gelmiştir bilirsiniz menkıbe.
Dilden dile, gönülden gönüle, kalbden kalbe dolaşan.
Güneşlerin yıldızların dertop olduğu bir renk âlemi vardır İslam mânevîyatında.
Buna nenkabe derler.
Nefsine, havai arzularına yularını kaptıran insanlar bu menkıbelerden bişey anlamazlar.
Efsane safsata derler geçerler.
Halbuki safsata kendileridirler o insanların .
Onları ancak Allah aşkıyla kıvranan insanlar anlayabilir.
Ve temiz olan kalblerinin perdelerinde, sinema perdelerinde seyrederler.
Cezbe halinde bunlar ancak anlaşılır.
Cezbe ne demektir?
Cezbe. Cezbe ye geldik.
Cezbe Ruhun Hakka doğru çekilmesidir.
Gidişi değil, çekilmesidir.
Oradan çekilip.
Giderken çeken başkası, zaten çekmeseler gidemezsin.
Burada yürümek için bu âlemde Mansur gibi kellesini verenler Nesimi gibi derisini yüzdürenler ancak orda yürüyebilirler.
Hazreti Nesimi’nin bilirsiniz derisini yüzdüler.
Hallac-ı Mansur’unda kafasını kopardılar.

Onun için aziz cemaat bu anlattığımız vaazları, güzel kelimeleri insanlar hoşnut bulur.
Bir formülize edelim.
Bir talimat yapalım da onun peşinden koşalım.
Genci menci yok.
“Efendim ben yaşlandım şimdiden sonra yapamam.”
Oho ho ho!
Hazreti Ebubekir 47 yaşında İslam oldu.
Ondan evvel yoktu bişey.
Hazreti Ömer ondan evvel şâki idi.
Resûlullah Efendimizi öldürmeye gidiyordu.
Kırk küsür yaşında idi.
Puta tapıyordu.
Hatta kendisinin sözüdür der ki.
“Ben pota-yı Resûlullah’ta erimeden evvel bir şâki câni idim” dermiş.
O Araplarda ilk doğan kız çocuğunu gömerlerdi, âdetti cahiliyet devrinde.
“Küçücük kızımı götürdüm” demiş.
“Canlı canlı böyle mezara sokarken.
Sakallarımı tuttu yavrum!” demiş.
“Ben şakilerdendim Resûlullah’ın nazar-ı akdesiyle bir an geldiği zaman muhterem oldum.”

Onun için : “Efendim ben şimdiye kadar namazı kılmadım.
Bilmem efendim borçlarım var.”
Oluuuuuuur.
Lafa dalıyor musun.
Yarını düşün.
Geçmiş geçmiş.
Bir insan ne kadar namaz borcu olursa olsun gider bu akşam evine “Yâ İlâhi ben bundan sonra namazımı tamamıyla kılacağım.
Geçmiş namazlarım var ben bunları mümkün mertebe ömrüm yettiği kadar her namazdan sonra bir günlük namaz eda edeceğim.”
Yatmadan evvel on dakikada kılınır.
“Geçmiş zamandaki;
Sabah namazının iki rekat farzına.
Öğlen namazının dört rekat farzına.
İkindi namazının dört rekat farzına.
Akşam namazının üç rekat farzına.
Yatsı namazının dört rekat farzına.
3 rekat Vitir Namazı kılacağım Yâ Rabbi!.”
Sen onu niyet etme.
“Felan günün, felan ayın” deme!
Onlar gider yerini tıkır tıkır tıkır doldururlar.
Bunu niyet edip de başladıktan yarım saat sonra ölse hadis vardır üzerine, Cenâb-ı Allah Namazlarınızın hepisini kılındı kabul eder.
Bu kadar kolaylık veren bir din.
Bu kadar rahmeti çok Allah’ın rahmetinin bize nasıl geleceğini bildiren Resûlullah’ın peşindeyiz.
Elhamdulillaaah.

Bir nizamname yapalım namazınızı acele kılmayınız!
Dâima abdestli geziniz!
Sabah namazını kıldınız!
Saklayabilirsen sakla, bozuldu mu al abdest!
Nerede olursa al!
Bir saniye sonra yaşayacağın meçhul.
Ceseden hiç olmazsa kadere tam iman, tadil-i erkanla inanmış olursun.
Yolda bozuldu, bitti, öldü abdest.
Yürü yürü!
Niyete bak sen!..


KELİMELER :

Kat’ : Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek. * Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
Lemyezel : Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
Va’z : Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
Nakıs : Noksan, eksik. Tamam olmayan. Gr: Yalnız son harfi harf-i illet olan kelime $ gibi. * Mat: Eksi. Negatif.
Eşref-i mahlukat : Mahlukatın en eşrefi, yaradılmışların en şereflisi. İnsan.
Me’yus : Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.
Mütebessim : (Besm. den) Tebessüm eden. Hafif ve lâtif tarz ile gülen. Gülümseyen.
Meyyal : Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.
Necis : Temiz olmayan. Pis.
Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.
Müteâl : Âlî, büyük.
Münasib : Benzer, uygun, lâyık, yakışır, yaraşır.
Tevekkül : İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek.
Refik : Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş.
Ma’siyyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
Mümessil : Vekâlet eden. Bir şahsı bir topluluğu veya şahs-ı mâneviyi temsil eden. * Benzeten. * Kitap bastıran. * Vekil. * Rol temsil eden. Aktör.
Şâki : (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
Câni : Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan.


ÂYETLER :

Elem neşrah leke sadrek :
أَلَمْنَشْرَحْلَكَصَدْرَكَ
“Elem neşrah leke sadrek : Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)


hablil verid :
وَلَقَدْخَلَقْنَاالْإِنسَانَوَنَعْلَمُمَاتُوَسْوِسُبِهِنَفْسُهُوَنَحْنُأَقْرَبُإِلَيْهِمِنْحَبْلِالْوَرِيدِ
“Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (kaf 50/16)

اللّهُالَّذِيخَلَقَالسَّمَاوَاتِوَالأَرْضَفِيسِتَّةِأَيَّامٍثُمَّاسْتَوَىعَلَىالْعَرْشِيُغْشِياللَّيْلَالنَّهَارَيَطْلُبُهُحَثِيثًاوَالشَّمْسَوَالْقَمَرَوَالنُّجُومَمُسَخَّرَاتٍبِأَمْرِهِأَلاَلَهُالْخَلْقُوَالأَمْرُتَبَارَكَاللّهُرَبُّالْعَالَمِينَ
“İnne rabbekümüllahüllezi halekas semavati vel erda fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasisev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül âlemin : Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (A’raf 7/54)

Allah Dostu Sohbet I - SOHBET MD-01

Rasûlullah Efendimiz Nebîlik cesed-i muâllâlarına aittir.
Nübüvvet vardır biliyorsunuz.
Rasûlluk bir tek Rasûldur.
Evveli de o dur sonu da.
Rasûl, Allah’ ın doğrudan doğruya elçisidir.
Kendi cesedlerinden Ruh-u Muâllâları ayrıldığı zaman Nebîlik Vilâyet makamı ile kalır.
Vilâyet makamı nebîlikten yüksektir.  (Sanırım burada Vilayet’i yönetme anlamında kullanıyor)
Bu vilâyet makamı doğrudan doğruya zâten Rasûlullah Efendimizden evvel yoktu Velî denilen şey.
Bu vilâyet makamı devam eder gider.
Bu Vilâyet Makamında bir Gavs bulunur her devirde. Gavs!..
Gavs demek. Her türlü şeyde teveccüh edilip onun vasıtasıyla Rasûlullah’ın şefâatından, Allah’ın yardımından meded umulacak kanal, MAKAM demektir.
Türkçesi yoktur. İzâhı bu.
Gavs, bulunduğu yerde Nazar-ı İlâhi oraya müteveccihdir.
Allah’ın nazarı.
Nerdedir bu?
Bilenler vardır yerini.
Belki Salamon adalarındadır.
Belki İngiltere dedir.
Belki Kutuptadır.
Belli değil.
Yalnız bu ZÂT, Kürre-yi Şimalindedir.
Ekvatordan aşağı değildir.
Ekvatordan aşağı hiçbir müstakil İslâm Devleti de yoktur.
Bu da bir hikmettir.

Yeri mâlum değildir Gavs’un.
Bunun sol tarafında mesela şimdi.
Sol tarafında, Nazarı, Dünya Âlemine, Mülk Âlemine nazır Abdulmelik Makamında.. İsim adamın ismi değil, Abdulmelik Makamında bir Zât vardır.
Sağ tarafında Abdulrab denilen nazarı Âlemi Meleküte, semâvâta nazır bir Zât vardır.
Abdulrab o da.
Nazara Âlem-i Mülke olan Abdulmelik, Abdulrab’dan efdaldır.
Bir de Abdullah Makamı vardır burda.
(M.D.Hocama bir hanım sormakta)
“Efendim yani şunu bir özetleyelim diye. Yani dünyaya bakan tarafı?..”
Evet daha efdaldır!
Bir de Gavsun yanında yani onun önünde şöyle Abdullah Makamı vardır.
Bu makam bazen Hilâfet-i Mânevîye şeklinde tecellî eder.
Bazen de Hilâfet-i Vücûdiye, cesediyle.
Bunlardan başka Gavsa bağlı;
Şimal de Abdulmelik,
Cenubde Abdulkâdir.
Makam bunlar, isim değil!
Şarkta Abdulhayy,
Garbde Abdulalîm denilen dört kişi vardır.
Bunlara Evtad denilir. Dörtler-Direkler…
Bu evtadların yerleri mâlumdur, bazen yerleri değişir.
Ruhen Kâbe’de dâima müctemi’dirler.
Bazen de ceseden toplanırlar.

Her asırda bir Gavs vardır.
Resûl-i Ekrem Efendimizin Nâibi bu.
Resûl-i Ekrem tarafından İzn-i İlâhi ile seçilir.
Bu dörtler her zaman Mekke de mânen toplanırlar.
Bazen de cesedleriyle birlikte toplanırlar.
Bunların emirlerini Kırklar, Mülk Âleminde görürler.
Kırkların müşkülleri olursa, Yediler hallederler bunları.
Bir de Yediler vardır…


Birde Üçler vardır.
Bunlar ümmîdirler.
Manevî ziynet gibidirler.
HAKK’ın onlara teberrüken dâima, Abdurrabba nazar eder ve niyâz eder onlar.
Hiç kimseyle alâkadâr olmaz.

Üçyüzler vardır, seyyar-gezerler.
Üçbinler vardır.
Kendi hallerinden niyâz ve tâaddadırlar.
Bunların bazıları irşâd ile meşguldürler.
Bazıları kendi içlerine çekilmiştir.
Tâad ve ubidiyetlerinin mükafâtı olarak Velî Makamındadırlar. Yâni mesela burada bir adam bakarsınız. Fillandiya’nın sefareti yoktur.
Teberrüken Fillandiya sefareti gibi o makama otururlar orada.

Bir de Meczûb Mecnûnlar vardır.
Bunlar CEZBe içindedirler.
Yollarını, tahammül edemediklerinde, şaşırmışlar hataya düşmüşlerdir.
Bunlar fakat İnd-i İlahî’de mağfurdurlar.
Bunlarla yemek yenmez,
Elbiseleri giyinmez,
Sohbet de edilmez.

Bu Cenâb-ı Peygamberden sonra, Rasûlullah’ın ruhanîyetinin Velîye etmişlerdir.

Bütün Ruhanî Kanunlar ne kadarsa, efendim maddî!...
Kim verdi bu emri.
Göster o emrin yerini.
Maddî -Ruhanî bu.
İkisi de DEVLETtir.
Ruhanî Kanunları bunları idare ederler.
Ne Levh-i Mahfuzda lâzımsa onlar senindir.
Bunlar bambaşka!..

Velîler vardır.
Doğrudan doğruya Vilâyet-i Rasûlullah’a hâkim Velîler vardır. “Evliyâ-yi tahtet gubabi’l ayaneküm gayri.”
Onun içün:
Arz-ı vasi’ ister isen gir Velînin Kabzı’na,
Arz ü Kürsî’den geniştir bir Velînin him âyesi.

Bunlar tamamiyle bilinmezler.
Bu dediklerim gelir siz Velîsiniz, sizi bile tanıyamaz.
O kadar gizlenmiştir bu.
Bunları seçmek güçtür.
Şimdi bu kitâbı okumada aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun.
Bu öğütler sizi sarsıyor.
Ve bunları yapmaktan sakınacaksanız!
Sayfaları okumaya devam ediniz!
Samimi olarak size te’sir etmiyorsa okumamanızı rica ederiz! Yaprak, çiçek koparmayınız!
Yaş ağaç kesmeyiniz!
Dal kırmayınız!
Yaprak çiçek çiğnemeyiniz!
Meyve kabuklarını yaş, yaprak, çiçek taze dal, ateşe atmayınız!
Bunlara dikkat ederseniz şu hadisin müjdesine kavuşursunuz. Nebatata kadar merhamet gösteriniz!
Bunda şefâati müjdedir de görürsün.
Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz!
Kuşlara hayvanlara taş atmayınız!
Avcılıktan çok uzak durunuz!
Hayvan öldürmeyiniz!
Her ne türlü olursa olsun zararlı ve fâideli, yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!
Balıkçıların, avcıların, ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır, hüsrandır.
Zengin veya hükümdâr olsak.
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz!
Bütün tarlanı yemezler.
İçinde haram var ise..
Sen de haram peşinde koşuyorsan, içine karışmış haramları, onları temizlerler.
Hiç bir nebata, hayvana küfretmeyiniz!
“Ne Allah’ın belâsı şey!” i katiyen söylemeyiniz!
Dilimizi bir gün yakacak bir hadisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!
Her şeyi tatlı bir sabırla hiddet etmeden karşılayınız!
Dünya hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suâllerle dolu bir İmtihan-ı İlâhiyye olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız!
Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz!
Zirâ Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Görür ve Görücüdür.
Sıcak ve soğuktan katiyen şikâyet etmeyin!
Bunlar tabîi olaylardır.
İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, elbiselerinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz!
Her biriniz şahsî veya umumî hareketlerinizi, gayrı sakin, düşünerek doğru ve en iyi bir suretle yapınız!
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâima uzak durunuz!
İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!
İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.
Veya bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir.
Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz!
Onlara dâima güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz! Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekansızlıktan mekana geldik, görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır.
Sonra yavaş yavaş erir.
Mekandan sıyrılır gideriz nâ-mekana.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz.
Bir kısmı tekrar doğar.
Bir kısmı tekrar doğmaz.
Kaybolur giderler.
İnsanlıkta SEVGİ gizlidir.
Vücûd yüzenler bile yek diğerini sevdikleri için bile bir nisabı içinde tekâmül ederler.
Hemen hududdadır.
O hali bozulursa insan hem ceseden hem duygularıyla bambaşka olur.
O nisabın iki ismi vardır biri maddî sıhhat, diğeri mânevî sevgi ve ahlâktır.
Sevmekte ve ahlâkta dürüstlükteyiz.
Fenâ, çirkin, bozuk bir şey yoktur.
Padişah olsun.
Aksinde devranan, düzensiz, ahlâksızlık işlenir.
Gerçeği seyreden ADAM doğrudur.
Hakiki DOĞRU ADAM bütünüyle SEVGİdir...


KELİMELER:

Muâllâ: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Vilâyet: Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet.
Gavs: Çağırma. Nida. Medet istemek. * Yardım edici. Medet verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktâb)
Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.
Makam: Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. * Pir-i fâni olmak.
Kürre-yi Şimal: Kuzey yarım küre.
Müstakil: Kendini idare edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Meleküt: (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
Efdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Evtad: (Veted. C.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim.
Müctemi’: Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.
Nâib: (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Ümmî: Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Alâkadâr: Alâkalı, münâsebetdar.
Tâat: İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Ubidiyyet: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak
Teberrüken: Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu ederek.
İnd-i İlahî: Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
Vasi’: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)
Arz-ı vasi’: Genişçe yer.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
Âye: Avuç içi.
Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Suâl: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Gıbta: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Muamele: (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Nâ-mekan: Mekansız.
Nisab: Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Tekâmül: Kemâl bulma. Olgunlaşma.


Allah Dostu Sohbet II - SOHBET MD-02

NÜBÜVVET ve VİLÂYET

Bu gelişimde Ankara’da kendi varlıklarını lâikiyle bilmemişler gördüm.
Suâl soruyor da.
Belki anlayamayacaksınız bazı yerlerini çünkü onun suâline...
İrşad makamına daha ayak basmamış, kendilerine meşâyih süsü vererek etrafına mürid toplamış, irşâd davasında bulunurlar.
Müridleri vardır.
Bir diğerine: “Sultanım! veya Efendi Hazretleri!” hitâbıyla kendilerini dünya halkına Velî tanıtırlar.
“Biz Mârifet Ehliyiz!” derler…

Evliyâ sözlerini, tasavvufî cümleleri satan tellallara rastladık.
Sin, Lâm yazın. Tın yazın. Elif yazın. Nun yazın!
Bunu okuyun.
“Sultan” değil mi?
Bu Sîn in mukabili Yâ Sîn dir.
Yâ Sîn dir.
Ondan sonra Lâm geliyor. Elif Lâm.
Tı, Tâ-Hâ ve Ta, Mim, Sin..
Aynı zamanda Nun, Nur Sûresi anlaşıldı mı?
Onlar Sultanın mânâsını verirler.
Arapça da Sultan Kur’ân dilinde Burhan demektir.
Delil mânâsı demektir.
Bir diğerine: “Sultanım! veya Efendi Hazretleri!” hitâbıyla kendilerini dünya halkına Velî tanıtırlar.
“Biz Mârifet Ehliyiz!” derler.
Evliyâ sözlerini - Tasavvufî Cümleleri satan tellallara rastladık. Mârifet ilimdir.
Bu ilimle Rabb’ıyla arasındaki perdeyi kaldırmaya yarar.
Mârifet sahibi her şeyin sıfatını görür.
Hakikatini göremez.
Sıfatların tevhidi, mârifettir.
Bu tevhidi bilmekle Velî olmuş olmazsın.
Hakikati göremezsin.
Eğer eşyanın zâhirini gören Velî olsaydı, hiç kimse azaba müstahak olmazdı.
Mârifet sahibi bile hayır sahibi değildir…
Herifi uçuyor görürsün ilâ nihaye...

Hatta Yediler, Yediler başka, Kırklar, Üçyüz Vilâyet sahibi değildir.
Vilâyet sahibi değildir. (Sanırım burada Vilayet’i yönetme anlamında kullanıyor)
Bu mürşidler Vilâyet Makamına ayak basmış olsaydı irşâd davasında bulunmazlar ve kendilerini halk arasında aziz bilip ve HAKK katından uzak olmazlardı.
Kendilerini Velî tanırlar bunlar.
Rasûlullah, âhrete intikal eder etmez Nübüvvet Allah’ ın izniyle Vilâyete tebeddül olundu.
Nübüvetün hükmü tamam oldu.
Vilâyet Devri ortaya çıktı.
Rasûlullah Efendimizin RUHÎ KUDRETİ evliyâda zâhir oldu.
Evliyâ öyle kimselerdir ki bütün Âleme ve her şeye gizlidir. Her ilmi bilirler.
Dünya halkı tasarrufun kimin elinde olduğunu bilmediğinden dolayı evliyâ, zamanında bilinmez.
Zâhirî varlığı her ne kadar gizli değilse de hakikî SIRRı gizlidir.
Bu gün Vilâyet Devri olduğu için Kudret Makamı evliyânındır. Evliyâya sürülen, Rasûlullah’ın nübüvetidir.
Bugün bir bu Velî, bundan üç yüz sene evvel üç bin kilo yükü varsa bu gün otuz bin kilodur.
Çünkü âhrete, kıyamete yakın Allah’ın sevmediği işler o kadar çok olacak ki Cenâb-ı Allah gazab vermesin diye, Rasûlullah’ın ruhanîyeti müteessir olmasın diye Velîler omuzlarının üzerine almışlardır.
Eskiden bir Velîyi kızdırmak için on sene uğraşacaksak bu gün üç yüz sene beklememiz lâzım.
Allah bu derece Es-Sabûr Esmasıyla tecellî ediyor.
Kavm-ü Lût iki mahalle idi, l500 kişi idi.
Nuh’un Kavmi 2000 kişi idi.
Musa’nın 1200 kişi idi.
Bir anda Cenâb-ı Allah onları hâk ile yeksan etti.
Kavm-i Lût’un otuz sene de yaptığını bu gün yarım saatte yapıyor beşeriyet.
Adamlar!...

Çünkü Rahmetenlilâlemindir.
Rahmet şu demektir.
Şu elimize be her santimetrun murabba sahayı havanın bir kilo otuzüç gram te’sir eder.
Bir puan tuttuğumuz zaman nasıl şişer.
Havayı ref’ edin mizanda tutulur.
Rahmette böyledir.
Rasûlullah efendimizin Cesed-i Mübarekleri arzda iken RAHMETi hâlâ devam ediyor.
Âhirete yakın kıyamete yakın hadis bu.
En son Mekke’de kopacak kıyamet.
Beş dakika sonra da Medine’de.
Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil Aleyhisselâm inecekler.
Cesed-i Rasûlullah’ı aşağıya inip koparacaklar.
O, onun şiddeti görmesin diye.
Korkmasın diye.
Onun için Rasûlullah müteessir olmasın diye yukarı böyledir.
Dünya halkı da:
(Bir Hanım sormakta:)
“Efendim ama bu dünyadan hayatından başka, başka bir dünya daha olabilir mi? Başka bir Âlem daha olabilir mi?”

Halkın arasında gizli yürüyenler vardır.
HAKK’tan başka onları kimse bilmez.
Bunlara eşyanın sıfatları da perde olmaz.
Onlar gizli bir şey, onlara gizli bir şey yoktur.
Dilerlerse bir anda şarktan garba varırlar.
Bunlara EHLULLAH derler.
“Benim ümmetimin âlimleri Ben-i İsrail peygamberleri gibidir.” Hadis-i Şerîf.
Buradaki âlimlerden maksad Evliyâlardır.
Nübüvvet Makamına bu dünyada Evliyâdan başkasının erişmesine imkan yoktur.
Hatta Vilâyet ve Nübüvvetin ikisi de bir NURdur.

O NURun, Velînin varlığından vücudundan doğup çıkınca buna VİLÂYET denir.
Nebînin varlığından çıkarsa, buna da NÜBÜVVET denir.
Bu NURun açıklanması Enbiyâya farzdır.
Peygamberlere.
Evliyâ’ya men’ edilmiştir.
Çünkü Nübüvvetlik-Peygamberlik addia etmiş olur.
Onun için yasaktır.
Derhal kâfir olur.
Her hâlin kendine has ÖZü ve SÖZü vardır.
Konuşması belki birden bire anlaşılamaz.
Fakat konuşmalarında bir HEYBET sezilir.
Her Velînin kelâmı başkadır.
Her biri kendi MAKAMına göre konuşur.
İrşad ederler, ilme bürünmüştürler.
Affederler.
Halkın ayıbını örterler.
Cefaya da bicamildirler.
Aslında Allah’tan gelen fakat zâhirde kullardan görünen hallere razı olurlar.
Bunlar aşikâr olsalardı.
Halka da eziyet addetmiş olsalardı hakkında çekişmeye ve muharabeye girişmiş olurlardı.
Onların bu gizlenmesi Hakk tarafından halka bir merhamettir.
Halka belli olan bir Velî ancak zâhirdeki ilmiyle belli olur.
Vilâyet Sırrını kimseye göstermezler.
Her Velîyi gizleyen bir çok perdeler vardır.
Perdeler çeşitlidir.
Herkes Velîyi anlayamaz.
Birçokları inanmaz, mu’teriz kalır.
Bu da bir sırdır.
Eğer halkın hepsi onun büyüklüğünü kabul etseydi.
Yalan isnad edenlere de karşı sabır halinden alacağı ecri bulamayacaktı.
Şâyet hepsi yalancılık isnad etseydi o zamanda HAKK’a şükredemeyecekti.
Onun için iman iki türlüdür.
Birisi SABIR
Bir diğeri ŞÜKÜR.
Bu günün ulemâ ve mürşidlerinin ağzında bir TASAVVUF kelimesi gidip durur.
Tasavvufun özü vardır hakikati vardır.
Fakat ağızda dolaşan ismi yoktur.
Bu gün yalnız sadece ismi var.
Özü kalmadı, hakikati de yoktur.
Tasavvuf yazıları, kitapları, o Velînin yaşadığı haldir.
Bir kimsenin içi dışından daha değerli ise,
Bir kimsenin içi dışından daha değerli ise onun adına VELÎ derler. Bu kadar!...
İçi dışı aynı olursa ona da ÂLİM derler.
Bir kimsenin dışı içinden kıymetli olursa ona da CÂHİL tabakası derler.

Sana dâima, size dâima söyledik, yazdık, imâ ettik.
Fakat sen bildiğin gibi gidersin, her şeyin dibini öğrenmek sevdasındasın.
Yoksa bir lâhzada iş biter!
Fakat aslında kaybettiğini söyleyip, başka bir kağıda yazılmış yazanın el yazısı bile, değil.
Onun ricâ ve selâmını aldık onun hatırı içindir.
Hatırı zamanında neredeyse akıp gidiyor.
Her şeyin sonu vardır.
Onun için bedastan laflarından uzaklaş oğlum!
Maddî Planda çalışanlar, Mânâ Makamlarının sözlerine ve adamlarına da muhtaçtır.
Bu son cümleyi yurdumuz kaybettiğinden bu günkü duruma düştük.
Gördüğüne, işittiğine inan!
Hükmünü sonra kendin bil ve de bul!
Sofrada kalktıktan sonra dökülen ekmek parçalarını, düşen pirinç tanelerini yiyenin gözü açılır.
Bu laf on ciltlik kitâbın ÖZÜdür.
Böyle olursan gezdiğin yerlerdeki ağaçlar, kurtlar, taşlar ve hayvanlar seninle konuşup söyleşirler.
Bu sözleri söyleyecek kimse kalmadı.
Yerlerini de dolduracak da yok.
Kütüphaneler kırk senedir kapalı.
Kitapları okuyacak da yok.
Başka yazı, başka lisân, başka zihniyet.
Daha seninle bile mektubu bile yazamıyoruz birbirimize eski Türkçe.
Ben sağdan yazarım.
Sen soldan başlarsın.
Muhterem Efendim!
Sayın, Bay good!
Memleketimizde elli, kırk senelik nesil Bit Pazarından toplanmış uydurma kelimelerle câhiliyet lisanı kuruldu.
Amma bir bakıma iyi oldu.
Belli olacaklar ortaya bütün üryânlığıyla çıktı.

Akşemseddin Hazretlerinin babası, Şeyh Hamza adında kerâmetleri olan bir zâttır.
Şeyh Hamza Akşemseddin yedi yaşında iken Allah’ın emri ile Amasya’ya gelip yerleşti.
Kavak Mahallesinde.
Hâlen kabirleri ordadır.
Şeyhü’l Hamza âhirete intikal edip kabre konduğu gece sırtan kurdu adındaki bir canavar kabrini açar.
Cesedini yemek ister.
Şeyh elini çıkartır.
O canavarın boğazından sıkar öldürür.
Ertesi sabah halk ziyârete geldiğinde merhumun elini dışarıda görürler.
Herkes hayret içindedir.
O anda kalb gözüaçık olan Ârif bir zât da orada bulunur.
Zikredilen zât: “Kurdu tuttuğundan meyyitin elinin yıkanması gerekir!” der.
Ve yıkarlar.
Hakikaten de eli içine çekilir.
O zamandan beri merhuma “Kurtboğan Şeyh” derler.
Şimdi o diyârda bu adla anılır.
Şeyh Hamza’yı tanımazlar.
Bu hikayede ne var?
Ara bul!..

İşte bu günün menkibesi.
Elinin yıkanması gerektiğini bilecek, o kadar ulemânın, mürşidlerin arasında bir tek gölge bile yok maalesef.
Kiminle konuştu isen, hepsi kendi büyüklüğünü izhar ve kabul ettirmek sevda ve gafletindedir.
Nakşibend Şeyhleri, Rifaî Halifeleri, bunların müridleri, mürşid diye bize tanıttırılan bey-namazlar.
Alevîyim diye geçinen, pos bıyıklı güsulsüz câhiller.
“Ehl-i Beyti seviyorum!” diye Ehl-i Beyti rencide edip Allah’ın Rasûlulu’nun ruhunu ta’zib eden, dindâr görünen yerine göre kendine makam veren münafıklar gördüm.
Aralarında menfaat kisvesine bürünerek onlara bilmeden tâzim ve hürmet eden, aklı ermediğinden küfr içerisinde olan, tamamıyla şirke düşmüş insanlar gördük.
Tantanalı laflarına kapılıp onların peşinde koşan temiz gençleri gördük.
Bir diyârda mânevî kalb hışır olur, küfür olur, münafık çoğalırsa o diyârın zâhirî, maddî, iradî nizamı da düşmüştür.
Her türlü iş ehlinin gayrına tevdi edilirse, kıyamete intizar edilmiş bir süre beklenip durmaktadır.
Kıyamet alâmetlerini saymaya hâcet yok!
Ne soruyorsun?
Şu oldu, şöyle olacak diye laf etmeye de lüzum yok.
Bütün insanların kendileri teker teker bir nev’i kıyamet alâmetidir.
Artık maddeten ruhlara, bu âlemin alâmetleri intikal etmiştir.


KELİMELER:


İrşad: Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Velî bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid)
Mürid: İrade eden, istiyen. Tarikata girmiş olan. Şeyhin veya mürşidin şakirdi, talebesi.
Meşâyih: Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar.
Mukabil: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
Burhan: Bürhan. Delil, hüccet, isbat vasıtası. Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
Tellal: Dellal. İlân edici. Yüksek sesle bildiren. Müşterileri çeken. Davet eden.
İlâ nihaye: Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder.
Tebeddül: Başkalaşmak. Değişmek. Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek. (Bak: Hudus)
Nübüvet: (Nebi. den) Peygamberlik, nebi olmak, nebilik. Allah'ın (C.C.) emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak
Müteessir: Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş. Üzüntülü.
Sabûr: f. Çok sabır gösteren, çok sabreden.
Tecellî: Görünme. Bilinme. Kader. Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Hâk : f. Toprak. Turab.(Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.)
Yeksan: Beraber. Bir. Düz. Her zaman.
Beşeriyet: İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
Santimetrun murabba: Santimete kare. Cm2
Te’sir: Bir şeyde eser ve nişane bırakma. Vasıfları ve halleri değiştirme. İşleme, dokuma, iz bırakma. İçe işleme.
Ref’: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma.
Mizan: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
Şark: Doğu. Güneşin doğduğu taraf.
Garb: (C: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı.
Ben-i İsrail: İsrâil oğulları. Yahudiler. Yahudi.
HEYBET: Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
Âşikâr: f. Belli, meydanda, açık. Bedihi.
Addetmek: Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek.
Muharabe: (C.: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal.
Mu’teriz: İtiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden.
İsnad: Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. Bir nesneye, bir şeye dayanmak. Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek.
İmâ: İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret.
Bedastan: f. Değerli, kıymetli kumaşlar, silâhlar ve mücevherler vs. alış-verişine mahsus üstü örtülü ve mahfuz çarşı.
Zihniyet: Düşünce. Düşünce yolu. Anlayış. Kafa
Üryân: intikal
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Meyyit: (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş.
Menkibe: Meşhur kimselerin ahvâline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe.
İzhar: Açığa vurma. Meydana çıkarma. Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek
Rencide: f. İncinmiş, kırılmış.
Ta’zib: Azab verme. Eziyet etme. Men eylemek.
Kisve: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
Şirk: En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm)
Tantana: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı.
İradî: İrade ile alâkalı, iradeye dâir.
Tevdi: Emanet vermek, bırakmak. Misafirin veda etmesi. Giderken kalanlara: Allah'a ısmarladık gibi veda etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi. Mutlaka terkedip bırakmak.
İntizar: (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek.
Hâcet: (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.
Nev’i: Nev'e ait, çeşit ile alâkalı.
Alâmet: İz, nişân, işâret.
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.


Allah Dostu Sohbet III - SOHBET MD-03

İNCİ

Unutmayalım ki istiridye, deniz dibinde sabır kanaatla, hırsla ve itirazdan, isyandan uzak, aza tahammül ettiği için ALLAH içini İNCİ ile doldurmuştur.
Bunlara muti’ kalan insan aza kanaat, sabır, tahammül, isyan bilmez itiraz tanımaz temiz ve ahlâklı olur.
HAKK’ın emirlerine boyun eğerse, HAKK onun içindekiyle o kimseyi İNCİ haline getirir.
Evinizde veya birinizde İNCİ bulundurmayı unutmayınız!
İNCİ taşımak sıhattır.
HAKK’a şükürdür.
Bir nevi gizli sırrîyeden ibârettir.
İNCİ hakkında söylenecek çok söz vardır.
Çok sır var amma bir türlü ifşâ edilemez.
İNCİnin taşıdığı SIRR çok büyüktür…


Sarhoşluk veren içkiler şarap ve bütün içinde hamır bulunan içkiler.
İstisnâsı yoktur.
Besmelesiz kesilen hayvanlar.
Besmelesiz yapılan evlerde, avlarda, eti yenen hayvanlar.
Besmelesiz tutulan balıklar.
Bunlar yenmez. Acı olur…

“Çocuğa üç gün ac duracaksın!” dedi.
“Sokağa bir daha çıkmayacaksın!”
Sokağın kabahati yok bunda.
Besmelesiz kesildi diye hayvan pis olmaz.
HAKK’ı anmadın diye yenmesi sana yasak edilmiştir.
Başkasına ait olup, gasp edip, çalınarak zorunan alınan gıdalar, hayvanlar, mallar her türlü şey, temiz oldukları halde bunlar ne kullanılır ne de yenir.
Burada; HAKK’ın verdiği rızka kanatsızlık vardır,
İsyan vardır.
Rıza göstermemek vardır.
Ondan dolayı sârikın eli kesilir.
Allah korusun!
Şiddetli cezâ!..

İslâm olmayanın yaptığı yemekler, kestiği hayvanlar her türlü şey. Bu asırda bunları tatbik etmemek de imkanı yoktur.
Daha söylersem açlıktan ölür gidersiniz hepiniz.
Bundan dolayı şu hadis buyrulmuştur.
“Kafirler diyârında rızık aramayınız!”

Onun için bunların önüne geçemiyoruz.
Hiç olmazsa Allah’ın kat’iyetle yasak ettiği şeyleri yapmayalım! Emrettiği şeyleri bütün imkanılarımızla yapmaya çalışalım!
O zaman Allah Gafûru’r- Rahîminden HAKK bize fazla azab vermez. Bu günkü asırdakiler azaptan kat’iyyen kurtulamayacaklardır.
Hiç olmazsa bunu hafifletmek imkanları mevcut, onları sayım.
Bu asırda: “Ben cenneti garanti ettim, azap görmüyeceğim!” diye hiç ümit etmesin!

Bu imkanlar nelerdir?
Bu asırda gökte, insanda olan o lem’ayı ortaya çıkarmak için yoldur.
Farzlar mecburî değildir.
Mecburî olsa Allah onu biz istesek de istemesek de yaptırır.
İnsan serbest bırakılmıştır.
Bu serbestiyyet HAKK’ın sırlarına büyük bir perdedir.
HAKK, inananlara da inanmayanlara da Âdil olduğundan aynı rızkı vermesi, nefesi de veriyor.

Unutmayalım ki istiridye deniz dibinde sabır kanaatla, hırsla ve itirazdan, isyandan uzak, aza tahammül ettiği için Allah içini İNCİ ile doldurmuştur.
Bunlara muti’ kalan insan aza kanaat, sabır, tahammül, isyan bilmez itiraz tanımaz temiz ve ahlâklı olur.
HAKK’ın emirlerine boyun eğerse, HAKK onun içindekiyle o kimseyi İNCİ haline getirir.
Evinizde veya birinizde İNCİ bulundurmayı unutmayınız.
İNCİ taşımak sıhattır.
HAKK’a şükürdür.
Bir nevi gizli sırrîyeden ibârettir.
İNCİ hakkında söylenecek çok söz vardır.
Çok sır var amma bir türlü ifşâ edilemez.
İNCİnin taşıdığı SIRR çok büyüktür.
Bundan bir nebze bildiğim kadarıynan söylersem, ve ilân etsek bütün malınızı İNCİ almak için sarf edersiniz.
Belki dünya hayatınızda değişiklik olur elde edemeyince de hüsrana düşer, şeytana uyarsınız.
Sövenlerin yanında olursunuz.
Sordunuz, sordular da biraz İNCİ den konuştuk.
Bu kadar bilmek kafidir.

Fazlası doğru olmaz.
Âyet-i Kerime de bile “Yahrucu minhumellu'lu velmercanu. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. ”
Siz bunu da mı yalan zannediyorsunuz.
Cümle bitmiştir.
Bunun için SIRRı da gizlemiştir Cenâb-ı Allah.
İki denizi serbest akmak, birbirine kavuşmak üzere bıraktı.
İkisinin arasında geçemedikleri bir engel vardır.
O iki denizde küçük-büyük İNCİ ler çıkar.
Allah’ın hangi ni’metlerini yalan sayıyorsunuz.
Onun için içinizdeki Katrâ-yi lü’lü: İNCİ DAMLASIna hürmet ediniz.
Mercan, bunun hakkında söz söylememe Rahmetullahi Hocam kat’iyyen müsaade etmemiştir.

Kıymetli taşlar:
Yakut: kırmızı-yeşil,
Zümrüt: yeşil.
Zebercet, elmas, akik, firüz: yeşil-mavi,
Kehribâr: siyah-sarıdır.

Kokular:
Gül, gül kokusunda bir SIRR gizlidir.
Diğer kokular bu SIRRı gizlemek içindir.
Reyhan gizleyicilerin reisidir.
Sümbül, bunun yaratılması da büyük bir hikmet taşır.
SIRR dır.
Misk, bir nev’i geyikden elde edilir.
Amber, taşolat denilen memeli bir balıktan elde edilir.

Muhtelif kokular yek diğerine karıştırılırsa bir çok kokular ortaya çıkar.
Bütün kokular burun ile hissedilir ve alınır.
İyi kokulara hiç kimse fenâ demez.
Fakat muhtelif kokuyu tercih ve sevmek ayrılır.
Hangi kokuyu severse ona göre o kimsenin tabiyâtı ve mânevî cephesi az çok ortaya çıkar.
Fakat, aslında fenâ koku yoktur.
Tezâhurları öyledir.
Bir de koku kadrosuna sokulmayacak kokular vardır.
Hiçbir kokuya sığdıramazsınız.
Her mahlukun kendisine has kokusu olduğu gibi her insanın da kendisine has bir kokusu vardır.
Fakat o kokuyu insan kendi alamaz.
Alırsa çıldırır.
Bazı kokular, bazı kokuları örter.
Bazı gıdalar da mahlukattaki esas kokuları gizler.

Renkler:
Beyaz, siyah, yeşil, kırmızı, mavi, sarı, kahverengi.
Yeşil: açık, grisi, koyu, ela türden.
Kırmızı: açık, koyu, nar, bembe, al, bej, şarabî, erguvan.
Mavi: açık, koyu, lacivert, mor, dumanî, kurşunî, pus.
Sarı: açık, koyu, krem.
Kahverengi: açık, koyu, kestane.
Yine renklerin birbirine karışmasından başka bir çok renkler de ortaya çıkar.
Bütün renkler gündüz tam olarak seçilir.
Gece bazı renkler seçilemez.
Zulmî ziyâda da bazı renkler seçilemez.
Bütün renklerin menşe’i siyahîdir.
Sarı gece seçilmez.
Zulmî ziyâda, kumaşçıda kumaş baktığınız zaman topu kapının önüne getirir kumaşçı bilirsiniz.
Hepisi buradan doğar.
Bu renkler tekrar siyaha dönecekler.
Döndükleri vakit beyaza doğru gider kaybolurlar.
Ondan sonra RENKSİZ ismini veririz.
Bu da siyahta kaybolur!..

ÂYETLER:

يَخْرُجُمِنْهُمَااللُّؤْلُؤُوَالْمَرْجَانُ

---“Yahrucu minhumellu'lu velmercanu.: İkisinden de inci ve mercan çıkar.” (Rahmân 55/22)

فَبِأَيِّآلَاءرَبِّكُمَاتُكَذِّبَانِ

---“Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.: Şimdi Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” (Rahmân 55/23)


KELİMELER:

İstisnâ: Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak.
Gasb: Başkasına âit bir şeyi zorla, rızası olmadan almak. Zorla almak. * Zorla alınan şey.
Sârik: (Sârıka) Çalan, hırsızlık yapan. Hırsız.
Lem’a: (C.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak. * El ile veya elbise gibi bir şeyle işaret etmek.
Farz: Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi...
Mecburî: Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde.
Muti’: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat.
Sırr: Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. * Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. * İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti.(Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)
İfşâ: (C.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
Kat’iyyen: Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman.
Zulmî: Karanlık.
Ziyâ: Işık, aydınlık, nur. Ruşenlik.
Tezâhur: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak. * Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek. * Avretine zıhar etmek, yani zevcesinin arkasını validesinin arkasına teşbih ederek "zuhruki kezuhri ümmî" demek.
Mahluk: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.

Allah Dostu Sohbet IV - SOHBET MD-04

EŞŞEK BONCUĞU

(Münir Derman ks. Hocam, Almanya’da bir papazla olan konuşmasını anlatmakta)

“Nazar denilen bir şey vardır.
Sizde sizin dile tercüme edilmez.
Senin kafanı ezsem, öğütsem.
Tekrar yapsam yine girmez kafana!
Şimdi dinle beni!
Bizim Peygamberimizin bir sözü vardır!” dedim
“Nazar; insanı mezara, deveyi kazana götürür!”

Çocuğa kızarsın, kızılır.
Bir şey görürsün korkarsın.
İşte bazı gözler vardır ki konsantre olur onu çeker!
Nazarın fennî, ilmî hatta fiziksel olarak izâhı vardır.
Bu başka hikaye..

Onun için bunu anam koydu bana!” dedim.
“Benim nazar alacak bir yerim yok!” dedim.
“Yalınız eskiden bizim memlekette” dedim
“Eşşeklere takardılar bunu!” dedim.
Eşeklerin buralarında var idi!.
“Hoca ayıb ediyorsun!”
“Şimdi gel senen!. Burda eşşek var mı?” dedim.
“Gidip konuşalım!.”
“Felân köyde var!”
Bindik arabaya gittik.
“Sen dur şurda! Ben soracağım!” dedim
“Bu eşşek Almanca bilmez!” dedim Papaza.
Eşşeğe sordum.
Dedim: “Sen yalnız saman, arpa, ot mu yersin?”
“Evet!” dedi.
“Diğer binlerce çeşit yiyecek var niçin yemezsin onlardan?”
Papaz bakıyor öyle!..
(Bir hanım sormakta:)
“Almanca mı soruyorsunuz.”
M.D:
“Eşşeknen konuştum da ona almanca tercüme ediyorum bunu..”
(Bir hanım sormakta:)
“Eşekle Türkçe mi?
M.D:
“Heee!.”
(Bir hanım sormakta:)
“Siz Türkçe mi konuştunuz eşekle?”
(Bir hanım sormakta:)
“Eşşekçe konuştum!.”
(gülüşmeler..)
(Bir hanım sormakta:)
“Cidden mi konuştunuz hakikaten?”
M.D:
“Canım bana onu sorma!.”
(Bir hanım sormakta:)
“Mânâda mı?”
M.D:
“Canım bırak ben öyle de konuşurum.
Sen bul bana en azgın köpeği konuşuyum onunlan!”

Şimdi burada, hanımnan kızım gülüm müsaade etti Frankfurta aslanlan konuştuk.
Onu da okuyacağım size.
Orda nasıl konuştuğumu söyleyeceğim.

Eşek dedi ki “Bana şimdiye kadar böyle suâl soran olmadı. Madem ki sordun söyleyeyim.” dedi.
“Efendi dedi niye saman yiyorum biliyor musun?
Bu asırda eşekliğimi muhafaza ve devam ettirmek için.
Çünkü bu devirde yaşamak için başka çâre yok.
Sana bir şey söyleyeceğim!” dedi eşek.
“Ben gece anırırım.
Allah’a sığının haaa!
Çünkü şeytanı gördüğümde anırırım!” dedi.
“Ben onu biliyorum!” dedim.
Resûl-i Ekrem efendimiz bir hadisinde söylüyor.
“Ben de bilirim onu!” dedi eşek.
“Peki gündüz niçin anırırsınız?” dedim ona.
“Haaa!” dedi.
“Orda bir sır vardır Efendim ama söylemem!
Yalnız şu kadarını söyleyebilirim.
O da eşşeklik icabıdır!”
Bir aralık eşek boynumdaki mavi boncuğu gördüüüüüüü!
Papaz Efendi gibi.
Sırıttı.
Hemen: “Niçin takıyorum biliyor musun?” dedim.
“Nasıl bilmem efendim?” dedi eşek.
“Eskiden bize nazar almayalım diye takarlardı inanmış insanlar.
Şimdikiler bizi anlayamıyorlar!”
“Boncuğu nereden anlayacaklar beyim kaçıncı asırdayız!” dedim.
“Şimdi böyle böyle mavi boncuk takan da yok!” dedim.
“Hele Almanya da hiç yok!
Zâten şimdi bu günkü asırda bize o kadar işte kalmadı.
Onun için nazar hikayesi de mevzubahis olmaz.
Her şey makine ile yapılıyor.
Yalnız biz eşeklerin bir korkusu var.
Bir pastırmacının eline düşmek.
Allah korusun bizi!”
“Amma sizdeki boncuğu çok sevdim Vallaaa! Hem de çok faidelilir bu!” dedi eşek!
“Sus sus faidesini söyleyeceğim ben!” dedi.
“Bu devirde tepen katırlar çok.
Dünya tepen katırlarla dolu.
Boynundaki boncuk mâlum, Eşşek Boncuğu.
Katırın babası da biziz.
Bu boncuğu gördüler mi hürmeten seni tepmezler!” dedi eşek!..

KELİMELER:

Nazar: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Mevzubahis: Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.

Allah Dostu Sohbet V - SOHBET MD 05

ESİR ASLAN

Alaksandra, Monika arabalarına aldılar.
Bizi Frankfurta götürdüler.
Orda Hayvanat Bahçesini gezdik.
Üç saat hepisini göremedik.
Yer, Deniz Hayvanları hepisi.
Filhakika dünyanın her yerinden getirmişler.
Mesela bakıyorsunuz bu oda kadar üç misli bir akvaryum.
Atmış derece soğukluk var içinde.
Penguenler geziyor içinde.
Dalgalar var.
Hep klimasına göre.
Oranın nebatatına göre şeyy edilmiş.
Bahçeye çıktım.
Şunun kadar, bu oda kadar kafesler.
Fakat yerden şu kadar beton üzerine kurulmuş.
Sizin kafes orda başlıyorsa bu arada şöyle birer adım fasıla ile demir parmaklık var oraya gelip de seyrediyorsun.
Bu tarafta da havuzda Yunus Balıkları sıçrıyor.
Tiyatrolar falan.
Kalabalık…
Ben bunun altından girmişim oraya.
Ordada zâten: “Yanaşmak yasaktır, tehlikelidir!” diye yazıyormuş.
Ben kendimde değilim, geçmişim.
Eğildim.
“Yâ Esad!” dedim.
Aslan geldi.
Elimi soktum içeri.
Başını böyle burnuna.
Hani kediyi okşarsın ya böyle başladı hayvan yapmağa.
Bunları görüyorum.
Kedi gibi sevmeye başladım.
Birden bire arkadan birisi yüksek sesle.
“Herr çruuk çruuk!” diye
“Geri gel Efendi!” diye birisi bağırdı.
Ben döndüm baktım ki Polis Memuru.
“Ne yapıyorsun?” dedi
“Sen çıldırdın mı?” dedi.
Polisin bu hareketi, o sırada aslan ağzını açtı parmaklıkları tırmaladı, bağırdı.
Herkes irkildi bir kere o aslan kolay kolay bağırmaz.
Bende: “Bilmiyordum yasak olduğunu!” dedim.
“Gördün ya okşadım. Hayvan bir şey yapmadı. Git sen okşasana!” dedim.
Polis: “Ben deli değilim!” dedi.
“O halde aslan delileri ısırmıyor gördün ya!” dedim.
Herif iyice şaşırdı, afalladı.
Herkes dönmüş de bize bakıyordu.
Ayrıldım ordan.
Biraz sonra tekrar döndük.
Kadın erkek hep toplanmışlar oraya.
Beyaz saçlarımdan tanıdılar beni.
Hep Birbirine: “Çocuklar şimdi geçiyor!.”
Tekrar aslana baktım.
Yine parmaklığın önüne geldi.
İtişe kakışa birbirimize bakıştık.
Etrafımızdaki bu hayvanları izlemeye gelen bu garip mahlukları aslanla beraber biz seyrediyorduk.
Kafesteki aslana çok üzüldüm.
Aslan farkına vardı.
Bana:
“Üzülme HAKK’ın kaderi bu.
Bize de dünyada imtihan var.
Benimde işim var.
Bu HAKK’tan uzak insanlar içinde aslanlığımı bir zerre kaybetmedim kafesin içinde.
Görmüyor musun?.
Parmaklığın yanına bile korkudan sokulamıyorlar.
Ben Allah’ın bir mahlukuyum.
Benim gibi milyonlarca halk etti.
Benim yanıma yanaşmak cesareti olmayan bu zavallılar yarın HAKK’ın huzuruna hiç çıkamazlar!” dedi.
“Hele bak Efendim!” dedi.
“Nasıl korkacaklar birden bire!”
Direndi, birden bire bütün gücüyle aslanca kükredi.
Herkes birden irkildi ordan.
Diğer tarafta olan ağaçlardaki kuşlar uçuştular.
Hepisi taş kesildi orda.
Hepimiz kaldık orada.
Öyle bir bağırma ki.

Derken iki polis tekrar yanıma geldi benim.
“Affedersiniz!” dediler.
“Siz necisiniz?” dediler.
“Sihirbaz mısınız?” dediler.
“Hayır değilim! Doktorum!.” dedim.
“Eee Nedir bu?” dediler.
“Hayvan lisânını anlarım!” dedim.
“Biraz aslanla konuştum o kadar!” dedim.
Herifler iyice şaşırdılar.
Biraz korkuyla karışık güldüler.
Alay ettiğimi zannettiler.
“Bu sözümle alay etmiyorum!” dedim.
“Üç saattir hayvanat bahçesindeyim, birazda hayvan lisânından öğrendiğim için, bildiğim için bunlarla buluştum!”
Aslana döndüm selâmlaştım.
Oradan ayrıldık.
Herkes bize bakıyordu.
Bu bahçede insanlar hayvanları seyrediyor gibi görünüyor güyâ. Halbuki hayvanlar seyrediyor.
Hayvanat Bahçeleri kurulalı hayvanlar insanları daha iyi zâhiren tanıyor.
Hayvanat Bahçeleri kurmak, onların yurtlarından getirip kafeslerde beslemek, İslâmın kat’iyyen yasakladığı şeydir!..

KEİMELER:

Esad: Esed. Arslan, şir.
Zâhiren: Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.
Kat’iyyen: Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman

Allah Dostu Sohbet VI - SOHBET MD-06

KURU KÜTÜK

Kur’ân-ı Kerim’de bir Âyet-i Kerime varıdı.
“Ven necmu veş şeceru yescudan”
NECM, Arapçada YILDIZ demek.
Cem’i Nücum demek.
Fakat Kur’ân Dilinden Cenâb-ı Allah kesretle tezâhur ettiği için yıldız mânâsının Cem’i olarak NUCÛM kullanılır.
Kur’ân Dilinde Necm, ÇEMEN demektir.
Bu cem’-i sâlimdir.
Cem’-i sâlim ne demek?
Mesela şimdi sürü dersek bir sürü aklımıza gelir.
Müfteriddir.
Çemen dediğimiz zaman çemenler, bütün çemenler.
“Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar.”
Âyet-i Kerime sarih.
“El necmu vel seceru yestican” deseydi.
Onlarda ediyorlar.
O muhakkak fizikman doğrudur evet.
Ve Vel Arapçada.

Bir sabah vaktıydı.
Mevsim yaz.
Yemyeşil çemenlerle dolu bir ormanda dolaşıyordum.
Rahmân Sûresini çok yavaş sesle okuyordum.
Birden bire yağmur çiseler gibi oldu.
Çemenler ıslandı.
Herhalde yaz yağmuru.
Hallab veya Hellabe denilen yaz yağmuruydu.
Bir türlü kestiremedim.
Zira havada bulut yoktu.
Çemenler ve yeşil ağaçlar hem görülüyorlar.
Canlılık ve renkleriyle.
Fakat garib olan şimdi ağlıyorlardı.
Âdeta bunu lisânen söylüyorlardı…

Bu sestir.
Fakat kulakla duyulmaz.
Bu nasıl lakırtı!.
Evet öyledir.
Hakiki lafta budur.
Şu âyete inanmıyor musunuz?
“Ven necmu veş şeceru yescudan.”
“Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar.”
“yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu.”
“Bütün semavat ve arzda ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ve zikrediyorlar. “
Fakat siz bunları görüp duyamıyorsunuz.
Yeşil ağaçlara sordum:
“Niçin ağlıyorsunuz siz? Hem de memnunsunuz!”
“Memnunuuuuuz zirâ dâima HAKK’a şükür ve niyâz içinde olmamızı bize nasip etmiş ezelden beri Allah!
Niçin ağladığımızı merak ettiniz.
Yaş yalnız bu gözden gelmez.
Öyle gözler vardır ki kupkurudur.
Göz yaşı HAKK’ın Er-Rahîm Esmâsından nasip alandan gelir.
Bundan dolayı Allah’ın indinde, gözyaşından makbul ve temiz bir şey yoktur.
Zira göz yaşı HAKK’ın Er-Rahîm Kanalından süzüldüğü için içinde hile ve yalan da yoktur.
Tam hakiki, şirksiz HAKK’ı bilmek gizlidir.
Niçin ağladığımızı söyleyemeyiz.
Şu karşıda kurumuş yerde yatan arkadaşımızdan sorun!” dediler.
“ Bu Kuru bir küçük ağaç! Evvelce kesilmiş! ” dedim.
“Evet doğrudur!”
Fakat ÖLÜler vardır dâima onlar DİRİdir.
DİRİ görünenler vardır onlar hakiki ÖLÜdürler.
Sen git-sor, görürsün!” dediler.
Kütüğün yanına çömeldim.
“Bunlar niçin ağlıyorlar? HAKK’ın mahluklarından olan kardeşim!” dedim.
Kütük: “Beni gördüler de belki bizim sonumuzda böyle olursa diye ağlıyorlar!” dedi.
“Halbuki ben ölü kurumuş görünüyorum.
Ben ölmedim.
Kalıp değiştirdim.
Daha bir çok kalıplara gireceğim!” dedi.
“Niçin ağladıklarını biraz sonra söyleyeceğim dinle!” dedi.
Kuru Kütük söylüyor:
“Yaşlar niye ağlıyor!”
Diz çöktüm.
“Bana yaslan memnun olurum!” dedi.
Yaslandım kütüğe.
“Bir gün ben bu yeşil ormanda uyurken beni balta ile söktüler!”
“Söktüler mi?”
“Söktüler!..”
“Dallarımı kırdılar.
Yapraklarımı sıyırdılar.
Adıma ODUN ismini verdiler.
Dedelerimizi toprak altından çıkardılar.
KÖMÜR dediler.
Beni yaktılar.
Adıma ATEŞ dediler.
Halbuki yaş ağaç kesmek.
Ateşe atmak.
Yaprakları ve çiçekleri çiğnemek.
Ne kadar büyük zulümdür.
Rasûlullah’ın hadisiynen sabittir.
Allah zâlimleri sevmez.
Zira Kendisi zâlim değildir Rahîm ve Raûftur!
İnsanların, hiç bilmedikleri fâidelerimiz vardır insanlara.
Cenâb-ı HAKK bizim hürmetimize gökten yağmur indirir.
Ciğerlerinize giren havayı biz dâima temizleriz.
HAKK Kelâmında tesbih ve devamlı zikrimizi ilân ediyor.
Bunu bilmezsiniz.
Bizim hakikatimizi bilebilseniz.
Ve SECDElerimizi görebilseniz.
Çıldırırsınız!
Böyle olmamıza rağmen bütün işkencelere ses çıkarmayız.
Beddua da etmeyiz.
Bizi çiğnerler.
Baltalarlar.
Yakarlar.
Ne sesimizi çıkarırız.
Bizim kadar HAKK’a muti’ hiçbir yaratık yoktur.
Bizim bu hududsuz SABRımızı bilmezler.
Bu sessizliğimize karşı bizi kendi aralarında Tahkir Makamında kullanılırlar.
“ODUN gibi adam!
Hissiz adam!
Kaba adam!
Vurdum duymaz adam!”
Mânâsına kullanırlar.
Amma bu lakapta kendi hallerine aittir.
Biz ait değildir.
Bâzen insanların içine giriyoruz.
Bundan dolayı ismimize ÂDEM diyorlar.
İşte aha bu garip şeye ağlıyorlar arkadaşlar.
HAKK’a en çok nazı geçen yaratık SU’dur.
Çünkü Cenâb-ı HAKK SU’dan her şeyi halketti.
Amma SU’yu neden halk ettiğini bildirmedi.
Sırrı ifşa etmeyelim diye de bizim lisânımızı size öğretmedi dediler.
Fakat biz sizleri, ne lisân konuşursanız konuşun, anlarız.
Zira biz ALLAH Lisânı biliriz.
“yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi”
Âyet-i Kerimesi’nde arz ve semavatta ne varsa Allahı tenzih ve tesbih ediyor.
Bunların lisânı işte budur.
Ağaç onun için HAKK’ı tesbih edenin lisânını biz sessiz, sössüz de anlarız.
Sen herkes gibi değilsin anlıyoruz.
Ağaç kesmezsin.
Dal koparmazsın.
Çiçek koparmazsın.
Yaş hiçbir şeyi ateşe atmazsın.
Nasıl biliyoruz gördün mü?..”

Doğruldum.
Biraz yürüdüm.
Er-Rahmân Sûresi’ni okumam bitmek üzereydi.
Sesli okuyordum.
HAKK’a kasem ederim ki başım döndü.
Düşecektim!
Oradaki ağaçların SECDE ettiklerini, KIBLEye doğru, gördüm.
Bana rüya değil.
Siz buna rüya diyebilirsiniz.
Amma ben gördüm, tekrar Allah’a kasem ederim ki gördüm!
Ben Velî değilim!
Velînin ayağının altını öperim!
Amma ben de bir KULum
Nasip etti, gördüm işte!
Bir şey iddia etmiyorum!
Fakat gördüğüm şey buydu.
Elhamdulillah.
Allah en doğrusunu bilir!
Ağacın, Allah’a, kasem ederim ki secde ettiğini görebilirsiniz.
Biz birbirimizin SECDE ettiğini görebiliyorsak ağacınkini de…

ÂYETLER:

وَالنَّجْمُوَالشَّجَرُيَسْجُدَانِ

---“Ven necmu veş şeceru yescudan: çemen(bitkiler), ağaç secde eder dururlar.” (Rahmân 55/6)

هُوَاللَّهُالْخَالِقُالْبَارِئُالْمُصَوِّرُلَهُالْأَسْمَاءالْحُسْنَىيُسَبِّحُلَهُمَافِيالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضِوَهُوَالْعَزِيزُالْحَكِيمُ

---"Huvallahul halikul bariyulmusavviru lehum'esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu: O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24)


Cenâb-ı HAKK SU’dan her şeyi halketti:


وَاللَّهُخَلَقَكُلَّدَابَّةٍمِنمَّاءفَمِنْهُممَّنيَمْشِيعَلَىبَطْنِهِوَمِنْهُممَّنيَمْشِيعَلَىرِجْلَيْنِوَمِنْهُممَّنيَمْشِيعَلَىأَرْبَعٍيَخْلُقُاللَّهُمَايَشَاءإِنَّاللَّهَعَلَىكُلِّشَيْءٍقَدِيرٌ

---“Vallahü halekü külle dabbetim mim ma' fe minhüm mey yemşi ala batnih ve minhüm mey yemşi ala ricleyn ve minhüm mey yemşi ala erba' yahlükullahü ma yeşa' innellahe ala külli şey'in kadir: Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Nur 24/45)


KELİMELER:

Nücum: (Necm. C.) Yıldızlar.
ÇEMEN: Yeşil ve kısa otlarla kaplı yer, çimen. Ağaç ve çiçekleri olan yeşillik, çayır. * Pastırmaya konulan bir çeşit ot.
Muti’: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat.
Tenzih: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
Tesbih: Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan)

Allah Dostu Sohbet VII - SOHBET MD-07

ESRÂR…

Şimdi, biliyorsunuz Kur’an-ı Kerimde her cümlenin bir icazı vardır.
Yedi türlü manası vardır.
Bir manalar vardır.
Doğrudan doğruya iskelet manasıdır.
Bir manalar vardır.
Batıni manasıdır.
Bir manası vardır. Zevki manasıdır.
Bir manası vardır. Sırrı manasıdır.
Sır zaten insanın tahammül hududuna inmemiş şeylerdir.
Şeriat insanın tahammül hududundan hariç olan şeylere karışmaması için kurulmuş zincirdir zaten.
Karıştırmayacaksın onları.
Yani Cenâb-ı Allah bir nevi insanları şey ediyor.

Mesela Mansur: “Ene’l Hak!” demiş değil mi?
Evet!..
Astıkları zaman ilk defa ayaklarını kesiyorlar.
Kollarını, dilini, milini.
Ayakları kesildiği zaman diyor ki:
“Era kademî : Ayaklarımı görüyorum!”
“Era ve demmî” : Ayaklarımdan kana bulandım!”
“Heyhat edemmî” : Yazık oldu kanıma!”
“Yazık oldu kendi mi anlatamadım!”
O zaman başını vuruyorlar.
Son sözü bu olmuştur.

Şimdi ben bu sözü Mansur’dan daha açık konuşurum.
Nasıl?
Bana benden yakın Cenâb-ı Allah.
“Lâ ilâhe illallah!”
Artık Esrâr Örtüsünü karıştırma!
Daha açıktır.
Yani Bir Hazret derki:
“ Cenâbı Allah insanı deriden yarattı, giydir üstünü!” der.
Daha açık olur bu iş.
Onun için ilmin bazı usulleri var.
Mesela şimdi İslam âlemini kurtarmak gayet kolay.
Yalnız Gayretullaha biraz, iç âlemine biraz açmak lazım orayı.
Nasıl mı?
Ankara radyosunda bir ay evvelden başlarsın.
Felan günü, felan Cuma namazından sonra.
Biraz evvelden söyleyecek.
Her zaman söyleyecek.
Felan Cumanın felan günü bütün Türkiye’deki İslamlar abdest alacaklar.
Cuma namazından sonra sokağa çıkacaklar.
Bir yaz gününe tesadüf ettilerelim.
Kapısının önüne belediye hoporlörünü koyacaklar.
Radyodan bir emir gelecek.
Bi bir on dakika konuşacak.
Şu hareketi yapacaksınız.
Bir Tekbir alınacak: “Allaaaahuekber!.”
Herkes sokakta.
Hayvan pisliği de olsa ne de olsa başını secdeye koyacak.
Orada iki kelime söyleyecek.
Bu otuz milyonun içinde dört milyonu yapsa bunu hepsi tamam.
Buna Mubaye Duası derler.
Doğrudan doğruya merkezî..
Mesela ben buradan İstanbul’u isterim. Saatlerce...
Vekil var, baş vekil: “İstanbulu bağlayın!.” der.
Hemen Verirler.

Yazdım kendi evimde.
İstirahat ettiğim odanın duvarında:
“Bir insan Allah’ı bulamayacağını hissettiği acz, acz içinde kaldığı dakikada Allah’ını bulmuştur.”

***

Ondan sonra ayrıldık ordan, ellerinden öptük ayrıldık.
Ben bir sılaya geldim.
O zaman sağdı.
Rametli ağabeyimde geldi.
Ben Fransa’ya gittim.
Kerl Karla Lisesi’nde bir ay kaldım.
Lyon’a gittim.
Fakülteye yazıldım.
Bin dokuz yüz yirmiyedi buçuk sene. 1927,5 sene.
Bidmeleste Patronaj var.
Talebe yurdu.
7 kat orda kalıyorum.
İşte buradan biraz daha büyük odam.
Karyolam var orda.
Ben zaten orayı yıkadım kendi elimnen.
Kapıda ayakkabılarımı çıkarırım.
Oraya böyle büyük bir muşamba gibi bir şey serdim.
Şöyle küçük bir şey, tabure gibi bi şey ayakkabılarımı oraya.
Akşam dersden geldikten sonra şeye giderdim.
Bu Japon klubüne judoya ….
Geldim kitaplarım koltuğumda, şeye bıraktım.
Ayakkabıları içeride sağ tarafta..
Sol tarafta da kapının şeyi varıdı..
Gittiğimin altıncı ayı idi…..
Gece içerde üç kişi.
Siyah sarıklı üç kişi…
Ben afalladım kaldım.
“Korkma oğlum!” dediler.
Ben kapıyı kapadım.
Yanaştım yanlarına musafaa için omuzumu öptüler.
Birisi çıkarmış şöyle bir kağıt.
“Bunu dedi hocan gönderdi” dedi.
“Bunu al oğlum!” dedi.
“Dersine devam et!” dedi.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
Ondan sonra duvardan yüzüp gittiler herifler!…

İster buna hayal de.
İster ne dersen de.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
(Birisi soruyor): “Bu kağıtta ne yazılı efendim?”
Dur, sıraynan..
Muska halinde içerdedir.
Elli dokuzda Sılaya geldim.
Gittim memlekete.
Ağabeyim de gelmiş.
Hocanın elini öptük felan ettik.
Ağabeyim rahmetliğe dedim ki:
“Ağabey dedim. Hoca dedim bir kağıt” derken abim: “Şiit!” dedi.
Abim: “Şiit!” dedi.
İkimizdik hee hocanın yanında.
Şey baktı.
O an kulağıma bi şey söyledi.
Ben kulağına bişey söyledim.
“Onları iyi saklayın!” dedi.
Ağabeyimi de göndermiş.
Nasıl geldi, nasıl etti işte o kağıt hâlâ bendedir.
Bunlar akıl labaratuvarında eritilip tahlil edilecek işler değildir.
Akla vurduğunuz zaman tımarhânelik olur insan.
Nadas kesilir.

Bu sırların çoğuuu veli İNSANa aittir.
İş onun kokusunu alıp yanına yanaşa bilmekte.
Bazıları şekil değiştirirler.
Bakarsın herif veli gibi görünür.
Birden bir iş çevirir sonra: “zındıkdı!” dersin.
Onlar bulutludur, kaparlar kendini.
Yağma yok.
Yakala kendin ye.
“Kopar ye!” yok öyle iş!.
Salak gibi görürsün!
Bazen dünyanın hali bu.
Deliye sormuşlar aşk nedir diye de?
Deli demiş ki: “Ben neden bu hale geldim?” demiş.

Beşyüz kırk kumandanlarından Sebuk Tekin biliyorsunuz.
Beyazidi Bestamî’nin kabrine gitmiş.
Ziyaret etmiş.
Bastam’dadır Beyazidi Bestamî zaten.
Bir Derviş oturmuş.
Bir hadis var orada: “Beni ve Benim Velilerimi ziyaret eden cennetliktir!” diyor.
Ordaki dervişe Sebuk Tekin: “Bu doğru lakırtı değildir!” demiş.
Sultan zikrinde derviş.
Dervişe soruyor Sebuk Tekin meşhurdur bu.
“Ebu Cehil de Rasulullah sav’ i gördü!” demiş.
“Konuştu Onunan” demiş.
“Cehenneme gitti” demiş.
Derviş ne cevap verdi biliyor musunuz.
Hemen Dervişin elini öpmüş.
“İyi amma” demiş.
“O” demiş.
“Peygamberi Ebu Talib’in yetimi olarak gördü” demiş.
“Eğer peygamber olarak göreydi o da cennete giderdi” demiş.
Onun için hiç kimseyi..
Karınca hikayesini unutmayın.
Anlattım size!.

Hanım deyü kimseyi dahl etme sen!
Defter-i divâne sığmaz söz gelir divan eder!

Divâne sandığın birisi bir lakırtı söyler.
Hiçbir yere sokamazsın söz allak bullak olur.
Bacağına araba kesmiş köpek gibi bağıra bağıra kaçarsın.

Kazalarını bitireceksiniz.
Namazı bırakmayacaksınız.
Onlar bir nevi yolculuğa çıkan insanın eksikliklerini. Mesela efendim.
Cebinde konserve açacağı olmazda elinen de konserveyi açamazsın birader.
Keserinen de açılmaz bu.
Tertibli gitmek lazım…

Onun için mesela Hz. Ali için Cenâb-ı Peygamber’in bir hadisi vardır:
“Ene Medinetü Ali babiha.”
“Ben Medineyim, Ali’de onun kapısıdır” demiş.
Ne demek bu?
Aha bu hadisi, anlamamazlıktan;
Alevilik çıkmış.
Bilmem Kızılbaşlık çıkmış.
O çıkmış, bu çıkmış.
Birbirine girmiştir millet!.
Halbuki hepsi bu hadisi anlamamaktan...

Sonra Mevsuk hadis derler bilirsiniz.
Mesela mevsuk hadis şöyle.
“İza tayyiatül bil umur esteinu bi neftel gubur: Çok müşkil zamana kaldığınız zaman kabirlerden istiâne ediniz!”
Buna Hocalar mevsuk hadis derler.
Halbuki Veliyullahlar indinde mevsuk hadis diye bir şey yoktur.
Hep Cenâbı Peygamberdendir.
Mahaller değiştirdiği için anlayamazlar.
Çünki Peygamberimizin hadisleri doğrudan doğruya hıfz-ı ilâhiyenin altındadır.
Kimse değiştiremez onu.

Bütün kelimeler değişir.
Kelimeler doğrumu.
Kelimeler türer.
Şimdi; Kadınlardan Hz. Hatice Validemiz, erkeklerden Eba Bekir, kölelerden onlar da bir hizmet-i ilahiyeye mahrum olarak olmuştur.
Kadın, kadın iffetini muhafaza eder de beş vakit namazını kılarsa erkekten erken ermek..
Yani Veli olmak imkanları yedi kat fazladır kadında.
İffet, yüzü, müzü kapamak,
Onun gibi olmak değildir oğlum!
Onlar cesedî şeyler.
Hiç! Hiç! Hiç!..


KELİMELER:

İcaz: (İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
İcazî : İcaza dair, icaza ait ve müteallik. Veciz bir tarzda.
Tahammül : Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Kadem : Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. * Uğur.
Dem : Kan.
Gayret: Dikkatle ve sebatla çalışmak. * Kıskanmak, çekememek. * Hareketli ve temiz hislerle çalışmak. * Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.
Mübaaye: Biat bildirme.
Sıla: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye
Musafaa : Birbirinin boynuna sarılma.
Nadas: Tarlayı temizleyip otlarını kurutmak için önceden sürüp hazırlama.
Zındık: Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.)
Dahl : Karışma, girme. * Nüfuz, te'sir. * Vâridat. * İrâd. İtiraz, ta'riz. * Ayıp, töhmet.
Divâne: f. Deli. Aklı başında olmayan.
Tertib: (C.: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak. * Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak. * Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak. * Mertebelere göre davranmak. * Hile ile aldatma.
Mevsuk : Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
İnd: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir.
Cesed: Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.


Allah Dostu Sohbet VIII - SOHBET MD-08

ZİKİR ve FİKİR

İnsanın fiilini, fiili insanın aynı değildir efendiler.
Fiil ise Allah’tandır.
Şeriatın zemm ettiği şeylerden başka zemm edilecek fiil yoktur İslam dininde.
Şeriatın zemm ettiği şeylerde bir hikmete dayanır.
Bunu ancak Allah bilir.
Yahut kime bildirmişse o bilir ki ona da Velîyyullah denir.
Bir insanın hayatını yıkmaya çalışmak.
Gıybetle, dalavere ile, yol kesmekle, öldürmekle yıkmaya çalışmak.
Kemâl Sıfatlarını elde etmekten onu men etmek demektir.
Yani Allah için bir kemâle geldi onu men’ etmek demektir. …..
Resûlullah demiş ki : “Ya Çoban Şahabem!” demiş.
“Sizin için şehid olmaktan ve düşmanları öldürmekten daha hayırlı bir iş, haber vereyim mi?” demiş.
“Aman Yâ Rasûlullah” demiş.
“Allah’ı zikret!” demiş.
İnsanın kıymetini yaradılışındaki değeri ancak Allah ı zikri ile yapılır.
“Allah, kendini zikredinen kimseyle yan yana oturur!” diyor hadiste Allah.
“Allahümme entel Mennan bedüüssemavati velard. Zülcelali velîkram. Ya Hayyum Ya Kayyum. Ya Allahu Celle Celalu!” dedi mi Allah yanında, bizimledir oğlum.
Dizinin yanındadır Allah.
Şah damarından daha yakındır.
Ama diyebilmek.
“Elleh! Elleh!” değil.
“Allah!” diyeceksin.
O da yalınız söylenir.
Bir odaya gireceksin kapıları, her tarafı pamukla kapayacaksın. Ondan sonra.
Zikrederken, zikretmek öyle: “Hay huy! Hay huy!” değil.
Sokakta bile zikr olur.
Allah’ı zikretmek.
Herkesi Allah’ın mahluku görmek.
Onlara daima hürmet etmek.
Fena gözle bakmamak.
Kardeşçe geçinmek.
Allah’ın mahlukatına hürmet etmek demektir.
Bu bir nevi zikirdir.
Allah’ı zikreder de Hakk’ı yanında göremezsen bu zikir değildir.
Allah zikri insanın her tarafına sirâyet eder.
Yanından geçerken, pazar yerine bile gitsen, herifin içi:
“Allah! Allah! Allah!” demeye başlar.
Allah zikri böyle olur.

Yoksa bilmem şarkıcılar gibi.
Ağzına mikrofonu alıp “heeehee hey!” demek değil.
Gafillerin zikirlerinde hangi uzuv zikir ile meşgul ise o uzuv Hakk’ın huzurundadır.
“Efendim, biz söyleyemiyoruz onu ama, Allahı zikrediyorum!”
Hangi uzuv ile yapıyorsan Allahı, zikreden o uzuvdur.
O yanındadır bütün vücudunan değildir.
O uzuvnan yaptırır Allah sana zikri.
Gaflette olan uzuvların zikirle alâkası yoktur.
İnsan tek taraflı değildir insan.
Cenâb-ı Allah tektir.
Çok taraflı tecellîleriyle milyonlar şekilde görülür.
Ama nasıl geçeceksin kendinden.
Bir gün Hz. Ali keremullahivech’e ok girmiş harbde.
Bu omzuna.
Burdan asab geçiyor.
Aks-i daris asabı.
Müthiş ağrı.
Ubeyd ibni Cerrah gelmiş.
“Yâ Ali dur!” demiş. Tutmuşlar.
“Aman!” demiş. “Dokunmayın!” demiş.
“ Aman!” demiş.
“Çok canım yanıyor, bırakın!” demiş.
“Ben Ayakta bir namaza durayım!” demiş.
Ameliyat masasına yatacak.
Namaz, Ameliyat Masası derler ona.
Şöyle, öyle duruyor.
Bir elini kaldırmış: “Allahhuekber!” demiş.
Oku çekmiş, çıkarmışlar.
Orayı dağlamışlar.
Hz Ali orda değil!.
Biz şurda imamın peşinde namaz kılarken bir pire ısırsa çifte atarız be!..

Allah böyle anılır beyler böyle anılır!
“Heeeee heeey!” nen değil.
Bu da işnen olur.
Hareketnen olur.
Bir defa Allah’ı anabilmek için temiz olacaksın.
Cüneydi Bağdadî’nin bir sözü vardır.
“Velî olmak ister misin?” demiş vaazda böyle.
Birisi: “Amaaan efendim söyle de olalım!” demiş.
“Temizlik libası ile, temizlik elbisesi ile, doğruluk ayağı ile, adalet azası ile, ilim feneriyle, Alın teri azığıyla vücud sahrasını kat’ et senin ismin Velî olur.” demiş.
Üç cümle.
Sokağa çıkınca köpeği göreceksin Allah’ın mahlukunu.
Taş atarız biz Allah’ın mahlukuna.
Ötede“Ehee! Öhööö!”
Nezle olursun: “Aman nezle oldum.
“Kış geldi, aman odun yok!”
Odun yoksa kışı getirene bırak sana odunu bulur.
Daha biz olduğumuz yerde sabredemiyoruz.
Onun için bu sabırsızlıkta, bu edepsizlik içinde birşey olmaz oğlum! Orada, şurada, burada Şeyh kılıklı bazı züppeler çıktı!
Al inada ver inada.
“Şeyh efendi böyle dedi efendim!”
Bunlar saçma işlerdir.
Şeyh efendi!..
Hazreti Rasûlullah’tan başka Şeyh Efendi yoktur efendiler.
Bu koskoca Kur’ân’ı binüçyüz küsür senedir Muhiddinler, Mevlanalar, Cüneydler, Salebîler, Haldunlar bu kadar Velîyullah geçmiş, yetmiş onlara Kur’ân-ı Kerim ile Sallallahu aleyhi vesellem de, sana onlar az mı geliyor da bilmem Şeyh efendi, bilmem Hasan efendi, yok bilmem ne!..
Bunları bırakın efendiler.
Bunlar hepisi dolandırıcıdan başka bir şey değildir.
Geçin Hazreti Rasûle en kolayı.
“Allahuekber!” dedin mi? Allah’nan yan yana oluyorsunuz.
Bir Salâvat-ı Şerifeynen Kâbe’ye gidiyorsun.
Şeye Ravza-ı Mutahara’ya.
Devam et Ravza-ı Mutahara’ya gitmeye.
Ravza bir gün gelir senin yanına.
Yani rüyana Rasûlullah girer.
Bırakın bu saçmaları.
En yakin olan Allahu Zülcelal.
“Allahuekber!” dedin mi huzuruna giriyorsun.
Daha ne istiyorsun.
Bırakınız bu saçmaları.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Safsatalara inanmayın!
Safsatalara inanmayın aziz cemaat!

İnsan denilen mahluku Allah’ın ölüm denilen arıza ile yıkması onun kurduğu şeyi mahvetmesi değildir.
Cenâb-ı Allah verdiği bir şeyi alıp mahvetmez.
Bir çözülmedir bu ölüm.
Ölüm insanın manevî benliğini halktan, Allah’ın kendisine doğru çekmesidir.
Çünkü her şey Hakk’a döner.
“Ve ileyhi türceun” Âyet-i Kerimesi.
Ötede ona başka bir düzen verir ki, O düzen hiç bozulmaz hiç yıkılmaz.
“Eşyayı Senin için, seni de Kendim için yarattım” diyor hadis-i kudsi de Cenâb-ı Allah.
Affetmek Allah’a yaraşan bir fazilettir.
Çünkü insanı kendisi için yaratmıştır.
Madem ki Cenâb-ı Allah’a yaraşan bir şeydir, sende affet!

Kulun başına gelen musibetlerin kaldırılması yolunda yalvarışından dolayı onu Cenâb-ı Allah sabırsızlıkla suçlandırmaz.
Mesela: “Ya İlah! Şu musibetler geldi. Benim bunu çabucak defet başımdan!”
Bunda suç görmez Cenâb-ı Allah.
Çünki sabır: “İnnallahu yuhibbi sabırine”
Allah sabırlıları sever.
Sabır İslam dini, İslam lügatında Allah’tan başkalarına şikâyetten nefsi nehyetmektir.
O halde: “Ya ilahî sana şey ediyorum!” demekte suç olmaz!

Çocuk diye bir şey vardır, çocuk.
Çocuğu görmez misin?
Onun daha mükellefiyeti yoktur.
Çocuklar buluğa ermeden evvel ölürlerse.
Onlara cennet, cehennem hikayeleri, onlara sual mual yoktur.
Kim olursa olsun.
İsterse Otando’lu vahşinin çocuğu olsun.
İslam fıtratında doğar çocuk.
Büyükleri tasarrufu altına alır çocuk.
İçinizde torun sahibi, yahut küçük çocuğu olan babalar vardır falan.
Koskoca sakallı dede, torunu gelir .
O büyük azametli şeyinden iner aşağıya iner, iner, iner, iner çocukla bir olur.
Onunla oynaşır.
Onun gibi konuşmaya başlar.
Bu nedir bu?
Hokkabazlığından mı?
Hayıııııır.
Çocuk onu tasarruf ediyor.
Kendisine indiriyor.
Senin haberin yok!

Meşhur 16. Lui. Fransızların inkilapta.
Dehşetli bir adam.
Torununu almış sırtına da koskoca kral atçılık oynuyor.
O sırada İspanya sefiri girmiş içeri.
Görünce böyle çekilmiş herif: “Ne oluyor böyle?” demiş.
O hiç istifini bozmamış.
Demiştir ki: “Sefir cenâbları senin torunun var mı?” demiş.
Çocuuuk insanı tasarrufuna alıyor.
Niçiiiin?
Allah’a daha yakın olduğu için alıyor.
Hiçbir çocuk oldu mu dedesiynen aynı konuşur.
Dedesi yahut babası o çocuğun mertebesine iner.
O halde demek ki çocukta tasarruf-u ilahîvar demektir.
Şu halde çocuğun tesiri altındadır o ihtiyar.
Fakat farkında değildir.
Bu, çocukluk makamının kuvvetinden ileri gelir.
Çünki çocuğun Allah ile ilgisi daha yakındır.
Büyük, Rabbından uzaktır.
Çocuk bundan dolayı mükellefiyeti henüz yoktur çocuğun.
Allah’a en yakın olan kimse, ondan uzak olanı teskin eder.
Kim ki Allah’a yakin Allah tan uzak olanı kendisine cezb eder. Onun için çocukta yaşlıları kendine cezb eder.
Hz. Rasûl Sallallahu aleyhi vesellem yağmur yağdığı zaman mübarek başlarını açar, böyleeee yağmurun altında dururmuş.
Başına yağmur damlası isabet etsin diye.
Araplar bu yazın yağan yağmura hallab derler h ile yazılır.
Hallab yahutta hallabe derler araplarda.
Böyle açar başını Sallallahu aleyhi vesellem mübarek saclarına, nur yüzüne böyle o yağmur damlaları inermiş.
“Ya Rasûlullah bunu niçin yapıyorsun?” dedikleri zaman “Yağmurun Allah ile ilgilisi yenidir dermiş, yenidir” .
Yağmurla Allah’a daha yakin olması dolayısiyle insanların en faziletlisi olan Efendimizi yağmur teskin etmiştir demektir.
Nasıl ki çocuğu dedesi teskin ediyor.
Allah’a yakınlığı dolayısıyla yağmura Cenâb-ı Peygamber kendini vermiştir.
Bunlarda ince misaller vardır efendi!.
İnce misaller vardır.
Amma bende böyle yapacağım diye yağmur yağarken gidip it gibi ıslanmaya da lüzum yoktur haaa!
Bu başka hellabe, bu başka üsul.
Bu sebeple yağmurun getirdiği feyizden faydalanmak için kendilerini ona arz ederlerdi.
Yağmurun getirdiği şeyden Peygamber için ilahî bir faide hasıl olmasa idi mübarek nefsini onun tesirine arz etmezdi.
Şimdi gözünü dört aç cemaat.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Onun için: “Her şey sudan halk edilmiştir” âyet-i kerimesi buyrulmuştur.
İslamda çok güzel söz vardır ihtiyarlar, nineler, eski temiz insanların elini öptüğünüz zaman size hediye verirlerdi ve:
“Su kadar aziz olun!” derlerdi.
Suuuuu dünyada görülen, elle tutulan cennet taamlarından bir tanesidir.
Ondan başka yoktur.
Nehirler ve cemaat biliyorsunuz Hazreti Peygamberin:
“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”
“Seyhan Nehri Ceyhan Nehri, Fırat Nehri Nil Nehri bunlar Cennet Nehirleridir” buyurmuştur.
Niçin?
Çünkü cennette de Irmaklar vardır.
Onun için “Su” diyip geçmeyiniz.
Onun için “Su kadar aziz olun!” lafı dünyada güzel lakırtılar müsabakası olsa birinciliği kazanır.
İkinciliği de bir insana teşekkür için: “Allah senden razı olsun!” dur.
“Allah senden razı olsun!” değil.
“Allaaaaaah senden razı olsun!”
İçinden söyleyeceksin.
Dudağından, damağından, dişinden değil.
Çünki Allah, canlı olan her şeyi sudan halk ettiği için Cenâb-ı Peygamber de başlarını böyle yağmura veriyor.
İyi anla!
“Minel mai külli şeyen Hayy!”
Hatta Musa bile suya attı dedik demin eski İbrani lisanında Kıpti dilinde yani eski mısır dilinde.
Mu : su demektir.
Sa: ağaç demektir.
“Bir ağaç kutu içinde suda bulunan” demek.
Musa’nın mânâsı budur.

Bir hadis-i peygamberi de diyor ki:
“İnsan ne halde ise, ve ne halde ölmüş ise o hal üzere haşr olunur” diyor.
O halde can çekişen kâfirle, ani olarak ölen kafir arasında fark vardır.
Can çekişen kafir ile ani ölen kafir arasında fark vardır.
İkisi de kafirdir amma birisi can çekişir, birisi de ani ölmüştür.
Can çekişmede ölümün zevkini tadmıştır ve gözü açılmıştır.
“Velteffetissaku bissaki” âyetine uymuştur.
“Aaaaa demekki vardı!” demiştir.
Mü’mindir o.
Fakat edepsizliğinin cezası için cehenneme gidecektir.
Onun için hangi halde ise insanlar öyle haşr olunurlar.
Ne ise bu bahsi söylemeyeceğim.
Kafanız bulanır.

Mü’minden mü’min hoşlanır.
Gübre böceğinin mizacı da gül kokusundan hoşlanmaz.
Halbuki gül kokusu, güzel kokularındandır.
Bu mizac ayrılığına göre gül kokusu gübre böceğinin nazarında güzel koku değildir.
Değil mi?
Gül kokusundan herkes hoşlanır.
Gübre böceği gül kokusunu sevmediği için gül kokusu onun nazarında iyi kokulardan değildir.
Sûret ve mânâ da böyle aykırı bir mizaca sahip olan kimse de Hakk sözü dinlendiği vakit tiksinir ve bâtından hoşlanmaz.
Mahiyetten sual matlubun hakikatinden sualdır.
İslamiyette fıkıhta bir kelime vardır.
Onun için Allah’ın iyi kulları anıldığı yere aziz cemaat Hadis-i Peygamberî ile sabittir, Hadisi Kudsî ile sabittir:
“Allah’ın sevgili kulları anıldığı yere Rahmet-i İlahiye iner.”
Velîlerde Nur-u Rasûlullah son derece parlak ve kalbleri daima uyanık zikrullah ile daima meşgul oldukları için onlar:
“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard” âyetinin ahengi içinde bulunduklarından melekler de onları tesbih eder.
Biz burada onlardan bahsedersek o tesbihin rahmetleri buraya da şimdi Allah’ın rahmet melekleri Vallahi de Billahi de inmiştir. Çünkü Allah’ın evinde duruyoruz.
“İnne’l -buyuti fi’l- ard el mesacid.”
Tamam mı?
“Tamam!”
O halde Allah’ın rahmetinden ne kaçıyorsun, ne korkuyorsun?
“İnnen” diyerek.
Sen çok elbise giymişsin de dışarıdan rahmet vücudunu delip.
Hele biraz soyun bakalım.
Soyun da görürsün.
Nasıl paltonu çıkarırsan titrersen.
İçini de açarsan rahmet içine iner, rahmet içine girer.
İçini kapama.
Kalb gözüne mantar tıpası sokma!..

Bundan dolayı, Allah’ın Velîleri nerede anıldığı zaman rahmet derhal oraya inmeye başlar.
Onun için bu kabil konuşma meclislerinde târif edilemeyen bir zevk duyarlar.
Kimi ağlar, kimi dalar, kimi uruc halindedir.
Bu, rahmetin mevcudiyetini isbat eder.
Görünmez amma hissedilir madde gibi.
Kim dürttü seni de ağlıyorsun, iğne mi soktular?”
“Yoooo!.”
Demek ki bir damarın var bir bam telin var.
Oraya o rahmet indiği zaman, seni “Tııınn!” diye öttürüyor.
Bu tınıltını Allah daim, her zaman mübarek etsin .
Kendisinde ilim olan kimseye âlim denir bilirsiniz.
İlim ise hâldir hâldir.
Şu halde âlim ilmiyle vasıflandırılmış olan bir zât demektir.
Çok dikkat edin!
Âlim sıfatı aynı olmadığı gibi ilmin de aynı değildir.
Halbuki hakikatte ilimden ve ilmin kendisiyle kaim olan kimseden başka bir şey yoktur.
Bir zâtın âlim oluşu, bu mânâ ile vasıflanmış olmasından dolayı o zât için bir hâldir.
Eser mevcud için değildir, ancak Ma’dum için olur.
Mevcud ise, olsa da ma’dumun hükmüdür aziz cemaat.
Bu garip bir ilim ve işine az rastlanan bir meseledir bu söylediğim. Ama anlayana.
Onun hakikatini ancak evham sahipleri anlar.
Çünkü bu ilim onlardan zevk ile husüle gelir.
Kendisinden vehim tesiri olmayan kimse bu meseleyi anlayamaz.

“Ne kadar var.
Namaza ne kadar var?”
“Var daha var!.”

Şimdi Allah’ın daima Allah’ı zikreden, başını secdeden kaldırmayan, mümkün olduğu kadar:
“Yâ İlahî! Yâ Rasûlallah!” diyen adam, abdestli gezen adam ölürken muhakkak, hiç korkmayın İslam olan “Lâ İlahe İllallah!” demeden ölmez.
Rasûlullah’ın ruhaniyeti gelmeden gözünü kapamaz.
“Efendim şöyle olur, böyle olur!” diyenler, onlar şüphede olanlar dandır.
Bana göster bir peygamber, bana göster bir Velî ki zındık ölmüştür.
İmkanı yoktur!…


KELİMELER

Zemm: Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.
Velîyyullah: Allah'ın (C.C.) velî kulu.
Sirâyet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek.
Uzuv: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Kat’ : Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
Ravza-ı Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Cenâb: Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi.
Tasarruf: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
Teskin: Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme.
Cezb: Kendine doğru çekme. * İçme.
İsabet: Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek.
Risalet: Birisini bir vazife ile bir yere göndermek. * Peygamberlik. Büyük kitapla gelen peygamberlik. * Elçilik.
Haşr: (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
Mizac: Huy, tabiat, fıtrat, bünye. * Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.
Mahiyet: Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı. (Mâhiyet, hakikatten daha umumidir. Hakikat, mevcudatta, mahiyet ise, hem mevcudat hem ma'dumatta müstameldir.) (L.N.)(İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmet ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar. İ.İ.)
Matlub: İstek, istenilen şey. * Alacak. Ödünç verilmiş.
Sual: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Fıkıh: (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali' olma.
Uruc: Yukarı çıkmak. Yükselmek.
Ma’dum: Mevcut olmayan. Yok olan. Yok.
Husül: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.

ÂYETLER

Ve ileyhi türceun:

كَيْفَتَكْفُرُونَبِاللَّهِوَكُنتُمْأَمْوَاتاًفَأَحْيَاكُمْثُمَّيُمِيتُكُمْثُمَّيُحْيِيكُمْثُمَّإِلَيْهِتُرْجَعُونَ
---"Keyfe tekfürune billahi ve küntüm emvaten fe ahyaküm, sümme yümitüküm sümme yuhyiküm sümme ileyhi türceun : Siz cansız iken size can veren Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/28)

İnnallahu yuhibbi sabırine:

وَكَأَيِّنمِّننَّبِيٍّقَاتَلَمَعَهُرِبِّيُّونَكَثِيرٌفَمَاوَهَنُوالِمَاأَصَابَهُمْفِيسَبِيلِاللّهِوَمَاضَعُفُواوَمَااسْتَكَانُواوَاللّهُيُحِبُّالصَّابِرِينَ
---"Ve keeyyim min nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesir, fe ma vehenu li ma esabehüm fi sebilillahi ve ma daufu ve mestekanu, vallahü yühibbüs sabirin: Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/146)

Her şey sudan halk edilmiştir:

أَوَلَمْيَرَالَّذِينَكَفَرُواأَنَّالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضَكَانَتَارَتْقًافَفَتَقْنَاهُمَاوَجَعَلْنَامِنَالْمَاءكُلَّشَيْءٍحَيٍّأَفَلَايُؤْمِنُونَ
---"Eve lem yerallezine keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey'in hayy e fe la yü'minun: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)

“Velteffetissaku bissaki”:

وَالْتَفَّتِالسَّاقُبِالسَّاقِ
---“Velteffetissaku bissaki: Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyâmet 75/29)

“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard”:

هُوَاللَّهُالْخَالِقُالْبَارِئُالْمُصَوِّرُلَهُالْأَسْمَاءالْحُسْنَىيُسَبِّحُلَهُمَافِيالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضِوَهُوَالْعَزِيزُالْحَكِيمُ
---“Huvallahul halikul bariyulmusavviru lehum'esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu: O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24)


HADİS-İ ŞERİF

“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”

ـعنأبىهريرةرَضِيَاللّهُعَنْهقال: ]قَالَرَسُولُاللّهِ #: سَيْحَانُوَجَيْحَانُوَالْفُراتِوَالنِّيلُ،كُلٌّمِنْأنْهَارِالْجَنَّةِ[. أخرجهمسلم .
---Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah sallahu aleyhi vesellem: “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil Cennet nehirlerindendir.” buyurdu.
[Müslim, Cennet 26, (2839); İ. Ahmed, Müsned, 2:289. ]

4 yorum:

  1. Allah Razi olsun emegi gecenlerden..

    YanıtlaSil
  2. Allah Razi olsun emegi gecenlerden..

    YanıtlaSil
  3. Cok tesekkur ederim,ne kadar kiymetli bilgiler, ltfen varsa daha da yayinlayin.Kanada da yasiyorum, daha cok ogrenmek istiyorum.

    YanıtlaSil
  4. Where is gambling in Florida legal? - Dr.CMD
    Where is gambling legal? · Hollywood Casino and Gambling 김포 출장샵 · Barstool 창원 출장안마 Sportsbook · Barstool Sportsbook · 충주 출장안마 Caesars 제주도 출장마사지 Sportsbook · Tropicana 강원도 출장안마 Atlantic City.

    YanıtlaSil